Rekabetin globalleştiği, bilgi ve teknolojinin sınır tanımadan
yaygınlaştığı bir dünyada şirketlerin rekabette üstünlük
sağlayabilecekleri tek konu insan kaynaklarıdır. Batı dünyasının
uzun yıllar büyük bir gıpta ile izlediği ve bir Amerikalı Toplum
Bilimci (Dr.Deming) öncülüğünde gerçekleştirilmiş olan
Kaizen(Sürekli İyileştirme) Metodu esas olarak beş temel ilkeye
dayanmaktadır.
1. Çalışanlara zayıflıklarının üstesinden gelmek için yardımcı
olmak,
2. İnsanları suçlamadan sorunu çözmek
3. Sürekli gelişim içinde olmak,
4. İnsanı bütün olarak tanımak ve kabul etmek,
5. Karar alırken uzlaşmayı sağlamak.
Japon Hârikası diye adlandırılan süreç incelendiği zaman, bütün
ögelerin insana bağlı olduğu açıkça ortadadır. Bu gücü harekete
geçirmek ise önemli ölçüde liderlere bağlıdır. Gerçek liderler
çalışan memnuniyetinin, çevre bilincinin ve sosyal sorumluluğun
gelecekte üretkenliği ve verimliliği artıracağının
bilincindedirler. Ayrıca şirketlerin sahip oldukları değer sistemi
onlara pazarda varolan en üstün nitelikli insan gücünü istihdam
etme şansını vermektedir.
Sağlam bir akıl ve ahlâk yapısına sahip olan Japonlar, baştan başa
yıkılmış, ağır tazminatlar ödemeye mahkum edilmiş yurtlarını, yirmi
beş yıl içinde dünyanın en zengin ve ileri ülkelerinden biri haline
getirmeyi başarmışlardır. Japonya’nın yakın tarihinde iki dönüm
noktasından söz edilir. Birincisi 1800 yıllarında olan Meiji
devrimi, ikincisi 2. Dünya savaşı.
Meiji dönemiyle, batıda gelişen teknoloji devrimini yakalamak için
ilk sanayileşme hareketleri başlamış ve ikinci dünya savaşına kadar
devam etmiştir. Şu bir gerçek ki, bu süreçte Japonya, batının
kültür ve medeniyetini değil, bilim ve teknolojisini örnek
almıştır. Ancak ikinci dünya savaşını kaybedince, Amerikan Askeri
birlikleri tarafından işgal edilen ülkenin her tarafında Amerikan
kışlaları kurulmuştur. Amerika’ya karşı savaşı kaybeden Japonya
için, artık bu ülkenin kültüründen etkilenmemek imkânsız hâle
gelmiş, özellikle 1970’li yıllarda her tarafı Mcdonalds’lar,
7Eleven Shop’lar kaplamıştır. Bu süreçte Japon dili de
İngilizce’den giren yabancı sözcüklerle dolmuştur. Yine de
Japonlara göre, Amerikan kültürü ve etkileri Japon kültürünü
değiştirmemiş, sadece sosyal yaşantıdaki boşlukları doldurmuştur.
Çünkü bütün bu gelişmelere karşı Japonlar, kendi kültürlerinden de
asla taviz vermemişlerdir.
Peki, ama Japonya nasıl kalkınmıştır?
Bunu açıklarken sayısız kriter ele alınabilir, fakat temelinde
incelediğimizde Japon kalkınması şöyle bir seyir izlemiştir:
İlk teknolojik gelişmelerin başladığı 1868 yılından 1912 yılına
kadar batı malları ülkeye girmiş, özellikle askeri alanda teknoloji
geliştirilmiştir. Bu dönemde, Japon deniz altıları ve gemilerinin
kalitesi büyük gelişmeler kaydetmiştir. Birinci Dünya Savaşında
İngiltere’nin yanında yer alan Japonya savaşı kazanmış, Asya’da
güçlü bir orduya sahip devlet konumuna gelmiştir. İkinci dünya
savaşına kadar yine askeri alandaki gelişme devam etmiş, Japonlar
gemi ve denizaltı teknolojilerinde sağladıkları gelişmeyi, nükleer
silah ve uçaklarda da göstermişler, İkinci dünya savaşında bu
uçaklar Amerikalıların korkulu rüyası haline gelmiştir.
Japonya’nın bugünkü sivil teknolojik gelişmesi, temellerini bu
tarihi dönemeçten alır. İkinci dünya savaşını kaybeden Japonya için
ordu kurmak ve silahlanmak Amerika tarafından yasaklanmıştır. Zaten
taş taş üstünde kalmayan ülkede bu askeri teknoloji sivil hayata
taşınmış ve sivil şirketler, eski Japon ordu düzeninde örgütlenmeye
başlamıştır. Günümüzdeki Japonya’nın yapısını işte bu şirketler
oluşturmuştur. Mesela, bugünkü Mitsubishi, aslında Japon
donanmasına gemi yapan bir kurum iken, sivilleşmeyle birlikte
teknolojisini geliştirip satan bir şirket konumuna gelmiştir.
Benzer bir örnek olan Nikon da aslında Japon ordusuna dürbün,
denizaltı periskoplarını ve benzer teçhizatı sağlamaktaydı.
Temelini askeri endüstriden alan ve bugün karşımıza marka olarak
çıkan daha birçok Japon şirketi vardır.
Bu arada şu gerçeği de göz ardı etmemek gerekir: Japonlar millet
olarak asırlar boyu dışarıdan karışıma uğramamış bir gen havuzuna
sahiptirler. Diğer bir ifadeyle, değişik ırkların karışımı söz
konusu değildir, bunun sosyal sonucu ise, aynı düşünce yapısını
paylaşan, aynı şekilde davranan, bir toplumun var olmasıdır. Bu,
netice olarak birlik, beraberlik, takım çalışması gibi kavramların
gelişmesine sebep olurken aynı etnik, yani genetik yapıya sahip
olan insanların arasında siyasi ve toplumsal uzlaşmanın hep var
olması sonucunu doğurmuştur. Bir Japon Profesör, bu konudaki
görüşünü şöyle dile getirmişti; “Japonlar kişisel olarak ‘ben’
diyemezler, onun yerine ‘biz’ derler, hep bir gruba ait olmak
isterler. Bilim alanında büyük kişisel çalışma pek çıkmaz Japonlar
arasından, onun yerine takım çalışmasının sonucu olan uygulamalı
bilimler ve teknoloji açısından iyi çalışmalar söz konusudur.” Bu
nedenle, Japonya’da temel bilimler, fizik, kimya, biyoloji alanında
Nobel ödüllü çok az sayıda çalışma varken, teknoloji harikası
çalışmalar batıyı da geride bırakmaktadır.