Ağırnas’tan Cihana Kubbenin Mührü Sinan.
(Bir Osmanlı Mucizesi Mimar Sinan)
Beni de hayırla yâd eyleyeler;
Dil-i mahsunumu şâd eyleyeler… diyerek sesleniyordu çağlara Mimar Sinan.
Büyük usta Sinan’ın sözleri arasında bir sözü daha var ki hepimize örnek olmalı. Ben hep o sözü hatırlarım.
“Yaptığın işi gönlünde hissedersen, ırmaklar çağlar içinde.”
Mimar Sinan
Bu sözleri bizlere aslında yaptığı tüm eserlerin boyutunu, kimliğini, özelliğini asaletini, estetiğini, matematiğini, ilmini nasıl ortaya koyduğunu ve başardığının ispatıdır.
14 yıldır bütün sevgimle Mimar Sinan’ın eserlerinin çekimlerini yapmaktayım. Her çıktığım eserlerine yıllarca, defalarca çıktım. Her çıktığım zaman sanki Sinan arkamda bana yol gösteriyor. Tüm dünyaya alamet-i farika eserlerini sergilemiştir.
Yıllardır Sinan’ın doğup büyüdüğü evi görmeyi merak etmişimdir. Bu hususta Sai Mustafa Çelebi’ye yazdırdığı Tezkiretü’l-Bünyan kitabı bana yol göstermiştir. Bu kadar büyük ve ihtişamlı kubbeleri nasıl zirveye taşımış?!
Gelelim Ağırnas yollarına nasıl revan olduğumuza.
Bir gün Yenidünya dergisi yayın yönetmeni kıymetli kardeşim Hasan Hafif beni Kayseri’ye davet etti. Benim yıllardır hayalini kurduğum Mimar Sinan’ın doğduğu evi ile tarihî yerlerin çekimini yapmak için ilk ışık doğmuştu. İşte o an içimde tarif edilemez bir heyecan başladı. Çünkü Sinan, evinin karşısında ki Erciyes Dağının tasvirini kubbelere benzetmişti.
10 Mayıs sabahı saat 5’te Saime Güler ve Tarihçi-Yazar İbrahim Akkurt ve Hasan Hafif ile buluşup soluğu Sabiha Gökçen Havalimanı’nda aldık. Saat 07.00 Uçağı ile Kayseri’ye havalandık. Güzel bir yolculuk sonrası alana iniş yaptık.
Bizi orada Kayseri Yeni Dünya Dergisi sorumlusu Suat Kodalak kardeşimiz karşıladı. Aman Allah’ım ne karşılama. Sımsıcak tavırlı, yüzünden tebessüm hiç eksik olmayan enerji dolu Suat kardeşimiz. Aslında ilk görüşmemizdeki o tebessüm dolu yüzü, iki gün boyunca yapacağımız çekimlerin enerji dolu geçeceğinin göstergesi olmuştu.
Havalimanından sonra dergi binasına geçtik. Soluklanıp kahvaltı yaptıktan sonra 14 yıldır hayalim olan Sinan’ın köyüne doğru yola çıktık. Yolda bir kaç tarihî yere daha uğradık. İlk durağımız o meşhur türküsü ile bildiğimiz Gesi Bağları ve Güvercinlikler durağı oldu. O hafızalara kazınan meşhur türküyü hatırlamak istersek;
Gesi bağlarında dolanıyorum
Yitirdim yârimi, aman aranıyorum..
Olağanüstü güzel bir yer. Eski zamanlarda Anadolu’nun bazı yerlerinde bağ ve bahçelerde gübrelerini kullanmak üzere yabanî güvercinler için özel mimarî tarza sahip farklı tipte güvercinlikler yapılmış.
