Mehmed Said Hatiboğlu, oryantalistlerden aldığı tenkit zihniyetinin bir tezahürü olarak, Resule (s.a.v.) itaati emreden ayetleri de tartışmaya açar. Röportajında şöyle diyor...
(Bir önceki yazımızın devamıdır.)
'Onlar, mü'minleri bırakıp kafirleri dost edinen kimselerdir. Onların yanında izzet ve şeref mi arıyorlar? Halbuki bütün izzet ve şeref Allah'a aittir.' (Nisa: 139.)
6- Hz. Peygambere (s.a.v.) İtaati Tartışmaya Açmak
Mehmed Said Hatiboğlu, oryantalistlerden aldığı tenkit zihniyetinin bir tezahürü olarak, Resule (s.a.v.) itaati emreden ayetleri de tartışmaya açar. Röportajında şöyle diyor:
'Allah'a itaatin Kuran-ı Kerim çerçevesinde anlaşılması kolay da, Peygambere itaat etmenin aynı kolaylıkla anlaşılabilmesi mümkün olmuyor. Çünkü Resulüllahın Kuran'ı tebliği, o tebliğ istikametinde siyasi bir hayatı var. Bu siyasi hayatının içine beşerî faaliyetlerin hepsi giriyor. Beşerî faaliyetlerinde kendisinden sadır olan hükümlerin anlaşılmasında ihtilaf çıkmıştır. Bu ihtilaf asırlar öncesinden zamanımıza kadar geliyor. Yani başlıca sual şu olmuştur:
Resulüllah hangi hükmü din adına söylüyor, hangisini kendi fikri, kanaati olarak söylüyor…'
Bu ifadelerinden onun Hz. Peygambere (s.a.v.) itaati tartışmaya açtığı net olarak anlaşılmaktadır. Halbuki Hz. Peygamber (s.a.v.) Allah adına hareket ettiğinden, ona itaat Allah'a itaattir ve tabiatıyla da Hz. Peygambere (s.a.v.) itaat hususundaki bir zaaf, direkt olarak Allah'a itaate zarar verir.
Kuran-ı Kerim'de Resule (s.a.v.) itaat, Allah'a itaatle birlikte zikredilmiş ve kayıtsız şartsız emredilmiştir. Bunu Nisa: 59'da görmekteyiz. Bu ayette ulu'l-emre itaat 'minküm / sizden olma' şartına bağlandığı halde, Allah ve Resulüne (s.a.v.) itaat hiçbir şarta bağlanmamıştır. Muteber tefsirler bu noktaya ehemmiyetle dikkat çekerler.
Yine Resule (s.a.v.) itaatin Allah'a itaat anlamına geldiğini vurgulayan Nisa: 80. Ayet, bu konudaki her türlü tartışmayı ortadan kaldırmaktadır:
'Kim peygambere itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse, (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik.'
Keza Enfal: 20. Ayet de mutlak manada Resule itaati şart koşmakta ve ondan yüz çevirmeyi yasaklamaktadır:
'Ey iman edenler! Allah'a ve Resulüne itaat edin ve siz (vahyi) işitip duruyorken (Peygamberden) yüz çevirmeyin.'
Ayette 'Resulüllahtan yüz çevirmeyin' denmiş, 'hem Allah'tan hem Resulüllahtan' denmemiştir. Çünkü Resulüllahtan yüz çevirmek, aynı zamanda Allah'tan yüz çevirmektir. (Bkz: Kurtubi, VII / 387.)
Bu sebeple Allahu Teala kendisini ayrıca zikretmemiştir. Dolayısıyla Resulüllaha itaat, Allah'a itaat demektir.
Hatiboğlu'nun 'Hz. Peygamberin fiil ve konuşmalarından neyin din olduğu, neyin din olmadığı' tartışması da çok anlamsızdır. Zira Hz. Peygamber (s.a.v.) 'üsve-i hasene' (Ahzab: 21.) olarak her yönüyle ve bütün hayatıyla müminlere örnektir. Onun din dışında bir hayatı olduğunu düşünmek abesle iştigaldir.
