HİÇBİR diyeceği olmamak demek. Ama bundan ibaret olduğunu hiç sanmıyorum doğrusu.

Lügatlerin verdiği ile yetinmek zorunda mıyız, hayır.

Eğer kelimelerini tüketmiş birisini tanıyıp hemhâl olmamışsanız bu kavram size zaten çok yakın durmayacaktır. Dolayısıyla devamını okumak için kendinizi yormayınız.

LÂL KELÂM olan bir faniyi tanımıştım.

Sürekli semaya bakar ardından yavaşça gözlerini yere indirir ve içten bir titreyiş hâlinde “Harfler ve sesler ah” der, susardı.

Gerisini, halini ve tavrını okuyarak sizin tamamlamanız gerekirdi.

Kolay değildir elbette ama imkânsız da değil tabi.

SUSMAK ne içindir?

Esas olan konuşmak, kelimelerin kanatlarına dolanıp muhatabın gönlüne konmak değil midir?

Eğer böyleyse bu kişilerin kelimelerle ne alıp veremediği vardır? Dertleri nedir?

Demek ki, her zaman kelimeler söz varlığına kefil olamıyor.

“Hangi sözüm duyulur, hangi kelimelerim anlaşılır ve hangi nidam yankı bulabilir ki” diyenlerin sırtını dayadığı koca bir dağdır susmak…

Susamışlığının kâfi derecede anlaşılamayacağının kabulüdür.

EN ÇOK, en çok diyeceği olanlar susar.

En çok hissettiği kadarını kelimelerle ifade edemeyeceğini bilenler susar.

En çok kalbinin hissiyatının gizemini kelimelerin taşıyamayacağına inananlar susar.

En çok kelimeleri duygusuna yük etmek istemeyenler susar.

En çok kelimenin anlamının “Yaralamak” olduğunu bilenler susar.

En çok kelimesiz de anlaşılmalıyım diyenler susar.

En çok beni anlamak isteyen kelimesiz anlasın diyenler susar.

En çok kalbinin susamışlığını kelimelerle kandıramayacağını bilenler susar.

En çok sınırsız duygulanımlarının sınırlı kelimelerle karşılanamayacağına ikna olanlar susar.

LÂ KELÂM olmak biraz da lâl kelâm olmaktır ancak şöyle bir farkı da göz ardı edemeyiz.

Lâ kelam kelimesiz kalmaksa, lâl kelam kelimelere eyvallah etmemektir.

LÂL KELÂM olmak kuru bir sükût değildir.

İhtişamlı bir susuştur.

Anlamlı ve tercih edilmiş bir suskunluktur.

Anlatmak istediklerini tam olarak anlatamayacak olmanın şuuruna eriştir.

Lâl olmak gizem perdesinde sevda notasına tam bir basıştır.

Lâl olmak acizlik değildir.

Susmanın kudretli duruşudur.

Lâl olmak dilin inzivasıdır. Sevdiğinin hira’sında kendini güvenle ona emanet etmektir.

Dilin lâl oluşu aşkın kelama tenezzül etmeyişi ve şiddeti zuhurundan sahibinin kalbine gizlenişidir.

Lâl, leylidir. Gece kirpikli olmaktır. Sancılarla bürünmektir.

Lâl olmak leylaca konuşmaktır. Sadece kendisinin mecnunu olan duyar ancak.

Lâl olan için, sarfetmediği sözler la’l’dir. Ehli için biriktirilmiş kırmızı renkli cevherlerdir.

Açık etmemesinin sebebi ise rüzgâra maruz bırakmamak, güneşin ısısının insafına terk etmemek, yaban gözlere rast gelip mahremiyetine halel getirmemektir.

Lâl olmak, bir derdini bin dermana değişmeme kararlılığı, azmi ve yüceliğidir.

KALBİN rengini kapsar mı hiç kelimeler?

Gözün ışıltısını tercüme edebilir mi hiç kelimeler? Yüzün mahcubiyetini, yanakların allanmasını tarif edebilir mi hiç kelimeler? Avuç içi terlemeleri, boğazın düğüm düğüm oluşunu, hıçkırıkları ve vaveylayı kuşatabilir mi kelimeler? İç çekişlerin ve mağfiret ağlamalarının yerini tutabilir mi mesela?

Firkati giderir mi, ırağı yakın eder mi, vuslat-ı canan yaptırabilir mi? Ruhların ve hislerin sarmaş dolaş oluşu gibi bedenleri de bir eder mi?

İşte buna inanmayanlar lâ kelâm ve lâl kelâm oluyorlar. Sessizliğin sesiyle kendilerini sararak var kılıyorlar.

VAKTİYLE bolca söz saçmış bir fâniydi.

Söylemiş, yazmış, nutuklarda bulunmuş, konferanslar vermiş, radyo ve televizyonlara misafir olmuş hatta sosyal mecralarda bile görülmüştü.

Artık “Söz kendini benden çekti” diyordu soranlara.

Kimi gördüğünde kelimeler kendisinden hicret etmişti, bilinmiyor. Veya neyi duyduğunda…

Artık o bir lâ kelâm, lâl kelâm idi.

Üsteleyen olursa “Söyleyen söylesin, diyen desin. Ben lâ kelâmım, lâl kelâmım” diyordu.

Belli ki artık kelimelere ihtiyaç duymuyordu.

Ya Selam!