''Ayinesi iştir kişinin lâfâ bakılmaz. Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.'' Öyle bir sözdür ki Ziya Paşa'nın İnsanın aynası işidir kişinin lâfâ bakılmaz; bir kişinin aklının seviyesi yaptığı işle görünür.
Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.
(Ziya Paşa)
Öyle bir sözdür ki Ziya Paşanın;
( İnsanın aynası işidir kişinin lafa bakılmaz;bir kişinin aklının seviyesi yaptığı işle görünür.) Çok güzel özetliyor içimizdeki gizli hazineleri,cevherleri. İşte o büyük size bir örnek kardeşimizi ağırladık bu hafta.
Türkiye,de o kadar genç kardeşlerimiz varki her biri bir cevher. İşte o cevherlerden biri özel bir yeteneği olan üstün başarılara imza atmış ve hala devam etmekte olan Nev-i şahsına münhasır Mukarnas Sanatçısı Ömer Okumuş'u konuk ettik.
Ömer Okumuş kimdir ?
1979 yılında İstanbul, Pendik/Kaynarca'da doğdum. Biz daha doğmadan önce dedem ile babam arasında olan bir durum yüzünden dedem bize isim vermeyi reddetmiş. Kulağımıza ezanla ismimiz okunmamış çünkü dedem heykel yaptığı için isim vermek istememiş. Babam da "Sen vermezsen ben de vermem" demiş ve bir isim verip kimlik çıkarmamışlar. Bu nedenle kimlik olmadığı için belirli bir ismimiz de yokmuş.
Bu arada kim ne yakıştırdıysa öyle çağırmış bizi. En çok 'Ozan' ismi tutmuş, babamın sanatçı kişiliğinden dolayı 'Ozan' demişler adımıza. İlkokul yıllarına gelmişiz, ancak kimlik olmadığı için kayıt olamıyoruz. Sonra babam heykel yapmayı bırakıp Konya Huğlu'da bir cami yapmış. Dedemi de götürmüş ve demiş ki, "Bak, ben heykel işlerini bıraktım. Artık cami işleri yapıyorum. Hayatım boyunca İslami kaideler üzere yaşadım. Heykel yaparken dahi bu yoldan şaşmadım. Namazımı niyazımı bırakmadım. Ama artık senin rızan için heykel işini de bıraktım. Bundan sonra cami yapıyorum ve yapmaya devam edeceğim." Dedem camiyi gezmiş, görmüş, çok etkilenmiş. Köylüler de babama el yapımı bir tüfek armağan etmiş. Babam da tüfeği dedeme armağan etmiş.
Bir sonraki yıl köye gittiğimizde dedem kardeşimle beni çağırdı. Önce kulağımıza ezanı okudu, sonra bana Ömer Faruk ismini verdi, kardeşime de Osman Nuri. Tabii biz koşa koşa bu müjdeyi babama verdik. Ertesi gün nüfus idaresine gidip kimliğimizi aldık. Yani ben kulağıma okunan ezanı, ilk aldığım ismi ve ilk kimliğimi aldığım anı hatırlıyorum. Zaten o sene de gecikmeli olarak ilk okula başladık. İlk okulu Kaynarca İlköğretim Okulu'nda okudum, Ortaokulu Kaynarca Şevket Sabancı Ortaokulu'nda okudum.
Çocuk olmanın yolu ilkokul sıralarından geçer. Nasıl geçti o yıllarınız ?
İlkokul yıllarımda çok üstün bir öğrenci değildim. Matematik, tarih, Türkçe gibi derslerde ortalamanın biraz üzerindeydim; ancak resim derslerinde çok yetenekliydim. Ortaokul seviyesinde resimler yapıyordum. İlkokul öğretmenim yeteneğimin farkına varmıştı ve sürekli olarak "Sen çok büyük bir ressam olacaksın" gibi sözlerle beni motive ederdi. Kendisi ek iş olarak ayakkabı işleriyle uğraşırdı ve bazı derslerde herkese okuma verip beni yanına oturturdu. Bana ayakkabı modelleri çizdirir, zaman zaman özel kuş türleri, vazo içinde çiçekler, meyve resimleri gibi farklı konularda çizimler yapmamı sağlardı. Bu şekilde çoğunlukla çizim konusunda cesaretlenmemi sağlardı ve takdirde bulunurdu. Çizimlerim sürekli olarak okul duvarlarına asılırdı ve beğenilirdi. O dönemde resim yeteneği olmayan bütün akrabalarım resimlerini rica minnet bana yaptırdığı için sürekli çizim yapardım. Çocukluk yıllarımda en büyük oyuncaklarım; çekiç, çivi, kerpeten, demir tel gibi aletler oldu. Bu aletlerle hareket ettirdiğim kolları ve kafası hareket eden robotlar yapıyordum.
