Farkında mısınız, dünyanın tüm ülkelerinde iç karışıklık yaratma ve darbe girişimleri hep benzer yöntemlerle planlanıyor. Hatta olayların başlama nedenlerine ve organizasyon tarzına baktığınızda, arka plandaki elin sahibine çoğu zaman kolaylıkla ulaşabiliyorsunuz.

Sırbistan’da Cumartesi günü bir iç karışıklık çıktı. Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic, Rus istihbaratının, olası bir darbe girişimine karşı kendisini uyardığını söyledi. Moskova, Sırp hükumetini devirmeyi amaçlayanların planlarını önceden Başkan Vucic’e bildirmişti.

Sırbistan’ın başkenti Belgrad’da başlayan olaylar, çevre protestosu görünümündeydi. Sırp hükumetinin, Anglo-Avustralyalı bir madencilik şirketine Avrupa’nın en büyüklerinden olan lityum yataklarından birinde maden çıkarma izni vermiş olması sebep gösterildi. Bu yalnızca bahaneydi.

Vecernje Novosti isimli Sırp gazetesi, ekolojik protestolara katılan aktivistlere dağıtılmak üzere hazırlanmış “renkli devrim” konulu bir el kitabı ele geçirdiğini iddia etti. Bu kitapta diğer ülkelerdeki renkli devrimlerde kullanılan yöntemler ana hatlarıyla açıklanıyordu.

Bu el kitabı olayı doğru ise Sırbistan’daki olayların farklı ülkelerdeki bazı güç merkezleri tarafından organize edilmiş olduğunu kanıtlar. Bence doğru zira Sırbistan Başbakan Yardımcısı Vulin, lityum madenine karşı yapılan protestoların daha önce Avrupa’da gerçekleşen renkli devrimlere çok benzediğini söyledi.

Renkli devrimler, 2000’li yılların başında eski Sovyet ülkelerinde ve Balkanlar’da gerçekleşen toplumsal hareketleri tanımlamak için basın tarafından kullanılan bir tabirdir. Sonradan kapsamı genişletilmiş, Orta Doğu’da ve birçok ülkede gerçekleşen devrimler için de aynı tabir kullanılmıştır. Diğer adı da “İnsanların Gücü Devrimi”dir.

Renkli devrimlerin klasik senaryosu bellidir. Bu eylemlere katılanlar “sivil/şiddetsiz direnişçi” olarak anılırlar. Bu devrimlerin çoğunda özel bir renk ya da çiçek gibi semboller kullanılır. Gösteriler, demokrasiyi korumak ya da hükumet otoritesine karşı tepki göstermek amacı taşıyormuş gibi yansıtılır. Barışçıl amaçlarla yürütülen bir eylem olduğu söylenir.

Sırbistan’daki olaylarda sokağa çıkan Oyuncu Svetlana Bojkovic “Bugünkü mitingimizin siyasi hiçbir amacı yoktu ama hükumet bizi darbe yapmakla suçladı” dedi. Gezi Olayları’nda sokaklardaki eylemlere katılanların açıklamalarına ne kadar benziyor değil mi?

Ama asıl amaç hiç de bu kadar masum değildir. En hafifi mevcut hükumeti değiştirmek, en ağırı ise devleti zayıflatmak ya da parçalamaktır. Plana önce sivil toplum örgütleri ve öğrenciler dahil edilir. İç karışıklık yeteri kadar büyürse darbe planı tıkır tıkır işleyecektir. Türkiye’deki Gezi Parkı olaylarını ve Kiev’deki Maidan ayaklanmasını hatırlayın. Aynı el, aynı amaç, aynı plan, aynı organizasyon…

Yugoslavya, Gürcistan, Ukrayna, Lübnan, Kuveyt, Tunus, Moldova, Portekiz, Irak, Kırgızistan, İran, Mısır, Çin gibi ülkelerde renkli devrimler başarıya ulaşmıştı. Arap Baharı da örneklerden biridir. Türkiye’de Gezi Olayları ile başarılı olamadılar ancak ekonomik, sosyolojik, psikolojik ve siyasi anlamda büyük hasar açtılar. Başarılı oldukları zamanlar olmuştu. 27 Mayıs Darbesi gibi.