Öğrendiğim kadarıyla Gesi Bağlarındaki güvercinliklerde bulunan yer altı odaları sadece bu yöreye özgü olup diğer bölgelerdeki güvercinliklerden önemli bir ayrım noktası oluşturmuş. İlk defa böyle mimarî tarz yapıyı inceleme fırsatı bulmuş oldum. Çok etkiledi beni. Güvercin gübreleri alt odalardan toplanıp gübre olarak bağ ve bahçelerde kullanılmış. Çok verimli olduğu için yüzyıllardır devam etmiş bu sistem. Erciyes Dağının o muhteşem görünümüyle birleşince ortaya müthiş güzellikler çıkıyor.
Gesi Bağları sonrası Ağırnas Köyüne revan olduk. Köye varıp o taş yapıları görünce beni bir kat daha heyecan sardı. Arabadan inip köylülere selam verdik, sohbet ettik. Sinan’ın adını duyunca hepsinin gözlerinde hemen bir ışıltı beliriyor ve “Sinan bizim ve dünyanın gururu.” diyorlar. Çok seviyorlar Sinan’ı. Bize Sinan’ı anlatıyorlar. Yok böyle bir sevgi, hürmet. Kim gururlanmaz ki. Karşınızda Sinan var.
Sohbet sorası ağır adımlarla evine doğru yürümeye başladık. Aslında ekibin hepsinde olduğunu hissettiğim büyük heyecanla hareket ediyorduk.
Ama bendeki bambaşka. Sanki bizi Sinan davet etmiş de evinde ağırlıyordu. Ve evin sokağına geldik. Duygu yüklüydüm. İçeride Sinan bekliyor hissi vardı. Ağır adımlarla kapıya yaklaştım ve kapıya vurup selamün aleyküm diyerek içeri girdim. İşte o an Mimar Sinan sanki karşımda oturuyordu ve bana “hoş geldin, safalar getirdin” diyerek beni karşılıyordu. Ve ben kendimden geçiyordum.
Geçti Bu Demde Cihandan Pir-i Mimaran-ı Sinan.
Aşırı duygu yüklüyüm. Sinan’ın doğduğu evi inceledikçe muhteşem, eşsiz mimarideki kubbeleri nasıl yaptığını şimdi daha iyi anlamış oldum. Evi bir süre inceledikten sonra Sinan’ın Süleymaniye Camii’ni açarken söylemiş olduğu o müthiş sözü aklıma geldi.
Sultan Süleyman Odabaşına dönerek;
“Caminin kapısını açmaya en lâyık ve en uygun kim olabilir?” diye sorarlar. Odabaşı; “Padişahım, Mimar Ağa kulunuz çok emek vermiş bir ihtiyardır. Lokman hikmeti üzere bu hususta caminin kapısını açmağa en layık kulunuz odur.” deyince, bütün insanların ve canlıların padişahı “Allah’ın rahmeti ve rızası üzerine olsun. Bina eylediğin Allah’ın evini, gönül temizliği ve dua ile açmak yine sana gerekir.” diyerek dua ve Allah’a şükür ile anahtarı ben kuluna verdiler.
İşte şu sözü hiç aklımdan çıkmaz. Eserlerini çekmeye gittiğimde hep bu sözleri bana ilham kaynağı olmuştur.
“Zenginlik hazinesinin anahtarını bulmadım ah
Nice kez can ü gönülden demeyince, Yâ Fettah!”
diyerek camiyi açma şerefine nail olur.
Kaynak;
Tezkiretü’l-Bünyan
Benim de o önemli sahne aklıma gelir ve “Yâ Fettah!” diyerek Sinan sanki izin vermişçesine doğduğu evin kubbelerini çekmeye, başlıyorum. Ellerim titriyor, hiç böyle olmamıştım. Aman bir hata yapmayayım, ustadan azar işitmeyeyim hissiyle işe başlıyorum. Her noktası ayrı bir heyecan dolu. Cihana altın harflerle adını yazdıran Sinan’ın asırlara vurduğu mühürler buradan açılmıştı. Bize bu kubbe altından, bu kapıdan ses gelmişti. Biz de bu sese kulak verdik ve Sinan’ın ayak izinde Ağırnas’a sevgiyle, duyguyla geldik. İyi ki geldik bizi çok iyi ağırladı Ağırnas köyü. Cuma namazını burada kılmayı nasip etti Rabbim.