Mezun olduğumuzda hocamız özel bir konuşma yaparak, "Bazılarınız çok özel yeteneklere sahip olacak, umarım ressam, mimar falan olacaksınız" dedi ve bu sözleriyle gözlerimin içine bakışını hala hatırlarım.
Gençliğin dönüm noktasıdır Ortaokul yılları. Nasıl geçti sizce?
Ortaokulu Kaynarca Şevket Sabancı Ortaokulu'nda okudum. Burada da resim öğretmenim bendeki yeteneği keşfetmişti ve benimle özel olarak ilgileniyordu. Gerçekçi portreler çizebiliyor, iç mekanlarda perspektif oluşturabiliyordum; fakat diğer dersler yine çok iyi değildi. Hatta sonuncu sene ilk döneminde 6 zayıf gelmişti karneme ve ben o dönemde "Buraya kadar, artık 6 zayıflı karneyi babam görünce müthiş bir konuşma yapmıştı ve beni okutma konusundaki kararlılığını, bana olan güvenini ve inancını anlattıktan sonra okumaktan başka şansım olmadığını söyleyip saçlarım ağarıncaya kadar seni okutacağım, bastona düşene kadar okuyacaksın. İster 30 yaşında bitirirsin, ister 3 yaşında. Senin yerinde olsam bir an evvel derslerime konsantre olur, bitiririm" dediğinde bende bu işi mümkün olan en kısa sürede bitirmem gerektiğini düşündüm ve ikinci dönem o motivasyonla bütün zayıfları toparlayarak neredeyse teşekkürlük bir karne almaya yaklaşmıştım. Ortaokul yıllarında mezuniyete yakın okul levhasında bir afiş gördüm. Meslek liselerinin propagandası yapılıyordu. "Mühendis mi olmak istiyorsun? Meslek lisesi inşaat bölümünü oku. Heykeltraş, ressam mı olmak istiyorsun? Güzel Sanatlar Meslek Lisesine gir. Mimar mı olmak istiyorsun? Meslek lisesine gir. Üniversite için ekstra puan ile hayallerine ulaş" gibi şeyler yazıyordu. Ben tercihimi mimarlıktan yana yaparak yapı ressamlık bölümünü seçmeyi düşündüm.
İçinizdeki o sevgi meslek lisesi yıllarına nasıl yansıdı?
İstanbul Zincirlikuyu Yapı Meslek Lisesi'nin Yapı Ressamlığı bölümünü seçerken babamla beraber "Bu tam bize göre bir bölüm" demiştik. Sınavlara hazırlanarak iyi bir dereceyle kazandım. Ancak bir sorun vardı; evim Pendik'teydi, okul ise 4. Levent Zincirlikuyu'daydı. O dönemin şartlarıyla günlük 2 saat trafikli ve çoğu zaman ayakta geçen bir yolculuk gerekiyordu. Ancak ben, 5 dakikalık bir yolculuğa bile dayanamazdım. Araba beni tutardı. İlk gün, defalarca otobüsten indim-bindim ve öğleden sonraki derslere ancak zor yetişebildim. Zamanla kendi geliştirdiğim taktiklerle bu yolculuğa dayanmayı öğrendim.
Bu okul, sahip olduğum bazı yeteneklerimi geliştirmemde büyük fayda sağladı. Özellikle birinci sınıfta Teknik Resim dersimize giren Verda Dönmez hanım, gerek disiplini gerekse konu anlatım tarzıyla inanılmaz bir öğretmendi. En sevdiğim ders Teknik Resim dersiydi. Hem çok başarılıydım, hem de hocamı çok seviyordum. Ancak bir gün sadece açı ölçerim olmadığı için beni dersten atmıştı. Sonraki derslerde hiçbir malzemem eksik olmadı ve dersine hiç geç kalmadığım tek ders oydu.