Bu büyük gerçek şu ayetle de desteklenmektedir:
'… Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah'ın azabı çetindir.' (Haşr: 7.)
Ayetteki 'ne verdiyse' ifadesi, onun istisnasız bütün getirdikleri anlamındadır ki bu konuda tefsirlerde getirilen izahlara Resule itaat konusunu işleyeceğimiz yazımızda yer vereceğiz.
Yine Hz. Peygamberin (s.a.v.) vazifelerinin anlatıldığı Bakara: 151 ve Cuma: 2 – 3. Ayetlerde 'size hikmeti öğretiyor' ifadesi yer alır. Başta İmam Şafiî olmak üzere birçok alim buradaki 'hikmet'e 'sünnet' anlamı vermişlerdir. Başka bir ayette de 'hikmetin indirildiği' haber verilmektedir:
'(Ey Muhammed!) … Allah, sana Kitabı (Kur'an'ı) ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir.' (Nisa: 113.)
Sünnet hikmet olup, hikmet de indirildiğine göre, demek ki onun bütün hayatı vahyin kontrol ve murakabesindedir. Peygamberlerden sadır olan, 'zelle' denen küçük sürçmeler bu hakikatle çelişmez. Çünkü onlar da vahiyle derhal düzeltilmiştir.
Hz. Peygamberin (s.a.v.) bütün hayatının din olduğu gerçeği, vahyin ikinci çeşidi olan vahy-i gayrı metluvu gündeme getirir. Hatiboğlu'nun Hz. Peygambere (s.a.v.) itaati tartışmaya açmasının sebebi vahy-i gayrimetluvu inkar etmesindendir; gelecek yazımızda anlatacağız.
7- 'Kuran'ın Tatbik Edilecek ve Edilmeyecek Tarafları Olduğu' İddiası
'Tek kaynak Kuran' diyenlerin bunda samimi olmadıkları şuradan bellidir ki, bu iddiadaki hiçbir tahrifatçı Kuran'a gerçek bir Müslümanın inanıp teslim olması gibi yaklaşmaz.
Hatiboğlu da batılı oryantalistlerden aldığı 'dinde tenkitçilik' metodunun sadece sünnet ve hadislere değil, Kuran-ı Kerim'e de tatbik edilmesini istemektedir. Röportajında sözü Kuran'a getirene kadar önce şu merhalelerden geçiyor:
- İslam'ı yeniden anlamak gerekiyormuş. (Bu, İslam'ın bugüne kadar anlaşılamadığı manasına gelir.)
-Herkesçe sahip çıkılabilmiş bir İslam kültürü yokmuş.
- Herkese göre ayrı bir Müslümanlık varmış.
- Gayrimüslimlere 'İslamiyet şudur' diye malzeme sunabilmemiz lazımmış, ama şu an sunamıyormuşuz.
- Bunun için gerçek İslamiyet'i tanımamız lazımmış…
Evet; bütün İslamî müktesebatı 'kültürel mirasımız' veya 'geçmiş kültürümüz' tanımlamasıyla ifade eden ve Kuran'ı da bu bağlamda değerlendiren Hatiboğlu bu iddialarından sonra, 'tenkitçilik' dediği musibetin kendisinde nasıl bir itikadî savrulmaya dönüştüğünü gösteren şu vahim ifadelere yer veriyor:
'… Geçmiş kültürümüzün bugün tatbik edilebilecek ve edilmeyecek tarafları nedir? Hatta bunu Kuran-ı Kerim'e bile teşmil etmek zorunda olduğumuzu söylüyoruz.'
Ve ekliyor:
'Fakat Kuran'ın yazdıklarıyla yaşadığımız hayatın nizamları arasında pek çok farklılık var. Birbirine zıt hükümler var. Bu noktalarda biz ne gibi bir tavır takınmak durumundayız?'
