KÜÇÜKTÜ henüz.

Annesi vefat etmişti. Dayısından başka kendisine sahip çıkabilecek kimsesi yoktu. O, iyi birisiydi. Merhametliydi ama derbederdi. Kendi hayatını düzenleyememiş hiçbir yerde dikiş tutturamamıştı.

Nerede yalvar yakar işe başlasa maaş günü gelmeden sepetleniyordu. Bu durum onu hem borç sahibi yapmış hem de amansız bir hastalığın pençesine düşürmüştü.

Çok geçmeden annesi gibi o da rahmetli olmuştu.

Artık yalnızlığı katmerlenmiş ve ıssız kalmıştı.

FASON iş yapan bir konfeksiyoncuda orta işi yapıyordu.

Dayısı gibi işsiz kalmaktan korktuğu için ne istenirse hemen yerine getiriyordu.

“Hayır” demeyi hiç sözlüğüne alamamıştı.

Her kelime vardı orada ama bu yoktu.

Zamanla sevildi, göze girdi.

Geceleri dükkânda kalmasına izin verildiğinden parklarda aç ve sefil sabahlamaktan kurtulmuştu.

Buna çok sevinmişti.

Tezgâhın altında henüz kesilmemiş kumaşların üstünde olsa bile parkasına iyice sarılıp embriyo gibi yattığında bir süre sonra uyuyabiliyordu.

Uyuyabilmenin ne kadar büyük bir nimet olduğunu belki herkes bilebilirdi ama o bunu bir başka bilirdi.

Soyulma ve istismar edilme korkusu olmadan can güvenliği içinde uyuyabilmenin kıymetini neyle değişebilirdi ki…

KIŞ mevsiminde herkesten fazla üşüyordu.

Bunu çok sonraları fark etti.

Devlet hastanesinde muayene eden hekim garibanlığını fark etmiş olmalı ki, kendisini sevmiş uzunca ilgilenmiş ve birçok tahlil yapmıştı.

Üşümesini açıklayacak bir emare bulamadı.

Sokaktan geldiği için muhabbet etmeyi biliyordu. Kendisine sıcak davranan bu doktordan bunu esirgemedi. Nöbetçi olduğu zamanlar yayına çağırdığında gidiyor ve sohbetin ateşini harlıyorlardı.

GÜVEN duygusu geliştiğinden ilk kez birine annesinden bahsetmişti.

Onu hayırla anmış ve ardından dualar etmişlerdi.

Yine tenha bir geceydi.

Söz döndü dolaştı anneye geldi.

Ondan bahsetmeyi sevdiğini kendisi de bu sohbetler sonrasında fark etti. Bu sebeple tüm hatıralarını yeniden canlandırmayı istedi ve anlatmayı denemeyi sürdürdü.

İyi de geldi bu kendisine.

Yaralarını sağaltıyordu.

Pişmanlıklarını fark ediyor bunları nasıl kendi kişiliğini oluşturmak için olumlu yönde kullanabileceğini öğrenmeye çalışıyordu.

Süreç güzel ilerledi.

Erkenden büyümüş gibi oldu.

Ağırbaşlıydı.

Ölçüp biçmeden, tartmadan ne bir söz söylüyor ne de bir işe girişiyordu.

Güç bir hâl ile karşılaştığında “Bu durumda annem ne yardı?” diye soruyor ve gelen iç sesine göre tutum alıyordu. Yanılmıyordu da.

NÖBET gecesiydi yine.

Mutat olduğu üzere yine hekime gitmişti. Yanında ağarmış kırık saçları olan bir ihtiyar ile oturmuş konuşuyorlardı. Onları bölmek istemediğinden sessizce geri dönmüştü ama fark edildiği için hekim arkasından “Mazlum nereye, seni bekliyorduk” diye seslenince çarnaçar geri dönmüş masanın etrafında üçüncü olmuştu.

Yancı olarak kalmayı yeğlediğinden sadece dinlemede kalmıştı. İşin doğrusu ihtiyarın sohbeti dinlenilir cinstendi. Bir süre sonra ihtiyar tecrübesinin verdiği duyarlılıkla “Evlat sen öksüz müsün?” diye sordu.

“Evet” dedi Mazlum.

Niyazlar edilip rahmetler dileme faslından sonra ihtiyar bu defa biraz çekinik haller içinde “Validen kışın mı göçtü?” diye sordu.

Mazlum bu soruya da yine “Evet” dedi.

İhtiyar uzunca bir süre önüne baktıktan sonra başını yavaşça kaldırarak “Kışların artık daha soğuk geçecek” deyiverdi.

Hekim ile Mazlum hayretle birbirlerinin yüzüne bakıyorlardı.

Onca tetkik, tahlil ve muayenelerle ulaşılamayan bir sonucu ihtiyar kalp gözüyle teşhis etmişti.

Mazlum kış aylarında demek ki bundan sebep herkesten daha çok üşüyormuş.

Ya Selâm!