DENGE hayatın her alanında çok önemli.
Terazinin ibresinin azıcık ileriye veya geriye doğru şaşması tahmin edilmesi güç ve telafisiz sıkıntılara sebebiyet verebilir.
En güzel örneğimiz olan Sevgili Nebi’miz bizler için şaşmaz bir terazi ve denge misalidir.
Yüce kitabımıza baktığımız vakit Efendimize gösterilen önceki Nebi’lerin halleri hem O’na hem bize mühim prensipler devşirilebilecek hareket planı haritasıdır.
İşte bunlar bizim kontrolsüz olmamıza engel oluyor. Serseri mayın gibi nerede patlayacağımızın belli olmadığı durumlardan uzak tutuyor. Ona öyle buna böyle olmaktan alıkoyuyor.
Aklın devre dışı bırakıldığı, başkalarına emanet edilerek vekalet akılla iş tutmaktan beri kılıyor.
Hissiyatı körükleyip düşmanlık duyguları oluşturup onları besleyip büyütmekten menediyor.
Dolayısıyla: Kontrolsüz samimiyet yanlış. Ve yine kontrolsüz dindarlık aynı derecede kusurlu.
…
CANIMIZI yakıyor birisi. Aşağılıyor, toplum huzurunda veya aile içinde küçük düşürüyor.
Ötekileştiriyor, damgalıyor, öteliyor. Aşırı seslilikle veya aşırı sessizlikle dövüyor da dövüyor.
Aradan zaman geçiyor kısmen de olsa konuşabilecek bir zemin oluşuyor. Özür dileyeceğini umuyorsun. Çünkü gelişini, oturuşunu bu yönde yorumluyorsun.
Ama o da ne öyle… Burun yine havada, gözler yine velfecr okuyor, sözler yukardan aşağıya temizlik sonrası pis suyun balkondan dökülüşü gibi boca ediliyor.
Senden beklenen ise sineye çekmen, büyütmemen, uzatmaman…
Gerekçesi ise şu: Ben bunları yaparken samimiydim, kötü bir niyet ve kastım yoktu.
…
KONTROLSÜZ samimiyet kusur örtücü müdür? Kabahat kapatıcı mıdır?
Var olanı yok görmeyi sağlatacak kadar etkili midir? Hayır.
Samimiyet dahi yerinde olmalıdır. Kontrollü olmalıdır. Kıvamında bulunmalıdır.
Yoksa herkesi kırıp döker, sonunda bu kontrolsüz, disiplinsiz samimiyeti bir paravan şeklinde kullanmaya başlarız. Genellikle yaptığımız da budur ne yazık ki…
…
KONTROLSÜZ DİNDARLIKTA aynı şey değil mi?
Aklı ve insan fıtratını zorlayan, marufa uygunluk göstermeyen davranışların kaynağı bize göre dini olsa bile ortaya çıkışları, zuhura gelişleri, hayata yansıyış biçimlerini dikkate aldığımızda bunu sorgulamamız gerekmez mi?
Din adına yaptığımız her şey dine uygun mudur?
“Allah böyle buyuruyor, Rabbimiz şöyle söylüyor” dediklerimiz aslında bizim metinden anlayıp yorumladıklarımız değil mi? Bu şekilde haşa yaratıcımızı kendi kısır anlayış, tercih ve meşrebimize uygun şekilde konuşturmuş olmuyor muyuz?
Aynı şekilde Fahr-i Kâinat Efendimize yakıştırdığımız kimi sözler O’nun asla hayatı boyunca yapmadığı ve belki de mücadele ettiği hususlar ise bu bizim tavrımız yakışıksız değil midir?
Tüm bunları “Ben dindarlığımdan yaptım, sevdiğim için öyle söyledim, samimiyetimden ileri geliyor” gibi avuntu barındıran savunmalar kurtarır mı? Temize çıkarır mı? Suçumuzu ortadan kaldırır mı?
Yanılttığımız insanların yanlış yaşanmış hayatlarını, boylarını aşmış mutsuzluklarını, iç çelişkilerinden ötürü oluşan psikolojik iniş çıkışlarını, taşkınlıklarını örtmemize yeter mi?
…
DİNDARLIĞIN tanımı kolay değil elbette. Pek çok yönü var.
Sosyolojik, psikolojik, ontolojik ve bilmediğimiz başka açılar belki…
Aile, çevre, yaş, cinsiyet, eğitim, coğrafi bölge, buranın dini anlama şekli ve yaşama pratiğinin eğilimi önemli. Hatta medeni durum bile yer yer belirleyici.
Nereden bakılırsa ona göre bir açıklama, bir izah yapmak mümkün ama bu içimizdeki koca boşluğu ve yapmış olduğumuz devasa hataların sebep olduğu acıları dindirebilir mi?
…
ÖZEL bir tecrübedir dindarlık şüphesiz. Müşahede kısmı var ve çok önemli.
Teorik bir dindarlık tartıya çıkmamış, hayatla temas etmemiş, başkalarıyla iletişime geçmemiş demektir ki, nakıstır.
Dindarlık bir kulluk faaliyetidir.
Mânâ arayışının, kendini kontrol etme ve geliştirme ihtiyacının, huzuru arayıp bulma ve dünya ağrılarından ötürü sığınma isteğinin ete kemiğe bürünmesidir.
…
SAMİYET ise yine başlı başına hayatımızı kapsayan bir meseledir.
Ölçüdür.
İyi niyetin, dürüstlüğün, garazsız ivazsız oluşun, şeffaflığın, gizli ve hinlik barındırmayan ajandaların olmayışının ifadesidir.
Yapaylıktan uzak kalmanın asudeliğidir. Yüceltme ve aşağılamalardan imtina edişin sırrıdır.
Ama burada da bir kontrol lazımdır. Bunu ise Rabbimizin insanlığa belki de ilk vahyi olan akıl ile ancak yapabiliriz.
Demem o ki, kontrolsüz dindarlık sakıncalıdır. Kontrolsüz samimiyet problemlidir.
Kontrolsüz samimi dindarlık ise iki kat daha tehlikelidir.
Başımıza ne gelmişse bu ölçüsüzlük ve dengeyi koruyamayışımızdan gelmiştir.
Ya Selam!