Devamında da bazı muamelat hükümlerinin günümüz İslam dünyasında tatbik edilmediği, bu duruma bir çözüm bulunması gerektiği üzerinde durarak, bu şartlar altında bu gibi Kuran'ın hükümlerinin toplum şartlarına uydurulması lazım geldiği mesajını veriyor.
İşte bu, onun, bir evvelki yazımızda anlattığımız 'Kuran adaletin esaslarını koyar; çevrenin şartlarına göre hükmü bir veririz' kabulünün bir yansımasıdır.
Heyhat! Mezhep tenkitçiliği ve sünnet - hadis dışlayıcılığından sonra, sıra şimdi Kuran'ı tenkide gelmiş! Şu ibretlik mantığa bakar mısınız?
Kuran'la, yaşanan hayatın nizamı arasındaki farka dikkat çektikten sonra, toplumdaki anormallikleri ve çelişkileri sorgulaması gerekirken, bu şirazesinden çıkmış hayatı esas alarak Kuran'ı tenkide kalkışıyor, onu zamanın şartlarına uydurmaya çalışıyor.
Bu nasıl 'Kuran'a iman'dır? Bunların 'tek kaynak Kuran' demelerinde hiçbir samimiyet olmadığı ortadadır.
Hatiboğlu, Kuran'ı parçalayan bu mantığı meşru göstermek için inciler dizmeye devam ediyor:
İslam'dan büyük ölçüde uzak müslüman ülkeleri örnek gösterip, İslam'ın bazı muamelat hükümlerinin tatbik edilemeyeceğini ifade ettikten sonra hiç çekinmeden şunu söyleyebiliyor:
'Kuran ayetini tatbik etmeyen kimseyi sen kafir diye damgalarsan milyonlarca Türkümüz, Libyalımız, Tunuslumuz kafir hale gelir. Peki, böyle bir ayete verilecek cevap ne olmalıdır?'
Ve sözlerini yumuşatma ihtiyacı hissetmiş olacak ki ekliyor:
'Yahut bu gibi ayetlerin bugün nasıl anlaşılması gerekir?'
Burada verilmek istenen mesaj, bir nevi tabulaştırılan 'zamanın şartları'nı esas kabul edip, dinin hükümlerini ona uydurmaya çalışmaktır. Bir başka adı da 'tarihselcilik' olan bu gayretin Kuran'ı tahrif olduğu açıktır.
İşe sünnet ve hadis dışlayıcılığından başlayanların, lafı bu şekilde ayetlerin tatbik edilebilirliğini inkar noktasına getirmelerine şaşılmaz. Çünkü Kuran - Sünnet bütünlüğünü bozanların hedefinin İslam'ın ta kendisi olduğu açıktır.
Dikkat edelim; bütün bu hezeyanları Yahudi yahut Hıristiyan bir oryantalist savurmuyor. Bu cümleler Müslüman olduğunu iddia eden bir kişiye ait…
Burası sözün bittiği yerdir.
II- M. S. HATİBOĞLU'NUN BATI HAYRANLIĞI, ORYANTALİST METHİYESİ VE İSLAM ÂLİMLERİNİ KÜÇÜMSEMESİ
Hatiboğlu'nda tahrifatçılığının ana sebebi olan 'tenkitçilik' zihniyeti o kadar ifrad derecededir ki, din onun nezdinde adeta 'kitap okumak' ve 'İslamî müktesebatı tenkit etmek'ten ibarettir. Okunmasını istediği kitap da öyle her kitap değil tabi… Öncelikle oryantalistlerin kitapları…
Röportajında defalarca Avrupa'ya gittiğini, oryantalistlerin yazdığı kitapları araştırıp Türkiye'ye döndüğünü ve bol bol okuduğunu anlatıyor. Hatta kitaba olan bu düşkünlüğü üzerinden kendini aç tavuğa benzetiyor. Ona göre tenkitçilik zihniyeti ve batılı yazarların kitapları bizi safi İslam'a ulaştıracak! Başka bir ifadeyle gerçek İslam oryantalistlerin yazdığı kitaplarla ortaya çıkacak!
