Farkında olsam da elimde olmadan eskiden diye başlıyorum çoğu zaman sözlerime. Ama; eskiden şöyleydi, eskiden böyleydi, diye başlangıçlar yapıyorum cümlelerime.
Farkında olsam da elimde olmadan eskiden diye başlıyorum çoğu zaman sözlerime. Ama; eskiden şöyleydi, eskiden böyleydi, diye başlangıçlar yapıyorum cümlelerime. Böyle başlangıçlar yapmayı mı seviyorum yoksa gerçekten zihnimin bir köşesinde hep var olan geçmişe mi özlem duyuyorum. Geçmişe mi özlememim yoksa geçmişte var olan şimdilerde ise kaybolan kaliteye mi hasretim.
Düşündükçe daha da düşündükçe geçmişten ziyade geçmişteki kaliteye duymuş olduğum özlem daha ağır basıyor. Sahi öyle değil mi? Yoksa neden başlasın ki eskiden diye cümlelerim. Şimdilerden memnun olsam ne diye eski defterleri açayım ki. Güler geçerim, yaşar giderim sadece.
Demek ki şimdide iyi gitmeyen bir şeyler var hayatımda, sadece benim mi benim gibi yaşı ortalara doğru ilerlemiş tüm insanların hayatlarında ve sadece bizim ülkemizde değil her yerde durum aynı.
Nerden mi biliyorum? Şahit oluyorum her gün yüzlercesine.
Görünürde geçmişe özünde ise kaliteye özlemdir almış başını gidiyor insanlar aleminde. Arkadaş muhabbetlerinde, reklamlarda, televizyon programlarında, internet paylaşımlarında. Hatta iki dakikalık ayak üstü yapılan kapı sohbetlerinde dahi.
Eskiden yaşanan ne varsa özlem duyuyoruz artık. Mahalledeki arkadaşlıklara, zor şartlarda bir insanın hayatına dokunmak için çırpınan fedakar öğretmenlere, ilaç yerine yüksek dozda sevgi reçete eden doktorlara, aile içindeki sımsıcak birlikteliklere, çocuklarla dopdolu sokaklara, kavgalı da olsa mertçe ve dostça biten mahalle maçlarına, kökülen misketlere, kör ebe, saklambaç, yakar top gibi heyecanı yüksek oyunlara, uzaktan söylenemeden kendi içinde yaşanan aşklara, utangaç sevdalara, açık hava sinemalarına, kanıyla canıyla her şeyiyle yanımızda olan fedakar dostlara, bahçeli çiçekli ve de misafir dolu evlere, tamamen organik söylemine gerek duyulmayan meyve ve sebzelere, Zeki Müren Türkçesine ve de tatlı dil güler yüze, tek derdi kilo olan değil hayatlarını hep hareketli geçiren yokluk içinde var olmaya çalışan o azimli insanlara, sözü senet olan esnaflara…
Şimdi yine düşünüyorum ki ne acı ki insanın anda yaşaması gerekirken eskiye bu denli hasret duyması ve yine ne yazık ki insanın hasretle aradığı kaliteyi aslında yine kendi elleriyle bozmuş olduğunun farkında olamaması…
Peki nasıl aşarız bu durumu yoksa zaman ilerlemekte durmadan. Ve bu ilerleyen zamanı aleyhimize işletmek yerine lehimize nasıl döndürebiliriz? Şikayet ederek yolumuza devam edip, gayri ihtiyari eskidenle başlayan cümlelere sarılmayı sürdürelim mi? Yoksa o kaliteyi günümüze taşımak için gayretle çalışalım mı artık? Ne dersiniz. Önce kendime söylüyorum tabi ki sonra da siz değerli okuyucularıma.
Geçen geçmiştir ve her an ileriye doğru akan zaman da anlar da eskimeye hep mahkumdur. Bizler anlarımızı daha kıymetli hale getirip, bir sonraki anın kıymetini nasıl artırabilirimin derdine düşmeliyiz. Düşmeliyiz ki kaliteye hasret yaşayıp gitmeyelim, kaliteyi eskide aramak yerine şimdiye taşıyalım. Bir sonraki anın daha kıymetli olacağını düşünürsek ve bunun için mücadele edersek bir öncekine de zaten ilgi duymayız. Demek ki kaliteyi günümüze bizler taşıyamadık suç hepimizin, lakin çare de yine hepimizde. Bunu önce ben yapar sonra sen yaparsan, hep birlikte de yaşar, tadını çıkarırız.
O zaman bu andan itibaren anımızı kaliteli yaşayalım mı? Ne yaparsak en güzelini, elimizden gelenin en iyisini, bizden beklenenin en kalitelisini sunalım mı insanlığa. Haydi o zaman meydan hepimizin.
Sevgi ve Muhabbetle,