Peki gelişmemiş ülkeler bu ilkel ya da biçimi çok az değiştirilmiş ürün ihraç etme çıkmazından kurtulabilmek için gereken yabancı yatırım ve teknolojileri nasıl çekecekler? Bu arada uluslararası sermaye bu ülkelerin büyük çoğunluğundaki yeni ve modern sanayilere yatırım yapmak istemezken insan emeğinden tasarruf etme eğilimindeki modern teknolojileri uygulayarak gelişmemiş dünyadaki milyonlarca işçiye iş imkânı nasıl bulunacak? Bu eğilimlerle, gelişmemiş ülkelerin yaklaşık beş milyar sakinini küresel kapitalizmin tüketicileri haline getiren, yeterli gelire sahip orta sınıfa dönüştürmek için ne yapılmalı? Bu bilinmeyen faktörlerin meydan okuması kolay kabul edilecek bir meydan okuma değildir; fakat ona karşı galip gelinirse bile hemen bir diğer sorun belirmekte: Gelişmemiş dünyanın beş milyar sakini gerçek bir ekolojik felakete neden olmadan hâlihazırda sadece bir milyar gelişmiş kapitalist toplum mensubunun paylaştığı tüketim modelini nasıl benimseyecek?

XXI. yüzyılın bu meydan okumalarıyla yüzleşen Latin Amerika, Asya ve özellikle Afrika’da başarısız ulusal projeler oldukça çoktur. Devasa yoksullukları ulusal çapta bir pazar ekonomisi inşa edebilmelerini, üretim ve hizmet yatırımlarındaki teknolojik girdinin eksikliği ise onları küresel ekonomiyle rekabet edebilmelerini engellemektedir. Yakında, şehirli nüfusun patladığı, birçok sözde “gelişmekte olan” ülke ulusal ve uluslararası pazar eksikliğinden dolayı ekonomik yetersizlikler göstermeye başlayacaklar. Şu anki küresel ekonominin bir parçası olarak tek işlevleri borçlarını ödemek, bazı spekülatif yabancı sermaye çekmek, gıda, petrol ve her türlü tüketim ve sanayi malını ithal etmeyi kapsayacaktır.

Gelişme artık demokratik ulusal çaba ve kararlara dayanmamaktadır. Birçok ülkenin ulusal kaderini belirleyecek etkileri olan küresel eğilimler ve güçler halk tarafından seçilmemektedir. Küreselleşmenin şu anda tercih ettiği yönelim işgücü bol olan fakat geri kalmış ilkel ürün üreticisi ekonomileri açmaza sürüklemektedir. Ayrıca küreselleşmenin yeni tüketim modelleri doğaya zarar vermekte ve gezegende düzensiz şehirleşmeyi artırıp verimli ürünlerin alındığı toprakların azalmasına, balık miktarının eksilmesine, ormanların yok olmasına, su sıkıntısına, çölleşmeye neden olmakta ve atmosfere yayılan sera gazlarının etkisiyle iklimleri etkilemektedir.

İnsanoğlunun tabiata yanlış müdahaleleri neticesinde oluşan küresel ısınmayla birlikte kuraklık ve çölleşme geleceğimizi tehdit etmeye başladı. Bugün yeryüzünde kurak arazilere sahip 110 ülke potansiyel bir çölleşme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Türkiye de bu ülkelerin arasındadır. Küresel ısınmayla birlikte gelecekte suyun tasarruflu kullanımını millet olarak öğrenmemiz gerekmektedir. Kuraklık yalnızca bir fiziksel değişim değildir. Doğal çevrenin su kaynaklarına bağımlılığı sebebiyle sonuçlarını çok çeşitli alanlarda hissettiğimiz bir hâdisedir. Kuraklık sebebiyle 1968 – 1974 yılları arasında Büyük Sahra’da 200 bin insan ve milyonlarca hayvan öldü.

Kuraklık ve çölleşme sebebiyle:

* Tarımsal üretim azalır.

* Biyolojik çeşitlilik azalır.

* Arazinin biyolojik üretkenliği azalır.

* Yer altı suları alçalır, su kıtlığı olur.

* Doğal bitki örtüsü zayıflar ya da yok olur.

* Yabancı ve zararlı bitki türleri çoğalır.

* Rüzgarın oluşturduğu erozyon artar.

* Göçlere sebep olur.

* Toplumda fakirlik artar.

