“Öyle ise sakın Allah ile beraber başka bir ilâha kulluk edip yalvarma, sonra azaba uğratılanlardan olursun!” (Şuâra: 213.)
Vatikan öncülüğünde, Hıristiyanlığın dünya dini haline getirilmesi için devreye konan ve tek hak din olan İslam’ın tahrif yoluyla imha edilmesini de hedefleyen dinlerarası diyalogun bu gerçek yüzünü görmeden onun zebunu olan veya bilerek ve isteyerek bu projenin içinde yer alan yerli diyalogcular, bu projeye cami ve mescidlerde de alan açmak suretiyle, adeta yeni bir mescid / cami hukuku ihdas etmeye teşebbüs etmiş bulunuyorlar.
Gerekçe de her zaman dinlediğimiz, gayet aşina olduğumuz şu teraneler:
Dünyadaki çatışma ve savaşları engellemenin yolu dinlerin uzlaşmasından geçer… Dinler ve akideler barışmalı, ayrılık değil barış unsuru olmalıdırlar… Bunun için de diğer dinlere bakışlarını gözden geçirmeli, gerekirse kendilerini yeniden dizayn etmelidirler…
Muharref Hıristiyanlıkla materyalizm karması batı kültürünün çağdaşlık ve medeniyet kriterlerini baz alarak, bütün insanlığı bu kültüre entegre etmeye çalışanların, bunu tek yol ve mecburi istikamet olarak telkin etmeleri doğrusu oldukça esef vericidir. Çünkü Müslümanlar ilk bakışta son derece yaldızlı görünen bu propagandaların içinin ne kadar da boş olduğunu ve yapılmak istenenin bütün dünya insanlığını küfür bataklığına çekmek olduğunu anlamakta hiç gecikmemeli, hiç tereddüt etmemeliydiler.
Bu münasebetle bu yazımızda bu büyük batılın iç yüzünü ortaya koyarak İslam’ın tevhid ve ihlasa dayalı cami / mescid hukukunu değiştirmeye yönelik batıl ve menfur teşebbüslere dikkat çekeceğiz.
1- “Ortak Mabed” İddiası İslam’ı İmhaya Yönelik Yeni Bir Mescid Hukuku Teşebbüsüdür
Yakın geçmişte Soğuk Harp Dönemi denilen iki kutuplu dünyanın sona ermesinden sonra seslendirilmeye başlanan yeni dünya düzeni çerçevesinde, batı kaynaklı olarak, Hıristiyanlığı dünya dini haline getirme projelerine hız verildi.
Yeni dünya düzeninde tek dünya devleti, bu tek dünya devletinin de tek dini olacaktı: Hıristiyanlık
Hıristiyanlığın dünya dini haline gelmesinin önündeki en büyük engelin İslam olduğu bir gerçektir. Bundan dolayı Hıristiyanlığı temsilen Vatikan, kolları sıvayarak 1962 - 64 yılları arasında çalıştığı konsülle yeni bir projeye start verdi: Dinlerarası diyalog.
Bu projeye göre, görünürde dinlere eşit bir statü veriliyordu. Gerçekte ise Hıristiyanlığın, alternatifi olmayan kurtarıcı tek din olduğu iddiasından asla vazgeçilmiyor, bu da zaman zaman dillendiriliyordu. Geçen haftalarda Vatikan’ın kendi kaynaklarından bunun örneklerini vermiştik.
“Dinlerin eşitliği” söylemindeki maksatları ise, Müslümanlara tek hak dinin İslam olduğu gerçeğinden geri adım attırmaktı.
Bu meyanda dinlerarası diyalogun Diyanet politikası olarak da benimsendiği uzun yıllar boyunca, “ortak” kabul edilen mabedlerde “ortak ritüeller” düzenlendi; “üç dinin temsilcileri” dedikleri ekiplerle Cuma günü Cuma namazı kılındı, cumartesi havra, Pazar günü de kilise ayinlerine iştirak edildi. Televizyonlarda canlı yayınlarla ortak dinî musiki konserleri icra edildi.
Yani bizim bugün d. diyalog camileri diye adlandırdığımız ucube mekanlar, o dönemde ortaya konan Hıristiyanlığı dünya dini yapma yönündeki plan ve programların sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Bu milletin geçmişte yaptığı fetihlerle bazı kiliselerin camiye çevrildiği bilinmektedir. Bu dönüşüm esnasında, söz konusu yapılardaki bütün Hıristiyanlık sembolleri alçı, kireç vs. ile kapatılmıştır. Asırlarca bu şekilde kalmış, kimse o sıvaların altında ne olduğunu merak etmemiş, kazımayı aklının ucundan bile geçirmemiştir.
Ama ne yazık ki 1900’lü yılların başlarından itibaren bu mekanların bir kısmı camiden müzeye çevrilmiş, restorasyon denen güya bilimsel çalışmalarla sıvaları kazınarak kilise dönemindeki teslis sembolleri, şirk figürleri ortaya çıkarılmış ve böylece tekrar kilise görünümlü mekanlara dönüştürülmüştür.
İşin daha garibi ise, müzeden tekrar camiye çevrilirken bu mekânların içindeki söz konusu Hıristiyanlık sembollerine dokunulmamasıdır. Adeta bir kilisenin içine iki halı atıp, birer de minberle mihrap koymak suretiyle “alın size cami” denmiştir. Yani manzaranın verdiği izlenim bundan farklı değildir.
Açık söylüyoruz:
Bu, İslam’da yeni bir mescid hukuku ihdas etmek demektir.