Batıya olan bu yakınlığına mukabil, 'kültürel miras' veya 'geçmiş kültürümüz' dediği 14 asırlık İslam müktesebatını, 'tenkit nazarıyla gözden geçirilmesi gereken bir hamule' kabul ediyor. Bunun için de bu zenginliği ortaya koyan gerçek İslam alimlerini küçümsüyor. Onları mezhepçilik yapıp ihtilafları halledememekle suçlayarak itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Onlar kendi devirlerini bilir, bizim devrimizden anlamazlar demeye getiriyor.
Doğrusu bu, gerçekten çok ibretlik bir tavırdır. Onun, şuurlu bir şekilde ulemayı küçümserken oryantalistlerin çömezlerine bile en küçük bir tenkit getirmemesi, hatta onların İslam'ı bizden daha iyi anladıklarını utanıp sıkılmadan söyleyebilmesi iz'an ve insaftan uzak olduğu gibi, akıl ve mantık ölçülerini de rafa kaldırmaktadır.
Onun ortaya koyduğu manzaraya bakılırsa, bizim İslam'ı batılı oryantalistlerden öğrenmemiz gerekiyor.
Bütün oryantalistleri medh u sena etmekle birlikte Hatiboğlu'nun sünnet ve hadisleri dışlama projesinin başı olan Goldziher'e hususi bir muhabbeti vardır.
Kendisiyle röportaj yapan gazetecinin '… zat-ı alinizle devam eden hadis ilmine eleştirel bakışın çoğu zaman modernistlikle ya da Batı'da 'septik hadis tenkidçiliği'nin öncüleri sayılan Goldziher, Schacht ve Juynboll'un çalışmaları üzerinden oryantalistlikle suçlanmış olmasının sebepleri nelerdir?' sorusuna Hatiboğlu'nun cevabı şöyle:
'Bunun sebebi şu: Biz en azından üç asırdır İslami tetkiklerde maalesef yayan kaldık. En azından üç asırdan beri İslami incelemelerde batı bizi fersah fersah geçmiştir… Bizim tefsirimizi, hadisimizi, fıkhımızı -ilmî manada- inceleyenler batılılar olmuşlar ve bu incelemelerini de kitaplaştırmışlar. Pek çok kitap yazmışlar. Batılılar tarafından İslamiyat üzerine yazılmış binlerce kitap var. Mesela bir Golziher'i ele aldığımız zaman batıda hadis tetkikleri sahasında hala otorite kabul edilen eserleri var. Ben her ne kadar elli sene önce hadisle ilgili olan kitabını tercüme etmiş olsam dahi Türkiye'de yayını yoktur. Almanca olan o kitap İngilizceye tercüme ediliyor. Arapça bir doktorası yapıldı… Eğer siz bunları bilmezseniz, batıda İslamiyet hakkında yazılmış eserleri bilmezseniz, sizin batıya karşı söyleyebileceğiniz şeylerin çok eksik kalacağını kabul etmek lazım.'
Bu cümleler, batılı oryantalistler karşısında düşülen zilleti, istikbali onların yanında arama psikolojisini göstermektedir ki ayetlerde bu psikolojiye şöyle işaret edilir:
'Onlar, mü'minleri bırakıp kafirleri dost edinen kimselerdir. Onların yanında izzet ve şeref mi arıyorlar? Halbuki bütün izzet ve şeref Allah'a aittir.' (Nisa: 139.)
'… Halbuki izzet, Allah'ın ve Resulünün ve mü'minlerindir…' (Münafıkûn: 8)
1- Cevap Bekleyen Sorular
Müslüman basiret ehli olur! Hatiboğlu'na şu soruları sormak isteriz:
Acaba sünnet ve hadisleri dışlama projesinin sahibi olan Yahudiler ve genlerinde adeta haçlı zihniyeti taşıyan Hıristiyanlar, bizim tefsirimizi, hadisimizi, fıkhımızı neden merak etmiş olabilirler?
