''Afrika'da her sabah bir ceylan uyanır. En hızlı arslandan daha
hızlı koşması gerektiğini, yoksa öleceğini bilir. Afrika'da her
sabah bir arslan uyanır. En yavaş bir ceylandan daha hızlı koşması
gerektiğini, yoksa aç kalacağını bilir. Arslan ya da ceylan
olmanızın önemi yok. Yeter ki güneş doğduğunda koşuyor olmanız
gerektiğini bilin.''
20. Yüzyıl, teknolojide atılım çağı olmakla birlikte acımasız bir
rekabeti de beraberinde getirdi. ''Şirketleri dünya rekabetinin
savaş gemilerinden koruyacak bir liman yoktur.'' diyen yazar
haklıydı. Devasa fabrikalar gittikçe çoğalan insan ihtiyaçlarına
yönelik ürünleri en ucuz, en çabuk nasıl üretiriz diye tasarlarken,
tüketicilerin beğenilerini de iyi tespit etmek zorundaydılar.
Otomobil endüstrisi, pazarların evrenselleşmesinin ve bunun
sonuçlarının güzel bir örneği. 1966'da ABD araba pazarının %7'sini
oluşturan ithalatın oranı 10 yıl sonra %15'e, 1982'de ise %30'a
ulaştı. Diğer ülkelerde de aynı artış görülüyordu. 1966 ile 1982
arasında otomobil ithalatı Fransa'da %14'den %22'ye, Almanya'da
%15'den %25'e ve İngiltere'de %5'ten %58'e yükseldi. Pazarların dış
rekabete açılması motorlu taşıt üretimi yüzdelerini
değiştirdi.1950'de ABD tüm motorlu taşıtların %75'ini, Avrupa ise
%20'sini üretiyordu. Japonya'nın payı yok denecek kadar azdı. Otuz
yıl sonra Avrupa'da gerçekleştirilen motorlu taşıt üretimi %37.5,
Japonya'daki % 28.5 ve ABD'deki sadece %21 oldu. Rekabetin
küreselleşmesi, telekominikasyon ekipmanları, finans ve diğer
hizmet sektörlerinde de görüldü.
Japonya, 1950'lerde bir sürü döküntü mal üretiyordu. Ama bugün
Japonlar, insana yönelik yönetim taktikleri sayesinde dünyanın en
kaliteli ve ucuz üreticilerinden biri haline geldiler. Japon
otomobil üreticisi Mazda, 1980'lerde talepte azalmayla karşılaşınca
fabrikadaki işçileri çıkarmak yerine araba satımı işine
yönlendirdi. Japonya'da arabalar genellikle kapı kapı gezen
pazarlamacılar tarafından satılır. Yıl sonunda en iyi satış yapan
elemanlarına ödülleri verilirken, en iyi on satıcının eski fabrika
işçileri olduğu görüldü. Bu insanlar ürünün özelliklerini
müşterilerine çok daha yetkin şekilde anlatabiliyorlardı. Talep
artıp işler yeniden canlandığında ise, fabrika işçilerinin
müşterilerle temasa geçmiş olması, ürünlerin özellikleri konusunda
yararlı fikirler üretebilmelerini sağladı.
Benzer bir örnek de Lincoln Elektrik'te görüldü. 80'li yılların
başlarında ülke içindeki iş hacmi yılda %40 oranında azalmaya
başladığında, Lincoln eleman çıkartmamak için işçileri satıcılık
yapmak üzere küçük garajlara, dükkanlara ve Lincoln'ün normal
dağıtım kanallarının ulaşamadığı diğer küçük işyerlerine göndermeye
başladı. Üstelik, bu işçiler yeni müşterilere yeni kaynak ekipmanı
satmaktan daha fazlasını da yapıyorlardı. Bu sektörde kazancın
büyük bölümü yedek parça satışından gelir. Lincon böylece pazara
daha fazla girdi ve satışlarını artırdı. Lincoln şirketinin aldığı
karara göre, üç ya da daha fazla yıl şirketlerinde çalışmış olan
hiçbir eleman iş yetersizliği nedeniyle işten kovulamaz. Otuz yılı
aşkın bir süre boyunca tek bir Lincoln elemanı bile iş yetersizliği
nedeniyle şirketten çıkartılmamıştır. Bu politika, işini gerektiği
gibi yerine getirmeyen elemanları korumaz; yönetimin, tüm
elemanların verimli çalışmalarını sağlayacak bir iş seviyesini
korumasını gerektirir. İş güvencesi konusunda bir politika
oluşturmalarının nedeni, korkunun yararsız bir motivasyon aracı
olduğuna inanmalarıdır. İşten çıkartılmaktan korkan eleman,
elindeki işi mümkün olduğunca uzatma eğilimine girer. Bu tür
korkulardan kurtulmaları elemanların çok daha iyi iş çıkartmalarını
sağlar.
