’’Dağlar, köklerinin derinliği nisbetinde yükselirler, insanlar da
ruhlarının.’’
Asrımızda, hakkında en fazla yazılıp çizilen, polemiklere konu olan
bir zat Bediüzzaman. O, sürgün edildiği Barla dağlarından dünyaya
haykırmış, insanlardan tecrid edilerek zehirlendirilip ölüme mahkûm
edildiği hapishane hücrelerinden ölüme meydan okumuş, tek kişilik
bir ordu hüviyetiyle dünyayı dize getirmiştir. Hüzün potasında
erittiği ruhunda oluşturduğu lâvlar, davasını cihana haykırırken
bir kasırga, bir tufan gibi karşısındaki buzdan dağları eritiyor,
çıktığı mahkemelerde mahkûmken bile hükmeden âbide bir şahsiyet
oluşturuyordu:
‘’Seksen küsur senelik bütün hayatımda dünya zevki nâmına bir şey
bilmiyorum. Bütün ömrüm harp meydanlarında, esaret zindanlarında,
yahut memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefâ, görmediğim
ezâ kalmadı. Divân-ı Harplerde bir câni gibi muamele gördüm. Bir
serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Zaman oldu ki
hayattan bin defa ziyâde ölümü tercih ettim. Bana sen şuna-buna
niçin sataştın diyorlar. Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri
göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor. İmanım tutuşmuş
yanıyor. Bu yangını söndürmeğe, evlâdımı kurtarmağa koşuyorum.
Yolda biri beni kösteklemek istemiş de ayağım ona çarpmış, ne
ehemmiyeti var. Bu müthiş yangın karşısında şu küçük hâdise bir
kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler.’’
Bediüzzaman Hazretleri, İslâm âleminin bünyesini kanser hücreleri
gibi içten içe kemiren, asırlarca çare bulunamamış, kronikleşmiş
dertlerine çok köklü, ayrıntılı çözümler üretmiş; insanlığa, hâzık
bir hekim edasıyla Kur’ân eczahânesinden hayat-bahşeden şifa
reçeteleri takdim etmiştir: ‘’Bizim düşmanımız cehalet, zaruret,
ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı san’at, mârifet, ittifak silahıyla
cihâd edeceğiz.’’ ‘’ İslâmın yeryüzünde hâkim olmasına en yüksek
medar, maddeten terakki etmektir’’, diyerek bunun da yol haritasını
asrın teknolojik silahlarıyla donanma,bir araya gelme ve vazife
taksimatı yapma olarak özetlemiştir. ‘’Kadınlar zayıftır,
cemaatleri kuvvetlidir’’ diyerek ‘’Sivil Toplum Örgütleri’’nde bir
araya gelen zayıf insanların dev cesametinde işlerin altından
kalkabileceklerine işaret etmiştir. Toplum Mühendisliği’nin
şâhikalarında inovasyon ufukları çizerek, âdeta bedevî çocuklardan
İskender’ler yetiştirmenin formüllerini vermiştir.
Rahmetin arşı topraktır. Cenâb-ı Hak en büyük icraatını toprakta
gerçekleştirir. Halbuki eli, gözü, iradesi , kudreti yoktur.
Ezilip, hor görülmesine rağmen en büyük bereket ondadır. Demek ki
rafine hâle gelme, duru ve öz hüviyeti ihrâz etme rahmet sağanağı
ile ıslanmaya, yeşerip meyve vermeye vesiledir. O’nun Kur’ân
nurundan istifadeyle yeryüzüne yansıttığı şualar, insanlığın bütün
karanlıklarını aydınlatacak kadar parlaktır. Eğer insanlık ondaki
sırları çözüp hayata tatbik etse, medeniyet şâhikalarında yeni bir
dönem insanlığın kararan ufkundan tulû edecektir. Çoraklaşmış
yeryüzü modernizminin bu denli bir rahmet deryasıyla ıslanmaya, kin
ve nefretten, terörden, her türlü fitne ve kaostan bunalmış,
çırpınırken feryadını kimseye duyuramamış bedbaht insanlığın
böylesi bir rahmet eline kadar ihtiyacı olduğu her türlü izahtan
vârestedir.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Peygamber Efendimizin(sav) sünnet-i
seniyyesini bihakkın yaşadığı için diğer velilerin kazandıkları
füyûzatın çok fevkinde Mevhibe-i İlâhi'ye mazhar olmuştur. Türkçeyi
sonradan öğrendiği, içtiği çayın dibinde biraz bırakan talebesi
Albay Hulûsi ağabeye ''Hulûsi sen sünnet bilmez'' diyecek kadar
konuşmakta güçlük çektiği hâlde, Risaleleri yazdırma sırasında
farklı bir üslûp sergiler. Mehmet Âkif Ersoy'un ifadesiyle
''Batının Dante'leri, Sheakspir'leri, Goethe'leri..en büyük yazar
ve şairleri Bediüzzaman'ın edebiyat sahasında ancak bir talebesi
olabilir. Milyonlarca insanın topla tüfekle yapamadığı davasını
yeryüzüne yayma vazifesini, o unutulup gitsin diye sürgün edildiği
kuş uçmaz kervan geçmez Barla tepelerinden, 28 sene mahkûm edildiği
memleket zindanlarından bütün cihana haykırdı. ''Allah, kör ve
felçli bir adama dünyayı fethetme istidadı vermiştir'' hakikatinde
olduğu gibi, ihlâs ve samimiyetin ne denli bir güç olduğunu bütün
insanlığa gösterdi. Her şeyin bir kerameti olduğu gibi samimiyetin
de bir kerameti vardı. Onun için çok önem verdiği İhlâs Risalesinin
başına ''Her 15 günde bir muhakkak okunmalı'' demişti. Doğu'dan bir
şeyh kendisini ziyarete geldiğinde ''Üstadım bu vird(dua) midir ki
durmadan durmadan oku diyorsun'' dediğinde, ''Keçeli, yapamazsınız
diye 15 günde bir okuyun dedim. Yoksa 3 günde bir diyecektim'' diye
cevap vererek, kâinatın mayesinin sevgi ve muhabbet olması gibi,
bütün âmellerin mayasının ihlâs ve samimiyet olduğunu, aksi hâlde
yapılan bütün ibadetlerin boşa çıkacağını ifade etmiştir. Bugün
O'nun yazdığı eserleri program yapan ''Gönüllüler Ordusu'' bütün
ülkelerde okullar açarak, sevgi ve muhabbetle gönüllere girerek
binbir dertle kıvranan insanlığa Şifa Hazinesi'nden kevserler
sunuyorlar. En gür sadâylaebedî hakikatlerin cihânda yankılanması
için canlarını feda ediyorlar.
60 ihtilali sonrasında Ankara Belediye Otobüslerinin dış yüzeyine
Risale-i Nur'ların reklâmı verilir. Komutanlardan biri bunu görünce
öfkelenip hemen kaldırtır. Birkaç saatliğine de olsa Risale-i Nur
adının Ankara sokaklarında şehbâl açması üstadın talebelerini
sevindirmiştir.Rabbimize sonsuz şükürler olsun, bugün her yerde
İslâmın hayat bahşeden yüce hakikatlerini yeryüzünde yeniden
bayraklaşmasına, dünyanın yeniden gül bahçesine dönüşmesine vesile
olacak Kur’an tefsirinin muazzez müellifini büyük bir kesim
tanımaya başladı. Bu gayretler desteklenmeli ve bu gibi filmler
bütün dünya dillerine çevrilip dış ülkelerde de gösterilmeli. Emeği
geçenlere sonsuz şükran ve teşekkür.