Sen güya Kuran'a bağlılık iddiasındasın. Kuran, Müslümanların en büyük düşmanının Yahudiler olduğunu haber veriyor. (Maide: 82.) Allah bizi onlara karşı ihtar ediyor; sen ise İslam'ı doğru öğrenmek için Yahudi Goldziher ve Schacht gibileri adres gösteriyorsun. Hangi ihtiyaçla Goldziher'in kitabını tercüme ediyor da bu kitabın basılmamasından dert yanıyorsun?
Okuyucularımızın dikkatini şu noktaya çekmek isterim:
Biz hadis dışlayıcılığı ve inkarcılığının bir proje halinde Goldziher ve arkadaşları tarafından planlandığını söyledik, söylüyoruz. İbretle görüyoruz ki Goldziher'in hadisleri devre dışı bırakmak, değersizleştirmek maksadıyla yazdığı kitaplardan birini Hatiboğlu Türkçeye tercüme etmiş!!! Yani İslam'ın içini boşaltan bu projeye katkıda bulunmuş!
Şimdi 'Din Tahripçilerinin Türkiye'ye Sızdığı Kanallar' başlıklı yazımızda kurduğumuz irtibatların ne kadar isabetli olduğu anlaşılıyor mu?
Sormaya devam edelim Hatiboğlu'na:
Acaba o oryantalistler inanmadıkları bir din hakkında neden bu kadar yoğun ilmî çalışma (!) yapıyorlar, bunu hiç düşünmüyor musun?
Gerçek İslam, İslam'ı yıkmaya çalışanların ürettikleri projelerden mi öğrenilecek?
Yapılması gereken İslamî müktesebata, asıl kaynaklara dönmek iken, bunu ortaya koyan güzide alimleri yerden yere vurup küçümsüyorsun. Bu halinle redd-i miras yapan komik bir taklitçi durumuna düşmüyor musun? Acaba tarihte İslam'ı onun düşmanlarından öğrenmeyi tavsiye eden senden başka bir allame (!) görülmüş müdür?
Anlaşılacağı üzere adam dini, oryantalist tahrifatçıların eserlerini okumak ve okuduklarının istikametinde de yüce dinimize tenkit yöneltmek olarak anlamış.
Şimdi düşünelim:
İslam'ın gayesi bu mudur?
Hani Allah'ı bilmek, Resule itaat etmek?
Hani akaid ilkelerine bağlı kalarak nefsini terbiye etmek?
Hani İslam'ı tebliğ, hani cihad, hani dünya insanlığını İslam'la buluşturmak?
Hani İslam'ın gaye olarak tarif ettiği kulluk şuuru?
İşte Hatiboğlu bütün bu sorulara, düştüğü bütün bu çelişkilere cevap vermek zorundadır.
Gelin görün ki, ondan bu çelişkilere cevap istemesi gerekenler, onu duayen kabul ediyorlar!