Bizleri buralara getiren, bu kubbe altında toplayan Allah’ın lütfundan başka bir şey değildir.
Mesnevî;
Yaptım cami ve mihrap nice bin
Allah bilir ki hep secde için
Çok şükür Müslümanlığımı korudum
Bütün emirlerimde adaletli oldum.
Mimar Sinan
Ve ayrılık vakti geldi. Döndüm evin içine, Sinan karşımda şöyle dedim; “Büyük ustam, biz izninle yola revan olacağız ama tekrar yanına geleceğiz.” diyerek hüzünle oradan veda edip ayrılıyoruz. Mimar Sinan’ı anlamak için derinlere inmek lazım. Dünyaya kubbeli bir evde gözlerini açıp cihana Devlet-i Âliye’ye sayısız eserler bırakan büyük ustayı en derin minnet, saygı, sevgi ve hürmetle yâd ediyorum.
Zaten şu sözü bize örnek biri olduğunu özetliyor.
“Ben bütün bu eserleri hayırla yâd edilmek, hayır dua almak, Allah’ın rızasını kazanmak için, yaptım.
Biz hizmetimizi Allah için yaptık ve mükâfatını da ahirette bekliyoruz.”
Mimar Sinan.
Bizler de bu sözlere layık olmaya gayret gösteriyoruz. Gösterdik aslında… Büyük Çamlıca Camii’nin, hiçbir ücret almadan yıllarca çekimlerini yaptık. Ne mutlu, bu güzide eserde yapılan duaların içinde olabilmek.
Mimar Sinan’ın kendi yazdığı mührüne de değinmeden geçmeyeyim.
El-fakirul Hakir Ser Mimaranı Hassa
(Değersiz ve muhtaç kul, Saray özel mimarlarının başı)
Mimar Sinan,dan tevarüs eden kültür ve medeniyeti gelecek nesillere aktarmayı öncelikli vazife bilirim.
Şimdiki rotamız Yahyalı. 3 saatlik yol. Âşık Veysel’in;
Uzun ince bir yoldayım
Gediyorum gündüz gece
sözlerindeki gibi yollar uzun, ince bir yol. Yeşillik dolu. Suat kardeşimiz kaptanlığında yollara revan olduk. 3 saate yakın zahmetli bir yoldan sonra Yahyalı Kapuzbaşı Şelalelerine vardık. Yorucu oldu ama o muhteşem, insanı cezbedici manzarayı görünce yorgunluğumuzu unuttuk.
Her yerde hazır ve nazır, Hayyu Kayyum olan Allah (c.c.)’ın isim ve sıfatı tecellisiyle, bütün sanatı her an karşımıza çıkabiliyor.
Şelaleleri görünce biraz tefekkürden sonra aklıma Rahman Suresi’nin 28. ayeti geliyor.
“O halde Rabb’inizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?”
Bu ayet Kur’an-ı Kerim’de 31 defa geçmektedir. İnsan tefekkür edip düşünmeden geçemiyor.
Kayaların arasından nasılda gürül, gürül akıyor. Yine işe koyulma vakti diyor ve çekimlere başlıyorum. Her bismillah dediğimde Rabbim bizlere doğanın içine nakşettiği güzelliğini, sanatını gösteriyor.
Akşam vakti yaklaştı ve dönüş yolu hazırlığı... Hasan ve Suat kardeşlerim dönerken Yahyalı’ya uğrayıp kanaat önderlerinden Ali Ramazan Dinç Efendi Hocamızın fotoğrafını çekebilir miyiz dediler.