Sonraki senelerde Verda hanım başka bir okula geçtiği için yerine İnşaat bölümünden Mehmet Işık hoca gelmişti. Bir keresinde Mehmet hoca, elindeki kitaba bakarak tahtaya Teknik Resim sınav sorusu hazırlarken sorunun yanlış hazırlanmakta olduğunu fark ettim ama yine de hocanın soruyu bitirmesini bekledim. Hoca çizimi bitirdikten sonra; "Perspektifleri verilen objelerin teknik resimlerini çizin. Süreniz 45 dakika." dedi. Oturduğum yerden elimi kaldırarak sorunun yanlış olduğunu söyledim. Hoca gülerek "Gel de düzelt bakalım" dedi. Tahtaya vardım, silgi ile yanlış çizgileri sildim, doğrularını çizdim. "Şimdi bu soru çıkar." Sınav süresi 45 dakika, her soru 50 puan dedim ve enseye tokatı yedim.
Bu dönemde bilgisayarla tanıştım. Bilgisayar ve Bilgisayarlı AutoCAD R9 derslerimiz vardı. Bilgisayarı ilk kez gördüğümde başta zorlansam da zamanla hızlı ve etkili bir şekilde kullanmayı öğrendim. Atölye derslerinde herkesin takıldığı zor problemleri kısa sürede çözer, yöntemini öğretirdim. Kendi projelerimi kısa sürede bitirir, masa başında diğer arkadaşların projelerine çözümler üretirdim. Bu dönemde babam Hassa Mimarlık Şirketi'nde çalışmaya başladı. Ben de stajyer olarak son senemde Hassa firmasına girdim ve Yüksek Mimar Hüseyin Hilmi Şenalp ile tanıştım. Onun şirketinde 3 ay stajyerlik yapmanın yanı sıra yaklaşık 2 sene boyunca çalıştım.
Ortaokul yıllarından itibaren geleceğime dair planlar yapmış ve ne istediğimi bilen bir öğrenci oldum. Bu nedenle İstanbul İnşaat Teknik Meslek Lisesi'ni sınavla kazanarak girdim. Ancak mezuniyetimize bir sene kala, imam-hatiplerin önünü kesmek için çıkarılan Meslek Liseleri Kanunu ile hayallerimiz suya düşmüştü. Okula başladığımızda bize propagandası yapılan artı puan yerine eksi puan sistemi getirilmişti. Yani mimarlık okumak için Türkiye genelinde dereceye girecek bir sonuç elde etmek gerekiyordu. 3000 kişilik kontenjanından bunu dersane desteği ile başaran öğrenci sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi. Yeteneklerimden biri olan ve bu uğurda 4 sene boyunca ön hazırlık yaptığımız mimarlık kapısı, bizim için kapanmıştı.
"Bir kapı kapanır, bir kapı açılır" düşüncesiyle Güzel Sanatlar Fakülteleri sınavlarına girdim. Aynı yıl iki okula birden kabul edildim. Kocaeli Üniversitesi Resim bölümü ve Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Geleneksel Türk El Sanatları bölümlerine hak kazanmıştım. Kaydımı yaptırmadan önce, başta babam olmak üzere kıymetli büyüklerime danışarak tercihimi Marmara Üniversitesi'nden yapmaya karar verdim. Bu kararı almamda en etkili konuşmayı yapan o dönemlerde tekniker olarak yanında çalıştığım Hassa Mimarlık şirketinin sahibi Muharrem Hilmi Şenalp olmuştur. Aslında, kendisi benim ilk geleneksel sanatlar hocam sayılır. Kendisinin bilgilendirmeleri ile geleneksel sanatlara olan ilgim yıllar öncesine dayanıyordu. Zaten bu sebeple tercihler arasına yazmıştım. Üniversiteyi kazandığımda işten ayrılmak zorunda kaldım. Bu dönemde yaklaşık 4-5 sene boyunca Hassa'dan uzak kaldım. Bir yandan öğrenci işlerinde çalışırken, bir yandan da babamın diğer projelerine yardımcı oldum. Zaman zaman şantiyelerde konaklayıp derslerime orada çalışarak okula gitmek zorunda kaldım.
Bu kadar tecrübeyi kazanmak için epey bir çaba sarfettiğiniz belli. Peki, üniversite ve çalışma hayatınızdan bahsedermisiniz?