Teknolojik donanım parkurunu modernize etmenin tek başına yeterli
olmadığını, 80'li yıllara kadar yarım asır boyunca dünya otomotiv
sektörünün lideri General Motors'un hazin hikayesi göstermektedir.
Alınan yanlış kararlar, bu teknoloji devinin cüceleşmesine sebep
olmuştur. Queen Mary transatlantiğinin güvertesine çıkmaya çalışan
küçük bir çocuğa ilişkin bir öykü vardır. Çocuk rastladığı ilk
tayfaya sorar: "Efendim, bu büyüklükteki gemiler sık sık batarlar
mı? ". " Hayır" der tayfa. "Yalnız ve bir kere batarlar." General
Motors da dünyadaki en büyük şirkettir. ; üç milyon kadar memur,
müstahdem, işçi, tüccar ve yan sanayi kuruluşunun cankurtaran
simididir. Bu dev şirket, tek bir yöneticinin yanlış kararları
yüzünden, sıradan şirketler konumuna düştü.
80'li yıllarda, bütün Amerikan Sanayisi ile birlikte General Motors
da güçlükler içindeydi. ABD, büyük krizden beri yaşanan en büyük
geriye gidişin ortasındaydı. Limanlara giderek yükselen miktarda
ithal malları yığılıyordu. İthal ürünler on yıl içinde iki katına
çıkmıştı. Japonların en büyük avantajının ucuz işgücü sanılmasının
da etkisiyle teknoloji yarışı hızlandı. Herşeyin ileri derecede
otomatize olduğu "ışıksız fabrikalar" gündeme geldi. Robotlar,
gece-gündüz gözetimsiz, daha doğrusu makinelerde bir gariplik
olması halinde düğmeleri kapatmak üzere bulunan sadece üç kişinin
nezaretinde çalışmak üzere programlanabilecekti. Yeni teoride, gece
herşeyi insansız olarak çalışır durumda bırakıp ışıkları kapatarak
eve gidebilecektiniz. 1980'de GM'de çalışır durumda 300 robot
vardı. 1990'a kadar 14 bİn robota ulaşılması hedeflendi. Bütün bu
teknolojik hamlenin amacı, saat ücretiyle çalışan işçilerden
kurtulmaktı. 1981'de GM'nin yönetim kurulu başkanı Smith, şirketin
sorunları konusunda şu yorumu yapıyordu. "Altetmemiz gereken en
büyük dezavantaj hiç şüphesiz işgücü maliyeti." 1980'lerin
ortalarında GM, tesislerine işçilerin yerini alacak yeni makineler
kurmak için 3 milyar dolar harcarken Ford işgücü verimliliğini
artırma üzerinde yoğunlaştı. Ford'un istihdam ilişkilerinden
sorumlu genel müdür yardımcısı Peter Pestilla bu konuda "GM
işçilerinin rolünü asgariye indirmeye çalışıyordu" demekteydi.
Ford'un amacı ise işçilerinin katkılarını azami dereceye
çıkarmaktı. Sonuç: GM tesislerinde işçi başına üretim, Ford'dakinin
yarısı kadar oldu. 1990 içinde Ford, 1.5 milyar dolarlık zarar
bildirdi. Chrysler'in 1.7 milyar dolarlık zararında, aldıkları
federal kredi güvencesinin çok az yararı oldu. General Motors da
para kaybetti. Ama şirketin büyüklüğü gözönüne alınırsa bu kayıp o
kadar da büyük sayılmazdı. Yalnızca 762 milyon dolar. Ama yine de
1921'den beri ilk kez zarar edilen yıldı ve örgüt içinde bir
inançsızlık ürpertisine neden oldu. Şirketin genel müdürü Roger
Smith, kamuoyuna, sorunun Amerika'daki yüksek işçilik maliyetinden
ve geçmişteki ucuz kredi politikasından kaynaklandığını söylüyordu.