Rus istihbaratı, Sırbistan’da bir darbe girişimi planlandığını biliyordu. Ancak Sırbistan’da sokaklara inen çoğu kişi asıl amacın, hükumeti devirmek için kitlesel isyanlar çıkarmak olduğunu eminim bilmiyordur. Onlara asıl amacın çevreyi korumak olduğu söylenmiştir. Gezi Parkı olaylarında meselenin ağaçların kesilmesi olduğunu zannedenler gibi!

Peki, Sırbistan’ı neden karıştırmak istediler?

Sırp Başkan Vucic’e göre sorun Sırbistan’ın gelişiyor olmasıydı. Sırbistan, 19 Temmuz’da Avrupa Birliği ile sürdürülebilir hammaddeler konusunda stratejik ortaklık anlaşması imzalamıştı. Sırbistan Cumhurbaşkanı Vucic, Avrupa Birliği ve Almanya ile yapılan lityum madenciliğinden en az 6 milyar euro’luk doğrudan yabancı yatırımcı beklediklerini açıklamıştı. Sırp hükumetinin hesaplamalarına göre tam bir üretim döngüsünün kurulması halinde, Sırbistan ekonomisi yüzde 16.4 oranında büyüyecekti.

Hatırlarsanız Adnan Menderes, dönemin ABD başkanı Eisenhower’dan kredi istemişti ancak kabul edilmemişti. 1959 yılında Türkiye ekonomisi çok zor durumdaydı ve Menderes başta olmak üzere tüm Türk devlet adamları, ekonomik yardım için aylarca Batılı müttefiklerin kapısını aşındırmıştı. Tavsiye ve öğüt dışında hiçbir şey alamayan Menderes, Sovyetler Birliği’nden kredi istemişti ve kabul edilmişti.

Sovyetler Birliği, ekonomik olarak tam destek vermeye hazır olduklarını söylemişti. Ancak bir şartları vardı: Sovyetlere karşı Türkiye topraklarına yerleştirilecek olan Amerikan füzelerine hayır denmesi! Kremlin, Ankara’nın bu adımı atmasının karşılığında koşulsuz ekonomik yardım vaat etmişti. Menderes hükumeti, Sovyetlerin bu teklifini reddettiklerini Batı Alman büyükelçisine iletmiş olmasına rağmen Batılı ülkeler ikna olmadı. Çünkü ABD Başkanı Eisenhower, Ankara’dan ayrılır ayrılmaz dönemin Sağlık Bakanı Ömer Lütfi Kırdar, on günlük bir seyahat için Moskova’ya gitti.

1960 yılının ilk aylarında Menderes hükumeti, ABD ve Batı Almanya’ya kredi talebini yinelemişti. Israrla yardım talebinde bulunmasına rağmen sürekli reddedilen Menderes, 1960 Temmuz ayında Sovyetler Birliği’ni ziyaret etme kararı almıştı. Ankara ile Moskova arasındaki buzların erimesi, ABD ve Almanya’yı rahatsız etmişti. Bu ziyaret gerçekleşmeden 27 Mayıs darbesi gerçekleştirildi ve ABD, Menderes’ten kurtulmuş oldu. Bu darbeyi ABD’nin gerçekleştirdiği, 27 Mayıs darbesinden 25 gün önce tarihlenen “gizli” damgalı bir CIA belgesiyle kanıtlandı.

ABD şunu çok iyi biliyordu. Türkiye ile Sovyetler Birliği’nin ekonomik ilişki kurması, Türkiye’nin ekonomik olarak kalkınacağı anlamına geliyordu. O dönemde Sovyetler Birliği, teknolojik anlamda ABD’ye yaklaşmak üzereydi.

Adnan Menderes dönemi, birçok olayı kavramamızı sağlar

Detaylandırmamız gereken önemli bir konu var. Yıllardır Türkiye’nin yaşadığı sorunların sebebini ve diğer ülkelerde olan karışıklıkları, bu konuyu anladıktan sonra daha rahat çözeceksiniz.