Fakülteyi kazandıktan sonra önümüzde bir tercih seçeneği çıktı. Ya hazırlık okuyacaktık ya da basit bir İngilizce muafiyet sınavına girip direkt bölüme geçecektik. Ben hazırlık okumaya karar verdim. Seviye belirleme sınavında beklediğimden çok daha kötü bir sonuç aldım. Hatta hiç soru cevaplamasaydım daha yüksek bir sonuç elde edebilirdim. Bu sınav sonrası düşük derecelilerle aynı sınıfa girmeme rağmen yıl sonunda 60 kişilik iki sınıfın içinden TOEFL derecesine sahip lisans alan 5-6 kişi arasına girmeyi başardım. Lale Gürman adında çok profesyonel bir hocamız vardı. Hocamızın tekniği ve öğrencilerle iletişimi son derece etkiliydi. Bu başarıda onun emekleri ve gayretleri benimkinden daha fazlaydı. Böyle değerli bir bilgiye güvenen insanlarla başarıya ulaşmanın sürpriz olmaması gerekiyordu. Ancak unutmuyorum, kendisi benim sonucumu "mucize" olarak adlandırmıştı. Bu ifadeyi şans anlamında değil, seviye olarak en gerilerden en önlere geçmek anlamında kullanmıştı. Hiçbir şey bilmemek avantajımdı, çünkü hiçbir dersi kaçırma lüksüm yoktu ve kaçırmadım da.
Hazırlık okumuş olmanın güzel yanlarından biri, diğer bölümlerde arkadaşlarımızın olmasıydı. Bu sayede diğer bölümlere girip çıkmak, hocalarıyla tanışmak ve bilgilerinden istifade etmek kolaylaşıyordu. Ben Geleneksel Türk El Sanatları bölümündeydim ancak hazırlıktan arkadaşlarımın bulunduğu bölümleri gezerek, hocalarıyla sohbet ederek ve derslerine katılarak farklı bölümleri de keşfettik. Özellikle seramik cam, endüstri ürünleri tasarımı bölümü, iç mimarlık, resim ve heykel bölümlerini gezerek zaman zaman birbirimize yardımcı olduk. Bu sayede aslında Geleneksel Türk El Sanatları bölümünden mezun olmuş olsak da diğer bölümlerden de önemli derecede bilgi edindik. Ben bölümüm dışında en çok vakti endüstri ürünleri tasarımı ve seramik cam atölyelerinde geçirdim. 3 boyutlu tasarım çalışmalarım da bu zamanlarda başladı.
Hazırlık sonrası Geleneksel Türk El Sanatları bölümüne başladığımızda bölümün en değerli sanatçılarından ders alma fırsatım oldu. Çiçek Derman ve Gülnur Duran hocalarımdan tezhip dersleri, Uğur Derman hocamdan Türk hat sanatı tarihi ve şaheserleri, Muhiddin Serin hocamdan Rika hattı, Hikmet Barutçugil hocamdan ebru sanatı eğitimi, Erol Eti hocamdan yüzey tasarımı eğitimi, Selçuk Mülayim hocamdan araştırma yöntemleri dersleri, Salih Balakbabalar hocamdan ahşap sedef dersleri, Sadri Sayıoğulları hocamdan Rika ve talik dersleri, Metin Kafkas hocamdan kalem işi dersleri, Şehnaz Biçer hocamdan minyatür dersleri aldım. Her biri birbirinden kıymetli olan bu hocalarımdan öğrendiğim teknikler ve edindiğim bilgiler, hayatımın sonraki dönemlerinde inanılmaz bir etki bıraktı. Bölüm derslerinin yanı sıra pek çok değerli bilgi edinme fırsatı yakaladım. Bir tasarım yaparken geleneksel kimliğe sahip eserler üretmeye çalıştım.
Üniversite hayatım boyunca bir yandan çalışmaya devam ettim bir yandan öğrenci işlerinde görev alıyordum ve bir yandan da cami tezyinat işlerinde babama yardımcı oluyordum. Zaman zaman hocalarımla birlikte çalışma şansım da oldu. Ressam Hakan Demirok'un atölyesinde kısa süreli bir deneyim yaşadım. Genellikle cami işlerinde çalıştığımız için bazen derslerime cami şantiyelerinden gittiğim oluyordu. Örneğin, Başakşehir Ahmet Yesevi Camii inşaatı devam ederken derslerime devam ediyor ve aynı zamanda cami çalışmalarına katkı sağlıyordum. Bu dönemde tanıştığım hemşehrilerim sayesinde Ressam Kadir Akorak ile çalışmaya başladım. Bu süreçte Kalamış Marina, Ertuğrul Dinçay'ın mekan tasarımları, çeşitli yalı villa dekorasyon projelerinde çalıştım. Şakirin Camii projesinde Zeynep Fadıllıoğlu ile birlikte çalıştık. Pera Dora Oteli projesi, Bebek'teki Kemal Gülman Yalısı, Kandilli'deki Gençer Hasbahçe Evleri, Sarıyer'deki Gökçe Çakır Villası ve Bodrum'daki taş villaların projelerinde yer aldım. Bütün bu işleri bir arada yürütmek zor olsa da, insan sevdiği işleri yaparken yorgunluğu unutabiliyor. Hala iş yaparken yorgunluk hissetmem, sevdiğim işleri yapmanın ne kadar kıymetli olduğunu gösteriyor. Bu nedenle, çalışan herkese mümkün olduğunca sevdikleri işleri yapmalarını tavsiye ederim.