Akaid bilmeyen, Kitap Sünnet ölçülerinden habersiz toplum nezdinde bunda bir sakınca görülmemesinin hiçbir kıymeti yoktur. Biraz hassasiyeti olan kimselerin ise bu durumu nahoş, yakışıksız, olmasaymış iyiymiş gibi kelimelerle izaha çalışması durumun ciddiyetini asla ifade etmemektedir. Çünkü bu itikâdî bir sorundur; camilerdeki tevhid ve ihlas ruhunu ortadan kaldırması sebebiyle düpedüz şirktir, küfürdür. Bu gerçeği herhangi bir İslam akaidi kitabına bakan herkes kolaylıkla anlayabilir.
Değişen dünya, barış, huzur, istikrar, güven, çok dinli, çok kültürlü ortamlar, farklı din ve inançlara saygı, hoşgörü, birlikte yaşama kültürü vs. gibi mazeretlerin hiçbiri bu gerçeği değiştiremez.
Hele hele (haşa) sanki İslam’ın temeli olan Kuran ve Sünnet yerine ikame edilmek istenen UNESCO dünya kültür mirası denen tabunun, bu konuda hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur.
BM’nin yan kuruluşu olan UNESCO’nun kurallarına riayet edilmesi için, bizdenmiş gibi görünenlerin Necran Hıristiyanları ve Kâbe’nin putlardan temizlenmesi meselelerini nasıl saptırdığını önceki yazılarımızda anlatmıştık.
Ne yaparlarsa yapsınlar, “ortak mabed” denen küfür telakkisine meşruiyet kazandıramazlar. Cami, kilise, havra yan yana, bir arada, iç içe olmaz, olamaz.
Bu yaklaşım, uyduruk bahanelerle kabul ettirilmeye çalışılan modern bir küfür hezeyanıdır. Nihai hedefi İslam’ın tevhid akidesini, buna bağlı olarak da ibadet mantığını tahrif etmektir. Hıristiyanlığın dünya dini haline getirilmesine çanak tutmaktır. Hiçbir Müslüman bu yaldızlı küfür propagandalarına müsamaha gösteremez.
Esasen bu durum ehl-i kitabın, ehl-i kitap çerçevesinde hususiyle Hıristiyanların, Müslümanlar üzerindeki emellerinin önemli ölçüde tahakkuk ettiğinin, başarıya ulaştığının hazin bir göstergesidir.
Hâlbuki Kuran-ı Azimüşşan biz müminleri, ehl-i kitabın saldırı planlarına karşı uyanık olmaya, tedbirli davranmaya davet ediyor.
Ehl-i kitap denen Yahudi ve Hıristiyanların derunlarında, içinde bulundukları şirk telakkisi sebebiyle Müslümanlara karşı büyük bir haset vardır. Bu sebeple Müslümanların da kendileri gibi küfre düşmelerini, istikametten sapmalarını isterler. Bu tespitimize delil olarak mealen şu iki ayet-i kerimeyi aktaralım:
“Ey Kitap ehli! Niçin hakkı batılla karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz?” (Âl-i İmran: 71)
“Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir gruba uyarsanız, imanınızdan sonra sizi döndürüp kâfir yaparlar.” (Âl-i İmran: 100)
İşte ehl-i kitap, Kuran’da mucize olarak haber verilen bu niyet ve sinsiliklerini, günümüzde de yukarıda izahını yaptığımız plan ve projelerle hayata geçirmeye çalışmaktadır.
2- İslam’ı Hıristiyanlık Bünyesine Alıp Eritmek yani “İnkültürasyon” Projesi
Vatikan, diyalog ve hoşgörü çerçevesinde İslam’ı Hıristiyanlık içine çekerek, onu nevi şahsına münhasır tevhid kimliğinden uzaklaştırarak yok etme projesi uygulamaktadır. Buna inkültürasyon denir. Çünkü Hıristiyanlığın dünya dini haline gelmesinin önünde, İslam dışında kayda değer hiçbir engel yoktur.
Hıristiyanlığın Yahudilikle ilgili ciddi manada bir sorunu bulunmamaktadır. Zira Yahudilik küresel amaç taşımayan, milli ve ırkî bir dindir. Yahudilerin hedeflediği dünya hâkimiyeti siyasidir, ideolojiktir. Kendilerinin efendi, diğer insanların da köleleri olduğu bir dünya hayali peşindedirler. Ancak Yahudileri, diğer bütün insanları kendilerine köleleştirmeye sevk eden bu ideolojinin, onların tahrif edilmiş kitaplarına istinat ettiği de bir gerçektir.
Burada suçlanması yahut kınanması gereken Hıristiyan batı ya da Vatikan temsilcilerinden ziyade, bu dinlerarası diyalog denen küfür projelerine, önünü arkasını hesap etmeden şuursuzca kapılan Müslüman görünümündeki sapkınlardır. Asıl vebal ve sorumluluk bunlardadır.
Müslümanla cehalet asla bir araya gelemez. Hele bir Müslümanın, dini konusunda aldanarak batıla düşmesi asla mazur görülemez. Bunu yapanlar dünyada rezil rüsva olurlar, ahirette ise ebedi bir felaketle karşı karşıya kalırlar. Elbette tevbe etmezlerse…
Sonuç olarak mescitlerimize tatbik edilmeye çalışılan UNESCO eksenli yeni hukukun İslam’da hiçbir mesned ve delili yoktur.
İslam’da mescid / cami hukuku bellidir; kaynağı Kuran ve Sünnet, yani nas; temeli de tevhid ve ihlastır. Bunun dışında farklı hiçbir mülahazaya, batıl hezeyanlara itibar edilemez.