Ona göre, "Eğer biri yarın deniz suyunu benzine dönüştürme
yöntemini bulsa, Japonlar hemen piyasadan silineceklerdir." Ama
onun Japonları bu kadar hafife alması, tehlikenin büyüklüğüne
uymuyordu. Japonya, korkunç bir rakipti. Doğal kaynakları çok az
olan bu küçücük ülkenin homojen bir kültürü ve düşük bir doğum
oranı vardı. Eğitime öncelik veriyor, Amerikalılardan iki kat fazla
para biriktiriyorlardı. Hiçbir askeri harcaması yoktu ve Japon
hükümeti kararlı bir biçimde sanayii destekliyordu.
Japonların daha çok para kazanma isteği anlayışla karşılanabilir,
ancak giderek daha geniş dış Pazar paylarına sahip olmaları, onlara
daha zengin ve konforlu yaşama tarzı olarak aksetmiyor. Şehir
hayatı sıkışık, sınırlı ve aşırı derecede pahalı. Japon evlerinin
ancak yarısı kanalizasyona bağlı. Banliyo trenleri olağanüstü
kalabalık. Karayolu sistemi büyük ölçüde yetersiz. Bunlar ve günlük
hayattaki benzer altyapı eksiklikleri bir Japon şehirlisini, daha
fakir bir Avrupa şehirlisinin tattığı konfordan aşağı standartta
bırakıyor. Japonya, modern çağda önemli ölçüde milletlerarası bir
rol oynayan ilk Batılı olmayan ülke idi. Japonya, 20. yüzyılın
başında Rusya'yı yendi. ABD'ye saldıran tek devlet oldu. O günden
geçen yüzyılın sonuna dek dünyanın ikinci büyük ekonomisine, fert
başına gelir açısından en zengin olma konumuna erdi. Ticaret
ortaklarının pek çok sanayiini ya yok etti veya tehdit ediyor.
Dünya ekonomisinde çok önemli finansman manipulasyonuna sahip olma
yolunda. Ayrıca Batılı olmayan iki ülke, Güney Kore ve Tayvan, Batı
yerine Japon sanayileşme örneğini taklit ederek önemli ülkeler
haline geldiler.
Japonya'nın üretim verimliliği 1960'tan 1980'e kadar altı katına
çıktı. Oysa ABD'nin verimliliği bu süre içinde yalnızca üç kat
arttı. 1980 Ekim'inde GM'de dolaştırılan gizli bir rapor, rekabet
durumunu tüm açıklığıyla gözler önüne serdi. Japonlar, seri üretim
yapan bir fabrikayı ve ek tesislerini GM'nin malettiğinin yarı
fiyatına kurabiliyorlardı.Üretim tezgahlarını zamanın % 90'ında
işler durumda tutma imkanları vardı. Oysa GM'nin çalışma zamanı
ortalaması yüzde 60 idi. GM'deki 14 yönetim kademesi yerine,
Japonlar, bütün bunlar yalnızca 5 yönetim kademesi ile
gerçekleştiriyorlardı. 1981'in başlarında GM'de yapılan başka bir
araştırma, Japonların küçük bir otomobili 1800 dolara
malettiklerini gösterdi. Bu maliyet GM'nin benzer bir modele
harcadığı bedelden düşük olması bir yana, ayrıca dünyanın yarısı
kadar bir mesafeden gönderme masraflarını ve gümrük vergilerini de
kapsıyordu.
Gelecek teknolojide yatıyor. Ama denklemin yarısı ve daha ağır
basan yanı insan malzemesi. Yeni kalite seviyelerine ulaşma
sürecinde hiçbir şey insan çalışmasının yerini alamaz. Bir keman,
sadece tahta ve telden yapılır. Müzik ise sanatçının ellerinde ve
ruhundadır. Yöneticilerin asıl görevi çalışanlarını uyumlu bir
şekilde çalıştırmak için orkestra şefliği yapmaktır.
servet.engin34@hotmail.com