Hassa
Çalışma hayatımıza her cuma, pazara gidip soğuk su ve limonata satarak başladık. Bu işlerden tahmin edeceğiniz gibi çok fazla para kazanmak için değildik. Fakat pazarda bağıra bağıra su satmanın bu zorluğu sayesinde girişimcilik cesaretimiz arttı. Zor şartlarda kazanılan parayı kolay kolay harcamıyorduk. İlk kez birikim yapmaya o zaman başladık ve bir sonraki cuma için, farklı pazarlar için çalışmalara giriştik.
Şu anda kimse çocuklarına böyle işler yaptırmaz, hatta ortaokul çağındaki bir çocuğun bir yerde çalıştırılması yasak ve suç sayılır durumda. Babamın eve getireceğim paraya ihtiyacı olmasa da, beni bu konularda cesaretlendirdi. Kendi işini yapmanın, başkasının yanında çalışmanın, sanatla uğraşmanın bütün artılarını eksilerini yaşayarak öğrendik. Bu sayede ortaokul döneminde bir yaz tatilinin 2 ayını marangoz atölyesinde zımpara işlerinde çalışarak geçirdim. Orada çeşitli deneyimleri daha çocuk yaşta yaşayarak öğrendim.
Sonrasında ortaokul çağlarımda babam milli saraylardan ayrıldı ve yaşadığımız ilin camisinin inşaatında ince işlerini yapmaya başladı. Ben de okuldan geldikten sonra, hafta sonları ve yaz tatilleri derken yaklaşık 3 yıl boyunca babamın yanında çalıştım. Lisede cami şantiyelerinde zaman zaman kartonpiyer işlerinde çalıştım. Bu dönemde Hassa Mimarlık Şirketi'nde stajyer olarak başladım. Hem lise eğitimim süresince hem de üniversite yıllarımda Hassa Mimarlık, sadece bir iş yeri olmanın ötesinde tamamlayıcı bir eğitim kurumu gibiydi. Hem alanımda hem de merak duyduğum diğer konularda, konunun uzmanı onlarca sanatçının uğradığı ve muhteşem bir kütüphanesi olan adeta bir üniversite gibiydi.
Patronum Muharrem Hilmi Şenalp, Hassa'daki ilk mesai günümde beni Küçük Çamlıca Sosyal Tesisleri şantiyesine götürmüştü. O zaman inşa aşamasında olan bu yapı beni çok etkilemişti. Çok güzeldi ve o dönemde gece kondu tarzı apartmanlardan sıkça gördüğümüz İstanbul sokaklarından farklıydı. Mimari detaylarından peyzajına kadar her ayrıntısı özenle düşünülmüş, eşsiz güzellikte bir yapıydı ve yeni inşa ediliyordu. İçi de dışı kadar güzeldi, her bir kapı açıldıkça güzelliklerle dolu farklı mekanlarla karşılaşıyorduk. O dönem hiç görmediğim bir yapıydı. Pencereleri, çinileri ve tavanındaki sanat eserleriyle büyüleyici bir güzellik sunuyordu. Geleneksel sanatımızın örnekleriyle dolu detaylarla süslenmişti.
Ertesi gün ofisteki ilk günümde ikinci bir şaşkınlık yaşadım. Biz çalışırken birdenbire güçlü bir tanbur sesi duyuldu. Hilmi Bey, biz çalışırken tanbur çalmaya başlamıştı ve çok güzel çalıyordu. Hilmi Bey, sadece detaylara odaklı bir insan olmanın ötesinde, birçok klasik müzik enstrümanını da aynı yetenekle çalabiliyordu. Kimi zaman ney, kimi zaman tambur, hatta bazen ud çalıyordu, biz de çalışırken.