2- M. S. Hatiboğlu – Mehmet Görmez Münasebeti
Yarım asrı aşkın faaliyet dönemi boyunca tahrifat bataklığına sürüklediği yüzlerce insandan biri olan Mehmet Görmez de onu / Hatiboğlu'nu duayen kabul edenlerden biri…
Evet, M. Görmez'in İslam ilkeleriyle açı yapan macerasının merkezinde Hatiboğlu vardır. Nitekim M. Görmez, bir röportajında yolunun Hatiboğlu'yla nasıl kesiştiğini şöyle anlatıyor:
'Üniversitede üst seviyede ders halkaları oluşturan ve kendi aralarında okumalar yapan bir arkadaş grubuyduk. O arkadaşlardan Prof. Dr. M. Emin Özafşar, yeni dönemde Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı. Kahire ve İngiltere'ye de beraber gitmiştik. Bir başka arkadaşımız Prof. Dr. Bünyamin Erul, Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi şimdi. Prof. Dr. M. Sait Hatiboğlu'nun son sınıflara verdiği derslere devam ederdik. Ona asistan olmayı ikinci sınıftan itibaren hayalime koymuştum. Fakülte biter bitmez master yapmak üzere müracaat ettim ve kazandım. Hatiboğlu hocamız bir kitap verdi. Peygamberin sünnetiyle ilgili bir kitaptı, yazarı da Musa Carullah Bigiyef'ti. Kazan'da doğmuş, oraya sığmamış, Kahire, Hindistan, Arabistan'ı dolaşmış; Lenin tarafından hapse atılmış; Çin, Afganistan ve Türkiye'ye geçmiş, yüz kadar eser vermiş büyük bir insan çıktı karşıma. Master tezimi tespit etmiş oldum…' [1]
Tekrar atıfta bulunmadan geçemeyeceğim: Tahrifatçılar arasındaki organize faaliyetleri yazdığımızda bizi haksızlık yapmakla tenkit edenler acaba bu gerçeklerden haberdarlar mı? İşte yukarıdaki ifadelerinde M. Görmez, M. S. Hatiboğlu ve Musa Carullah'la nasıl irtibatlı olduğunu bizzat kendisi ortaya koyuyor. Başka ispata gerek var mı?
Burada küçük bir parantez açarak M. Görmez'in verdiği iki isim olan M. Emin Özafşar ve Bünyamin Erul'a, yine Ankara Okuluna mensup Yavuz Ünal, Hakkı Ünal ve Ali Dere'yi de ekleyelim…
Görmez, Hatiboğlu'nun rahle-yi tedrisatında (!) yetişiyor ve sonrasında da birbirlerine olan vefaları (!) hiç eksilmiyor.
Hatiboğlu için organize edilen 'Ustalara Saygı, Bilge Bir Hayat' panelinde M. Görmez şunları söylüyor:
'Âlimleri ikiye ayırıyorum. İlki kendi halinde alim olmuş, ilim dünyamıza hizmet etmiş hocalar. Bir de sadece alim değil, aynı zamanda mektep haline gelen, bir ocak haline gelen ve pek çok insanın da istifade ettiği, bilgiden nasıl istifade edileceğini bize öğreten, bize usul öğreten, metodoloji öğreten, Kur'an-ı Kerim'e, Sünnet'e, tarihe, varlığa, kainata nasıl bir usul ile bakmamız gerektiğini öğreten alimlerimiz vardır. Hatiboğlu hocamız, böyle bir alimdir.' [2]
Görmez'in Hatiboğlu'na düzdüğü şu methiyeye bakar mısınız?
Buna mukabil Hatiboğlu da Mehmet Görmez'in Diyanet İşleri Başkanlığından ayrılırken yaptığı veda konuşması sırasında gözyaşlarına hakim olamamıştır (!)
Görmez ve Hatiboğlu arasındaki bu yakınlığı, dünya görüşü beraberliği olmadan anlamlandırmak mümkün müdür?
Takdir siz okuyucularımızın…
Basına verdiği röportajdan yola çıkarak M. S. Hatiboğlu'nun tahrifatçı görüşleri üzerine yaptığımız değerlendirmeyi burada noktalıyoruz. Ama bu röportajda öne çıkan üç iddia, meselenin ilmî izahını zaruri kıldığından, bu hususları açıklamak üzere şu konuları da kaleme alacağız:
- Hadislerin ve vahy-i gayrı metluvun inkarının ne anlama geldiği,
- Hz. Peygambere (s.a.v.) itaatin önemi,
- Kuran-ı Kerim'in tatbik edilmeyecek yönleri olduğunu iddia etmesi sebebiyle Kuran ahkamına tabi olmanın önemi.
Allah, gerçek İslam'ı yaşama ve müdafaa etme şerefini hepimize nasip eylesin.
[1] https://farukbildirici.com/mehmet-gormez/
[2] https://www.haberler.com/diyanet-isleri-baskani-gormez-aciklamasi-9454728-haberi/