Ne demek büyük keyif alırım, dedim. Akşam vakti oraya vardık. Sonra çekimlerimizi yapmak için camiye geçtik. Abdestlerimizi tazeleyip camiye girdik. Hocamız bizi karşıladı, kalbî muhabbetten sonra çekime başladım.
Güzel bir muhabbetten sonra burası da bir anım oldu.
Gayet hoş, güzel birkaç fotoğraf çektim. Mihrabın önüne geldiğimizde; “Hocamıza söylesem acaba üstündeki cübbeyi beyaz olan ile değiştirir mi?” diye içimden geçti.
O an göz göze gelip o nur yüzüyle, tebessümüyle benim düşündüğümü bana söyleyince çok şaşırdım. Ben de büyük keyifle elbette hocam, dedim. Çünkü içeride beyaz renk daha güzel ve uyumlu olacaktı. Allah razı olsun ki hocamız ile kolaylıkla güzelliği yaşamış olduk.
Duasını alıp Kayseri’ye dönüş yoluna geçtik.
Güzelliği bulunduğu yerde yaşamak, güzel insanlarla olmak herkese nasip olmaz.
Cumartesi günü de Hasan ve Suat kardeşlerim ile Kayseri’nin eşsiz tarihî eserlerin çekimlerine başladık. İşe Mimar Sinan’nın Kayseri’deki tek eseri olan Kurşunlu Camii’nin çekimi ile başladık. Kayseri Selçuklu eserleri ve eşsiz tarihi zenginlikleriyle dolu. Türkiye coğrafyasında Selçuklu tarihi denilince Kayseri en önemli şehrimiz. Kayseri Kalesi, Saat Kulesi, Seyyid Burhaneddin Türbesi, Emir Erdoğmuş Türbesi, Hunat Hatun Külliyesi, Ulu Camii, Döner Kümbet, Saat Kulesi ve Zeynel Abidin Türbesi ve meydandan önde camii arkada Erciyes,in enfes çekimlerini yaptık.
Önemli bir husus; bugün biz Sinan’ı konuşuyorsak bunu öncelikle Allah’a, Rasûlullah Efendimiz’e borçluyuz. Selçuklu’ya borçluyuz, Devlet-i Âliyye’ye borçluyuz. Eğer Osmanlı olmasaydı, Fatih Sultan Mehmet Han İstanbul’u fethetmemiş olsaydı bizler bunların hiç birini konuşuyor olmazdık. Ayasofya ayakta kalamayacaktı, çünkü o muhteşem eser Sinan’ın dokunuşlarıyla günümüze kadar gelebilmiştir.
Ve tabi ki Ağırnaslı Sinan olmasaydı onun vücuda getirdiği hiçbir eserini konuşuyor, fotoğraflıyor olmazdık.
Kayseri denince ilk akla gelen bembeyaz doğa harikası sanatı ile bulutlara dokunan Erciyes Dağı gelir. Hititler Erciyese Beyaz dağ demişlerdir.
Sinan’ın gözünden yaşadığımız coğrafyaya bakıyor olsaydık o mücevher değerindeki eserlerin etrafı bomboş olurdu. Özgün uslûp sahibi olabilmek için çalışmak, araştırmak bilgi sahibi olmak lazım. O zaman o cevher yapılara daha iyi sahip çıkarız.
Ahmet Hamdi Tanpınar Sinan için şu sözleri yazar;
Bir Türk şehrinden bahsedip de Evliya Çelebi’yi hatırlamamak kabil değildir.
Cedlerimizden iki kişi vatan haritasını benimsemişlerdir. Bunlardan birincisi Mimar Sinan’dır.
Mimar Sinan,ı anlat anlat kelimeler yetmez. En derin sevgi,saygı ve minnetle.
Bize bu tarihî yolcuğumuza sebep olan, önderlik eden Hasan Hafif ve Suat Kodalak kardeşlerimize en kalbî muhabbetlerimle çok teşekkür ederim.