Mukarnas, Parametrik Tasarımlar, çizimler bunların hepsi aslında matematik. Sizin bu meslekteki çalışmalarınızda katkıları olanlardan bahsedermisiniz. Size neler kattıklar ?
Mukarnas sanatı ile ben 1996-1997 yıllarında tanıştım. O dönemde atölyede babamla birlikte çalışıyordum. Bisiklet alabilmek için atölyede temizlik işlerine yardım ediyor, beton pencere döküm kalıplarını yağlıyordum. Babama malzeme taşıma gibi işlerde yardımcı oluyordum. Babamın bir işe başladığı her seferinde, onun başarısız olma korkusu beni sarardı. Bir gün Kaynarca Merkez Camii'nde bulunan atölyemize Muharrem Hilmi Şenalp ve Orhan Baykal geldi. Ellerinde bir proje vardı, sanki saraydan gönderilmişlerdi ve "Sizin gibi biri, yani Zinnur Okumuş, bu işi yapar" diye bahsedilmişti. İçeri girdiler, kendilerini tanıttılar ve saraydan gelen sohbet başladı. Hilmi Bey, atölyede etrafta dolaşırken, biraz rahatsız görünüyordu. Babamın bu işi yapamayacağı ve zaman kaybettikleri izlenimini veriyordu. Babam da bu tür durumlarda aşırı tepkiler veren biriydi.
Orhan Bey, projeleri çıkardı. Gama Firması'nın yapmış olduğu Aşkabat Ertuğrul Gazi Camii işleri için gelmişlerdi. Anlattılar, ne yapılması gerektiğini sordular. Babam ise, "Yarın sabah gelin alın" dedi. Bir sessizlik ve göz teması oldu. O zaman anladım, işler karıştı. Ertesi gün merakla erkenden gittim. Masanın üstünde strafor bir model duruyordu. Babam projeyi açıklamadan önce, o modeli göstererek kısaca anlattı. Babamın bu işe nasıl bu kadar rahat yaklaştığını anlamaya çalışıyordum. Babam ise sakin bir şekilde, "Ben biliyorum bu işi. Bana böyle bir proje gelsin, isterse uçak projesi olsun, yaparım. Ama şu an mesai saati içerisindeyiz ve bu caminin işini yapıyorum. Bu işe akşam mesai bittikten sonra bakacağım" dedi.
O gece çalıştı ve ben yanında değildim, ama bu sefer çuvalladı mı diye düşünüp duruyordum. Babamın nasıl bu kadar sakin olabildiğini anlayamıyordum. Sabah adamlar geldi. Orhan Bey pek anlamıyordu, ama yüzünde hala aynı tebessüm vardı. Hilmi Bey, masanın üstünde duran modele baktığında gözlerine inanamadı. "Sen bu işi bir gecede nasıl yaptın yahu?" diyerek hayretini gizleyemedi. Orhan Bey, projeleri anlattıktan sonra babamın modeldeki bazı noktaları eksik bıraktığını söyledi. Bu noktaları tamamlattı ve anlaşma sağlandı.
Bu olayın üzerinden yaklaşık 27 sene geçti. Ben bu 27 yıl boyunca Hilmi Bey'in yanında çalışma fırsatı buldum. İlk zamanlarda Mukarnas işleriyle uğraşmaya devam ettim. Teknik okul mezunu olduğum için planlar ve projeler çizebiliyordum. Hassa Mimarlık ofisi, o dönem Beşiktaş Barbaros Caddesi üzerindeydi. Her gün Pendik'ten kalkıp Beşiktaş'a gidiyordum. Staj dönemimde Hassa'da çalışan restoratör Neslihan Gürer Hanım vardı. Mukarnas projeleri genellikle Hilmi Bey ile Neslihan Hanım tarafından yönetiliyordu. Staj dönemim boyunca Neslihan Hanım, Mukarnas çizimi konusunda bana rehberlik etti. Mukarnasın teknik çizimini öğrenirken, Hilmi Bey'den ise tasarımın inceliklerini öğrenmeye devam ettim.
Sonra Neslihan Hanım ayrıldı ve artık Mukarnas projelerini ben yapmaya başladım. O günden bu güne, mukarnasla iç içe yaşıyorum. Üniversite yıllarına kadar Hassa'da ağırlıklı olarak mukarnas projeleri yapmaya devam ettim.
