Bir yanda açlık diğer yanda obezite, bir yanda susuzluk ve yoksulluk, diğer yanda israf ve şatafat. Afrika’daki bazı kabilelerin iletişimden yoksun olduğunu, Hindistan halkının %80'ini temiz suya ulaşamadığını biliyor musunuz?
Tüketim çılgını diye tanımladığımız kişiler ise farklı duygu ve hazların peşinde en son çıkan bir telefon markasının yeni modeline ilk sahip olabilmek için günlerce kuyrukta sabahlamak bu tüketim çılgınlığına bir örnek.
Tüketimde en önemli unsur dengedir. Elbette tüketeceğiz ama ihtiyacımız olanı en hesaplı bir şekilde tüketmemizde bir sakınca yok. Ancak ihtiyacımızdan fazlasını tüketmek maddi manevi birçok sıkıntı ve hastalıklara sebep olacağımız gibi, topluma ve yaşadığımız dünyaya da zararının olacağını unutmamalıyız. Alışveriş çılgınlığı yüzünden dünyada 850 milyondan fazla kişi açlıkla mücadele ederken 670 milyon fazla yetişkin ve 120 milyon çocukta obezite görülüyor. Yani birileri aç yatarken birileri tıka basa midesini doldurmakla meşgul.
Dünyada israf edilen yiyecek miktarı ile milyonlarca kişi beslenebilecek iken iklim koşulları nedeniyle gıdaya erişime az olanların yanı sıra çatışma bölgelerindeki insanlar da açlık ve gıda kıtlığı devam ediyor.
Dünya üzerinde 5 yaşın altındaki 40 milyon çocuk normal kilosunun üzerinde yani obez. Obezite ile mücadele için dünya genelinde ülkeler yıllık 2 trilyon dolar para harcıyor. Kardeşlik ve paylaşma duygusuna sahip olmak yerine bencil ve narsist bir nesil inşa ediyoruz. Bu problemin en önemli nedeni ise doyumsuzluk faktörü.
Şimdi olayı daha yakından ele alalım!
Tüketmenin çılgınlığı mı olur? “İhtiyacım var ki alıyorum” veya “var ki alıyoruz” gibi bahanelerin arkasına saklanmamak lazım. Ne kadar çok şeye sahip olursak o kadar çok mutlu oluruz düşüncesi insanları zamanla mutsuzluğa sürüklüyor.
Aşırı yemek yiyoruz, çok alışveriş yapıyoruz ve hep daha fazlasını istiyoruz. Bu şekilde de strese giriyor, çok az şeyden zevk alıyor, doyumsuz ve şikâyetçi oluyoruz. Örneğin; dünyada günde 18 milyar dolar makyaj malzemelerine, 15 milyar dolar da parfüme para harcıyoruz. Bunun nedeni ise içinde bulunduğumuz çağda üretimin inanılmaz boyutlara ulaşması ve ürün çeşitliliği yani hangisini alacağımıza karar vermekte zorlanmamız bu yüzden. Sonuçta sürekli yapılan reklamlar nedeniyle bu ürünler insanlar tarafından bir ihtiyaç olarak algılanıyor ve maalesef tüketiliyor
Televizyonda en çok reklamın olduğu programlara dikkatli bakacak olursanız eğer, asla belgesel ve kültür ağırlıklı bir reklam göremezsiniz. Dizilerde ve yarışma programlarında ve spor müsabakalarında ise karşınıza sıkça çıkan reklamlardan programı seyredemez halde gelirsiniz.
İnsanlar her yıl yaklaşık 500 milyar doların harcandığı bu reklamlar nedeniyle kendisine sunulan hayat tarzına ve ürünleri elde edebilmek için sürü psikolojisi ile inanılmaz bir yarışın içine girmekte. Limitsiz kredi kartlarımızla beraber tehlikeli bir serüvenin içine atıyoruz resmen kendimizi. Kitap okumak, ibadet etmek, tiyatro, bale, sinema gibi kültürel etkinlikler yapmak ya da tarihi yerleri gezmek ve sergi gibi kültürel etkinliklere katılmak yerine çocuklarımızı kirli alışveriş arabalarına yatırıp market market gezen, alışveriş merkezlerinde vakit dolduran bir toplum haline gelmiş durumdayız.
Çoğumuzun evi gereksiz mobilyalarla, gardıroplarımız ise kullanılmayan kıyafetlerle dolu. Televizyonlarda gördüğümüz ünlülerin sözde moda için evlerinde yüzden fazla ayakkabı sayamadığımız sayıda çanta sahibi olduğunu birçok kez izlemişsinizdir.