Ekilebilir verimli arazilerin azalması ve dünya nüfusunun artmasıyla birlikte insanlığın en büyük problemi gıda ve su kaynakları gibi görünüyor. Sanayi ürünlerinin ihtiyacın üzerinde artması ve çok çok ucuzlamasıyla birlikte yakın gelecekte ekonomik gelişmemiz tarım ve hayvancılığın verimli hâle getirilmesiyle mümkün olacaktır. Fakat diğer bütün alanlarda olduğu gibi tarım ve hayvancılıktaki yanlış politikalar bu lokomotif sektörleri balçıklara sürükledi ve verimli arazilerimizi tükettiğimiz gibi gelecek hakkında toprağa ümidini bağlayan büyük bir kesimin hayâllerini kara deliklere hapsetti.

50’li yıllardan itibaren kimyasal ilaçların tarımda kullanılmasıyla birlikte topraklarımız verimsizleşti ve hastalıklı hâle dönüştü. Toprakta oluşan 15 kat fazla nitrat yiyeceklerimiz vasıtasıyla vücudumuza geçmeye başladı ve insanlarımız sürekli yorgunluk ve bitkinlik hissi duyuyorlar. Son yıllarda ölüm nedenleri değişti ve gıda kaynaklı ölümler ilk sıralara yerleşti:

* Kalp ve damar hastalıkları.

* Kanser.

* Enfeksiyona bağlı hastalıklar.

* İlaçlardan doğan toksinler.

Biyolojik ömrümüz 120 sene olmasına rağmen beslenmemize dikkat etmememiz sebebiyle 40’lı yaşlardan itibaren hastalanıp 60’lı yaşlarda ölüyoruz. Obezite ve fiziksel hastalıklar gelecekte bizlere çok daha acı faturalar ödetecek gibi görünüyor. O hâlde iyice çıkmaza sürüklenmeden doğal ürünlerle beslenen sağlıklı nesiller yetiştirmek en büyük ideâlimiz olmalı. Zaten bunun farkına varan gelişmiş ülkeler kimyasal gübrelerle yetiştirilmiş zehirli besinlerin ithaline izin vermiyorlar. Avrupa Birliği de topraklarımızın en az yarısı organiğe dönüşmeden birliğe katılmamıza izin vermiyor.

Son yıllarda ülkemizde toplumsal ve millî bilinç köreltilerek bireysel çıkarlar öne çıkarılmıştır. Ulusal sanayiciye, ‘’ayakta kalmak istiyorsan, dış ülkelerden bir büyük şirketin distribütörlüğünü yap, üretim zor’’, politikacıya ise ‘’ülkende yükselmek istiyorsan dışarıdaki güç odaklarıyla işbirliği yap denilmektedir. Geleceğin güçlü Türkiye’si için bir taraftan yüksek teknolojinin altyapısını oluşturacak eğitim ve AR-GE faâliyetlerini hızlandırmamız, fakat önümüzdeki yılların dünya gündeminin çok daha hızlı değişeceğini bilmemiz; küresel ısınma ve yaşlanma.. gibi sebeplerle çok daha inovatif düşüncelere açık olmamız gerekiyor.
Ayaklar altında ezilmesine, horlanıp hakir görülmesine rağmen bütün zenginliklere dâyelik yapan topraktır. Onun için Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinin arşı, yani en üst derecede tecellisi topraktadır. Topraklarımızdaki bor, toryum, uranyum, osminyum..gibi değerli madenlerimizin işletilmesi ve verimli tarım ve hayvancılıkla zenginleştirilebilecek insanımız toprak kadar mütevazi hale geleceği bir eğitimle dünya insanına sosyal konularda da öncülük edebilir.
Önümüzdeki yıllar toplum mühendisliğinin çok daha önem kazanacağı ve ülkelerin stratejilerinde geleceklerini etkileyen en önemli faktör olacağını gösteriyor. Bir başpiskopos enerjisi bedava, işçiliği ucuz, toprağı verimli olduğu için dünyanın üç gıda deposundan biri olacağı öngörülen Sudan’ın bedavaya yakın ucuzluktaki topraklarından sadece bir tarafının uzunluğu 75 kilometre olan araziyi 50 yıllığına kiralarken bizim hâlâ verimli tarım ve hayvancılığın stratejilerini belirleyemeyişimiz önümüzdeki uçurumlu yıllar hakkında kaygımızı körüklüyor. Aman doğru kararlar verelim. Zira bilmeliyiz ki uçurumlar tek hamleyle aşılır. İkinci adıma fırsat bulamadan kapaklanmak da mukadder.