Menderes dönemi geniş bir halk kitlesinin yaşam standartlarına, tüketime, gelir dağılışına karşı bir bilinçlilik kazandığı dönemdi. Mustafa Kemal Atatürk’ün, toplumun temel toplumsal-ekonomik yapısıyla uğraşmaya zamanı yoktu. Adnan Menderes, Atatürk’ün hedeflediği yabancı sömürüsünü durdurma, toplumsal ve ekonomik yapıyı değiştirme amacını gerçekleştirmek istemişti. Atatürk, amacına tam manasıyla ulaşacak zamanı bulamamıştı çünkü o dönem ekonomik anlamda hemen hemen hiç kaynak yoktu.

1947 yılında dış yardımlarla uygulanması tasarlanan bir kalkınma planı hazırlanmıştı ama CHP hükumeti planı uygulamaya koymamıştı. Bu planı 1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti hükumeti benimsemiş ve uygulamak istemişti. Adnan Menderes, aslında 1947 planını uygulamak için Batı’dan sürekli kredi talep ediyordu. Bu plan, Türkiye’de tarım, haberleşme, enerji, demir-çelik, çimento, maden ve sanayi alanları geliştirmeyi içeriyordu. Ancak Menderes’in bu planı uygulamaya koyması, İsmet İnönü tarafından kabul edilen Marshall Yardımlarını almak için ABD’ye verilen sözlere ters düşüyordu. Zaten ABD, bu yardımı Türkiye’nin kendi kendine yetebilen bir ülke olmasını engellemek için vermişti.

Tek başına küresel güç olarak kalmak isteyen ABD, Marshall Yardımları ile 15 Avrupa ülkesiyle birlikte Türkiye’yi de kendine bağımlı hale getirmişti. Bu yardımlar yüzünden Türkiye, ABD ne isterse onu satın almak, hangi alanda ve ne kadarına izin verirse o kadar üretim yapmak zorundaydı.

Menderes ise bu düzeni bozmak, Türkiye’de üretimi arttırmak, sanayiyi geliştirmek ve dışa bağımlılığı azaltmak istemişti. ABD, Türkiye’nin önünü açmamak için Menderes’in önünü kapatıyordu. Menderes’in hedeflediği yolda bir yardım bulmuş olması, onun sonunu getirdi. Ülkesi ve milleti için fayda üretmekten başka derdi olmayan Menderes’i, medya yoluyla millete nasıl yansıttıklarını, halkın gözündeki itibarını sarsmak için neler yazdıklarını hatırlayın!

ABD, çok kısa bir süre içinde Menderes’i idam sehpasına götürmeyi başardı. Turgut Özal’ın ölümü de aynı sebeptendir. Aynı oyunları Recep Tayyip Erdoğan döneminde de oynadılar ancak hasar açmak dışında başarı elde edemediler. Hem suikast girişimleri hem de darbe planları, her defasında başarısız oldu. Şunu da eklemeliyim; hiçbir zaman durmayacaklar. Asla pes etmeyecekler. Hem Türkiye için hem de güçlendiğini gördükleri herhangi bir ülke için geçerli bu…

Sırbistan olaylarına da bu pencereden bakmak lazım. Sırbistan, ABD’nin hegemonyasından rahatsız olan Rusya ile yakın ilişkiler yürüten birkaç Avrupa ülkesinden biridir. Sırbistan, Ukrayna işgalini kınamış olmasına rağmen Moskova’ya yönelik uluslararası yaptırımlara katılmayı reddetmişti. Ardından Kiev ve diğer batılı ortaklarla ilişkileri bozmayı göze almıştı.

Sırbistan Cumhurbaşkanı’nın, Rusya ve Çin ile bağlarını sıkı tutması ABD’yi son derece rahatsız ediyor. Belki de bu yüzden 2009 yılından beri Avrupa Birliği’ne aday olan Sırbistan, tüm şartları yerine getirmiş olmasına rağmen AB’ye dahil edilmiyor.

Kısaca Sırbistan, dünyadaki birçok ülkenin yaşadığı gibi Batılı güçlerin komplolarıyla mücadele ediyor. Bakalım Sırp hükumeti, Türkiye gibi bu komploların üstesinden gelebilecek mi?