Üniversiteden sonra Hassa Mimarlık firmasında tekrar işe başladığımda tanıştığım iç mimar Ahmed Çandöken, hayatımda yeni ufuklar açan ve önemli bir kişidir. Üç boyutlu olarak mukarnas çizimleri yaptığını gördüğümde adeta büyülendim. Bana bunu öğretip öğretemeyeceğini sorduğumda, "Seve seve" diyerek yanıtladı. O günden bugüne, Ahmet Abi benim üstadım oldu, artık onun çırağıyım. İşin en enteresan yanı, askerliğimizi de aynı yerde yapmışız; o asteğmen olarak, ben çavuş olarak.
Ahmed abi, bana 3 boyutlu tasarım programlarıyla mukarnas çizimini öğretti ve inceliklerini anlattı. Ona ne kadar teşekkür etsem azdır. İnanılmaz derecede sabırlı, hoşgörülü ve bilgi dolu bir insan. gerek teknik konularda gerekse hayata dair konularda ondan çok şeyler öğrendim. Onun öğrettiklerini burada yazmaya kalksam, zaman yetmez maalesef...
Onun etkisiyle parametrik modellemeye ilgi duymaya başladım. Kendi CNC tezgahımı ve 3D yazıcımı yapma yolunda adımlar attım, bu da tamamen Ahmed abi sayesinde oldu. Ahmet abi hayatına giren her insana karşılıksız bir şeyler katan, nadir rastlanan bir insan.
****
Babanızın size olan katkısı çok büyük. Babanızın size olan katkılarından bahsedermisiniz?
Başladığımız bu sanat yolculuğunu sanki babamın başlattığı değerli bir misyon gibi düşünüyorum. Babam kendi imkanlarıyla büyük başarılar elde etmiş bu misyonu ömrünün yettiği seviyeye kadar getirmiş. Artık eskisi gibi çalışma durumu olmadığı için misyonu bize devretti bizde ömrümüz yettiğiince bu müsyonu ulaştırabileceğimiz seviyeye getirip taip olana devredeceğiz.
Babamın en büyük arzusu okumak olmuş ve bugün dahi elinden kitap düşmez. Bayburt'un bir köyünde, kısıtlı imkanlar nedeniyle ilk okulu bitirdikten sonra dedem okutmamış. Kendi imkanlarıyla resim yapmış, heykeller üretmiş ve güzel sanatlar fakültesine gitmeyi düşlemiş. Dönemin Güzelsanatlar Akademisi Dekanı Bedri Rahmi Eyüboğlu'na yaptığı işleri göstermiş. Babam, "Ben ilk okul mezunuyum ama neredeyse bütün dünya klasiklerini okudum, kendimi yetiştirdim. Ressam ya da heykeltraş olmak istiyorum. Beni okula alın" demiş. Bedri Rahmi Eyüboğlu, babamın yaptığı işlere bakınca gözleri dolmuş ve ona "Seni okula alamam ama seni birine yönlendireceğim" demiş. Bir mektup yazıp zarfın içine koymuş, "Al bunu, şu adrese git, Zahir Güvemli adlı kişi sana yardımcı olacaktır" demiş. Babam gitmiş, Zahir Güvemli'ye zarfı vermiş. Zahir bey zarfı okumuş, babamın yaptığı işlere bakmış, yetenekli biri olduğunu fark etmiş. O da bir mektup yazmış, zarfın içine koyarak babamı heykeltraş Cevdet Bilgin'in atölyesine yönlendirmiş.
Babam orada çırak olarak çalışmaya başlamış ve taştan heykel yapmayı, alçıdan kalıp almayı, bronz heykel yapmayı, polyester kalıp almayı ve daha fazlasını ustasından öğrenmiş. Yıllarca karın tokluğuna çalışmış ve ustabaşılık derecesine yükselmiş. Aynı zamanda Yıldız Üniversitesi'nde restorasyon bölümünde uygulama dersleri vermeye başlamış. Bu dönemlerde, babam zaman zaman beni yanında saraya götürürdü. O çalışırken, ben atölyede vakit geçirir, sarayın atölyelerini dolaşırdım. Sarayın her iş için ayrı atölyeleri vardı. Taş atölyesinden marangoz atölyesine, döküm ve alçı atölyelerine kadar. Merakımdan bütün atölyeleri gezerdim. Babamın saray dışında ufak tefek işler aldığı zamanlarda beni de yanına alırdı. Bu şekilde yaz tatillerini her fırsattta babamın yanıda geçirirdim.