Aşırı tüketimi engellemek için bireysel olarak neler yapabiliriz?
Alışveriş bağımlılığı da tıpkı sigara, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı gibidir aslında. Eskiden ülkemizde bu kadar ürün çeşitliliği olmadığı için tüketim çılgınlığı da bu kadar gündemde değildi. Maddi durumu olan da olmayan da bir şekilde ihtiyacından fazlasını tüketiyor. Özellikle maddi durumu iyi olmayan aileler hem aile bütçesini sarsıyor hem de aile içi huzursuzluğa sebep oluyor. Hayatımıza sinmiş olan bu tüketim kültürü, bazen o kadar ileriye gidiyor ki, günümüz insanı farkında olmadan ailesini ve çocuklarını bile tüketim vesilesi haline getirebiliyor. Anne babalar kendi tüketim alışkanlıklarının çocuklarını nasıl etkilediğini düşünmeden hareket ederlerse eğer, çocuklarda bu tüketim alışkanlığı baş göstermektedir.
Çocuklar hayatı ve onunla nasıl savaşacağını anne babalarını taklit ederek, onları gözlemleyerek öğrenir, onlarla birlikte yaşadıklarını ve gördüklerini içselleştirir, özellikle okul öncesi döneminde ailenin hayat tarzı, eğlenme ve harcama kültürü zihnine yerleşir ve onun bir parçası haline gelir. Eğer bu dönemde aile ile birlikte geçirilen vakitler kırgınlığı yaşandığı AVM'lerde oluyorsa çocuklar da haliyle elindekini paylaşmayı bilmeyen, bencil, üretmenin kıymetini bilmeden faydalandığı şeyin zevkine eremeden tüketen bireyler haline dönüşürler. Maalesef bu tüketim akıntısına çocuklarımız ve bizler katılmış durumdayız.Ailelerin çocuklarına gösterdiği şefkat, çocukları tüketim kültürüne iten başka bir faktördür. Çocuğun her istediği yerine getirilmemelidir. Doğru ebeveyn olmanın, çocuğun hiçbir şeyden mahrum bırakmamak olduğunu düşünen anne babalar çocukların isteklerini hiç bekletmeden karşılayarak tatminsiz ve doyumsuz bir çocuk ortaya çıkarır. Şunu bilmeliyiz ki; çocuklarımızın sorumluluğu bizim üzerimizdedir ve onlar hayatı, dünyayı bizim sayemizde tanımaktadır. Onların sağlıklı birey olmaları için bilinçli tüketici değil bilinçli kullanıcı olmalarını sağlamamız gerekmektedir.
Öncelikle ailemizle yaşıyorsak eğer iyi bir aile bütçesi planlayarak işe başlayabiliriz. İhtiyaçlarımızı belirleyip, sonra hep beraber bu ihtiyaçlarımızın hangisinin gerekli, hangisinin gereksiz olduğunu ve acil olduğuna karar vermeliyiz. Örneğin evde eskiyen eşyaları atmak yerine farklı bir şekilde değerlendirebiliriz. Bu şekilde çocuklarımıza eskisini at yenisini al kültürü yerine eski- yeni değerlendirme kültürü gelişecektir. Oyuncak almak yerine oyuncak yapma, çikolata almak yerine beraber çikolata yapmak gibi tüketen bir toplumdan üreten topluma geçersek tüketen değil üreten çocuklar yetiştirmiş oluruz. Anne babalarımızdan gördüğümüz eski kıyafetlerimizden bez yapmak, bayat ekmekten köfte yapmak gibi,bozulan eşyaları atmak yerine önce tamir etmeyi denemek çok iyi bir başlangıç olacaktır. Tamir olmayanları ise geri dönüşüme göndererek yeniden değerlendirilmesini sağlamak, mümkün olduğunca reklam seyretmemek ve seyrettirmemek. Bircok mağazayı dolaşıp fiyat karşılaştırması yapmadan ürün almamak vs.
İnsan ne kadar az şeyle idare ederse o kadar mutlu olur, istek ve ihtiyaçlar ne kadar çoğalırsa özgürlük de o kadar azalır.
Sonuç olarak binlerce lira harcayarak satın aldığımız eşyaların ve tüm bu tüketim çılgınlığının psikolojimize ve toplumsal bilinci nasıl etkilediğini düşündünüz mü?