Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan radikal düzenlemelerle “milletini arayan devlet” anlayışıyla hareket edildiği belirtilse de bizce “milletini, millete rağmen oluşturan devlet” düşüncesiyle hareket edilmiştir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan radikal düzenlemelerle 'milletini arayan devlet' anlayışıyla hareket edildiği belirtilse de bizce 'milletini, millete rağmen oluşturan devlet' düşüncesiyle hareket edilmiştir. Bu anlayış milletimizin maşeri vicdanında asırlardan beri mevcut olan lisan müktesebatını yok sayarak toplumu adeta Alzheimer hastası yapmıştır. Halbuki millet, devleti oluşturan temel unsurdur. Devlet, milletin tüzel/hükmî kişiliğini temsil etmesi gerekirken öyle olmamış yeni bir toplum oluşturulmak istenmiş ve eski ile yeni arasında oldukça keskin bir ayrım yapılmıştır. Cumhuriyet öncesi devİre, 'eski', 'metrük', 'bağnaz', 'mürteci' gibi gösterilmek istenmiş, Cumhuriyet dönemi de 'yeni', 'çağdaş', 'ileri', 'modern' ve benzeri medhiyelerle/güzellemelerle değerlendirilmiştir. Milletimizin bin yıllık sosyo-kültürel müktesabatı/kazanımı berhava edilmek istenmiştir. Halbuki tarihimiz bir bütündür. Dün olmasaydı bugün olabilir miydi? Millet ve milletin varlığının teminatı olan kültür devam eder/etmeliydi/etmelidir.
Milletimizin asırlar boyu sahih İslamî anlayışı ışığında meydana getirdiği kültürel birikim ile temasını kesmek için tarih ve dile dair gündeme getirilen tezler dikkat çekicidir. Birinci Dünya Harbinden sonra vatanımızın bir kısmının maruz kaldığı işgallere karşı verilen milli mücadele sonunda Misak-ı Milli hudutlarıyla vatanımızın küçülmesi yetmiyormuş gibi ufkumuzu ve gönül dünyamızı da dar bir sahaya hapsetmeye müncer olacak bir tarih tezi ile karşı karşıya kaldık. Bu tez milletimizin köklerini Anadolu'da aramak şeklindeydi. Böylece asırlarca cihan devleti kurmuş mübarek ecdadımızın i'lay-ı kelimetullah ruhu söndürülmek istenmiştir. Milletimizin Türkistan'dan (Orta Asya) geldiği tezi yerine ikame edilen bu tez ile Anadolu coğrafyasının 'ezeli ve ebedi' vatan olarak benimsenmesi arzu edilmiştir. Böylece kimlik ve kültür bakımından Osmanlı'dan kopuşun zemini hazırlanmak istenmiştir. Türklerin kökeninin Hitit ve Sümer gibi kavimlere dayandığı tezi işlenmiştir. O tarihlerde bazı kuruluşlara, Eti, Sümer, Esenboğa, Kamutay, Sayıştay ve Danıştay gibi isimlerin verilmesi bu anlayışın mahsulüydü. Bu tez ve benzeri anlayışlar sadece milletimizin gönlünde asırlarca yeşerttiği i'lay-ı kelimetullah anlayışını örselemekle kalmamış aynı zamanda nesiller arası iletişimin zayıflaması ve daha vahimi mevcudiyetimizi tehdit eder seviyeye gelmiştir.
Bu tarih tezi Cumhuriyet'in ilk yıllarında gündeme gelmişti. Aynı anlayışın lisanımız üzerindeki yansıması 'Öztürkçe' uygulaması şeklinde olmuştu. Bu, 'öztürkçe' veya 'arı dil' şeklinde ifade edilen uygulamadan Güneş Dil Nazariyesi ile 'u dönüşü' yapılmış olsa da lisanımız ciddi yara almış ve bu yara, hafif kabuk bağlamaya başlamış gibi görünse de zaman zaman kanatılmaya teşebbüs edildiğine şahit olmaktayız. Bilmem dikkat ediyor musunuz ülkemizde 'milliyetçi-muhafazakar' olduğu iddiasında olan ve hatta 'dindar' olduklarını söyleyen bir kısım televizyon kanallarında 'cevap' kelimesi nisyana/unutulmaya terk edildi. 'Yanıt' kelimesi herkesin dilinde.
Türkçemizin maruz kaldığı bu sarsıcı ve yaralayıcı tahribata ilaveten bir de 'Türkçe ibadet' projesi, Türk ve İslam dünyasının ümidi olan milletimizin gönül dünyasına hançer gibi saplanmıştır. Milletimizin mayasının sağlam olması ve milletimizin bağrından çıkan Ehl-i sünnet anlayışını yaşayan ve yaşamak isteyenlere rehber olan, hiçbir siyasî projeye angaje olmayan kuruluşların rehberlerinde, bu tür salvolar bertaraf edilmiş ve edilmektedir.
Fakat Türk ve İslam dünyasının ümidi olan milletimizin el'an karşı karşıya kaldığı daha vahim bir tehlikeyi söyleyeyim: Aziz milletimizin sahih inancını sulandırıp; Şia, Vahhabi, mezhepsiz ve İslam'ı güncelleme iddiasında olan bir zihniyetle karşı karşıyayız.
Milletimiz uyanık olmak durumunda ve diline, irfanına ve sahih inancına sahip çıkmak mecburiyetindedir.