Babamın yanında çalışırken ve onunla vakit geçirirken, işlerden çok üstünde durduğu konular iş ahlakı ve iyi bir insan olma konularıydı. Sürekli olarak vurguladığı konu iyi bireyler olmak üzeneydi. Her fırsatta iyi bir kardeş, iyi bir evlat, iyi bir anne-baba ve iyi bir insan olmanın öneminden bahsederdi. Vatana millete faydalı vatandaş olmamızı ister o şekilde eğitirdi. Dedemizin ona bir öğüdü varmış. Sürekli tekrarlarmış; "Ben size tek lokma haram yedirmedim, siz de benim torunlarıma yedirmeyin. Eğer yedirirseniz on parmağım ahirette yakanızda olur." Babam dedemizden duyduğu bu sözü bize söylerdi ve sizde bu ögüdü çocuklarınıza yapın diye tembihlerdi. Babamın önceliği bize sanatını aktarmak yerine önce ahlaki değerlere önem vermeyi sağlamaktı. Babam, bu konuda bize iyi bir örnek olmasaydı anlattığı hiçbir hikaye tesirli olmazdı bunu gayet iyi bildiği için o hep bize iyi örnek olmuştur.
Neden bütün bu olayları ve insanları bu kadar detaylı bir şekilde anlattığımı merak ediyorsanız, aslında hayatımıza giren her bireyin, özellikle de babam ve ailem gibi en önce gelen kişilerin kim olduğumuz üzerinde büyük bir etkisi olduğuna inandığım için böyle bir anlatım tercih ettim. Toprağa dönüşümüze vesile olan ve en büyük sanatçı olan Allah'ın, hayatımıza kattığı her insanla bizleri şekillendirdiği ve her bir dokunuşunun bizi farklı özelliklerle donattığı bir gerçektir. Bu sebepten dolayı, Rab'bime ailem ve karşılaştığım diğer güzel insanlar konusundaki minnettarlığımı ifade etmekte kelimelerin yetersiz kaldığı bir his içindeyim. Sonsuz defa şükürler olsun.
Ahlaki değerler açısından özellikle iş ahlakı ve toplumsal ahlak konularında, annem ve babamın özverili yaklaşımının ne kadar önemli olduğunu ifade etmek istiyorum. Onların özeni ve dikkati olmasaydı, bugün farklı bir "Ömer" olabilirdim. Bu durum, tıpkı bir ilacın veya zehrin hazırlanması gibi, ana malzemenin önemini gösterir. Eğer ana malzeme iyilikse, sonradan eklenen diğer iyilikler onun iyilik özelliğini daha da artırır. Fakat ana malzeme kötülükse, içine ne kadar çok iyilik katkısı eklerseniz ekleyin, sonuç yine ölümcül olabilir. İşte anne ve babadan alınan ahlaki eğitim de bu "ana malzeme" gibidir.
Başarılı çalışmalarınızda yer aldığınız projelerden bahsedermisiniz?
Pendik Kaynarca Merkez Camii
Pendik Sahil Camii
Türkmenistan, Aşkabat Camii ve kültür merkezi
Japonya, Tokyo Camii ve kültür merkezi
Almanya, Berlin Şehitlik Camii
Kağıthane, Başbakanlık Osmanlı Arşivleri Binası
İstanbul İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi
Çanakkale Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı Kabatepe Tanıtım Merkezi Yarışma Projesi
Erzurum - Alvarlı Efe Hazretleri Cami ve Türbesi
Bursa Nilüfer Fethiye Camii
Ataşehir Mimar Sinan Camii
Afyon Sultan Divanı Mescidi
Hırka-i Şerif Dairesi Restorasyonu ve Hırka-i Şerif Konservasyonu
Eyüp Sultan Hz. Türbesi Restorasyonu
Çamlıca Camii
Üçüncü hava limanı
Altunizade Marmara İlahiyat Camii
Taksim Camii öneri projesi
Güney Kore Expo 2012 Yeosu Türkiye Pavyonu
Amerika Birleşik Devletleri Diyanet Merkezi
Ankara Melike Hatun Camii
15 Temmuz Şehidler Makamı
Birleşik Arap Emirlikleri, Sharjah Camii
Alibey Köy Hacı Osman Torun Camii
Kadıköy İncirlibostan Camii
Arnavutluk, Tiran Namazgah Camii
İstanbul Finans merkezi
Levent Barbaros Hayterttin Paşa Camii