Hayatın gayesini keşfetme konusunda insan neden kendini ağırdan alır? Değersiz unsurlara verdiğimiz değerden mi? Mutluluğu aradıkça düştüğümüz açmazların fazlalığından mı?
Hayat mücadelesinde yorgun düştüğünü düşünen insanlardan mıyız?
Ya da tam aksi bitmek bilmeyen bir enerji ile hayata asılıp tek kutsalı akçe olanlardan mıyız?
Hayata anlam veremeyip boşlukta kalanlardan veya çok fazla anlam yükleyip içinden çıkamayanlardan mıyız?
Kafamızda deli sorular(!)
Bu soruların cevabını uğruna yandığımız dünyanın, peşinde koştuğumuz neyi varsa gözden geçireceğiz.
Dünyanın nimetleri, insanın kendi menfaatleri, kişinin aklını ve vicdanını tamamen devre dışı bırakabiliyor.
Lüzumsuz meşgaleler hakka ve hakikate kapanan gözler, insanın inançlarını dumura uğratan hal ve hareketler...
Kim bunlar?
Ben, sen, onlar, hepimiz...
Bilinçsiz yaşadığımız hayatta lokmaları çiğnemeden yutuyor, günlük meşgalelerle örülü hayatımız tatsız tuzsuz geçiyor. Yarı hayali alemde yaşıyoruz.
Gururumuz, kibrimiz ve çıkarlarımız adına en önemli değerlerimizi, dostlarımızı gözden çıkarabiliyoruz.
Menfaate dayalı ilişkiler, kaybetme korkusu, çok kazanma hırsı, insanı zamanla hakikat arayışına düşürür, kör kuyularda ışıksız bırakır, yaşadığı geçmişle yüzleştirir.
Ruh boşluğunu doldurabilmek, rahatlamak için helallik diler, itiraf eder, tövbe eder... Lakin bunun için gerekli takat ve zaman kalmamış olacaktır.
Işıltısına kapıldığımız dünya, peşinden koştuğumuz birçok değersiz hedef, kör noktalara atıverir bizi. Gösteriş, riya, ikiyüzlülük bataklığı bunaltır insanları. Ahir ömürde insan gibi yaşanmamış bir hayatın yası tutulur.
Kötülüğün karşısında iyiliğin, insani değerlerin güzelliklerini halsiz, takatsiz bıraktık, ihmal ettik, zayıflattık.
Velhasıl-ı kelam...
Kalbi aç bıraktık, nefsi besledik.
Eyvahlar olsun...