Şair şöyle diyor:
Durum diye bir lâf var, buyurunuz size durum;
Bu toprak çirkef oldu, bu gökyüzü bodrum!
Telefonlarda “durum” adı verilen bir kısım var. Teknoloji bir vasıtadır ve kullanana hizmet eder. Doğru ve yerinde kullanılırsa işe yarar. Bütün mesele “doğru” kullanabilmektir.
Son bir haftada dostlarımızla paylaştığım “durumlarımın” bir kısmını takdim ediyorum:
Karşılık beklemeden iyilik yapabiliyor musunuz? Hiç kimsenin görmediği bir yerde yaptığınız faydalı bir şeyin mükafatının size ödeneceğini kabul ediyor musunuz? Hiç kimsenin görmediği bir yerde yanlış yapmayı reddediyor musunuz? Öyleyse atalarımıza layık bir insansınız demektir.
Merhum Yunus Emre'den mülhem; şöyle cevap verdim:
Bir avuç toprak biraz da suyum ben.
Neyimle övüneyim? İşte buyum ben.
İhtiyaç olmadığı halde uydurulan kelimelere bir örnek daha verelim. Mesela "yaşantı” kelimesi böyle. Süprüntü, akıntı, sızıntı kelimeleri nasıl müspet/olumlu manalar ifade etmiyorlarsa “yaşantı” kelimesi de müspet manalar ifade etmemektedir. Bu kelime mana olarak, ancak bedbaht ve zavallı bir kimse için söylenebilir. Ayrıca "balta" manasına gelen “yargıç" kelimesi hâkimin yerini nasıl alabilir? Bizim ikazımız farkında olmadan kullanan dostlaradır. İnadına kullananlara ne diyelim.
Dostlar şuna dikkat etmek lazımdır: Bir ülkede kanuni/yasal olan ile helal olan arasındaki makas açıklığı ne kadar çoksa o toplumda devlet-millet bütünleşmesi o kadar azdır. Bir yazarın dediği gibi helalleşmek, mahkemede dava kazanmaktan daha üstündür.
Bir ülkenin üniversitelerinde yabancı dilin önemi, kendi dilinin önüne geçmişse geçmiş olsun. Artık gönül rahatlığıyla sömürgecilere alkış tutabilirsiniz.
Kutuplaşmak tercih edilmez fakat kutuplar dünya kurulduğundan beri vardır. Ben merhamet kutbunda yer almak isterim.
Türkiye zor bir ülkedir. "Okuyucu" bulmak kitap yazmaktan zordur. Mütedeyyin ve muhafazakâr zenginlerimizin elleri pek ceplerine gitmez.
Sakarya'da bir mühendisimiz havadan su üretmiş. Ben yeni öğrendim. 2011'de gerçekleşmiş. Mesele şudur: Çalışacaksın, araştıracaksın ve üreteceksin. Fakat bir şartla: insanlığın faydasına olmak kaydıyla. Bakın mesele yine geldi vicdana. Vicdanınız doğru adresten besleniyorsa ürettiğiniz mamul insanlığa fayda temin eder. Gönül sultanı 1940'lı yıllarda havadan su üretileceğini haber vermiş. Üretmek güzeldir fakat vicdanlı üretim daha güzeldir.
Sosyoloji sahasında olan bir akademisyenimizin güzel bir tespiti vardır. Şöyle der: "Yabancıda aranan yerlilik". Çok güzel bir tespittir. Tanzimat sonrası Osmanlı'yı ve günümüzü resmeder. Böyle akademisyenlerimizin sayısının artması temennisiyle...
Dostlar, önemine binaen tekrar hatırlatıyorum. Üniversiteyi kazanan öğrencilerimiz var. Evlatlarımız evden uzak vilayetlerde kalacaklar. Kıymetli olan evlatlarımız herkese emanet edilemez. Lütfen dikkatli olunuz. Araştırınız. Unutmayınız ki, doğru adresten doğru bilgi alınır.
Bir TV kanalında bir hukukçuya şu soru yöneltiliyor: “Ceza alanlara niçin aldıkları ceza tam olarak uygulanmıyor?". Cevap: Cezaevleri dolu. Tahayyül edebiliyor musunuz, nerelere sürüklendiğimizi? Şimdi sormak isterim: Eşyaya teslim olmayan ahlak sahibi insanlar yetiştirmek gerekmez mi? MEB’ini ne yapıyor bilmiyorum. Ama Üniversitelerimizde durumun vahim olduğunu belirtmek mecburiyetindeyim. Bir üniversitemizde "Medeniyet Tasavvuru" adında bir dersimiz vardı. Bu dersi bile kuşa çevirdiler.
Farklı kanaatlere sahip olmak insanîdir. Temenni olunur ki, birbirimizin mukaddeslerine husumet beslemiş olmayalım. Ayrıca farklı kanaatlere sahip olmak her türlü gelişmenin tetikleyicisidir. "Tek tipçilik" bizim inancımızla kabil-i telif değildir.
Merhum Yunus Emre diyor ya:
Bir avuç toprak ve biraz da suyum ben.
Neyimle övüneyim? işte buyum ben.
Ben şimdi Yunus Emre'ye "ölü mü" diyeyim? Ayrıca insan ölmez, ölen hayvandır. İnsan mekân değiştirir. Yaşadığı mekândan hesap vereceği mekâna gider.
Akıllı olmak mükellef olmaktır. Akıllı olmayı "ukalalık" zannedenler var. Mükellef olmak insanîdir. Sadece insanlar mükelleftir, yani sorumluluk sahibidir. Demiştik ya insan ölmez ölen hayvandır ve insan mekân değiştirir.
Unvan sahibi olmak veya makam sahibi olmak gerçekten bir "sahiplik" midir yoksa hesap verilebilirliği artıran bir "ağırlık mıdır?".
Hataların en büyüğü yanlışı "doğru" zannetmektir. Bu, hepimiz için en büyük tehlikedir. Mesela birkaç gün önce Eskişehir'de 18 yaşından küçük bir çocuğun eline bıçağı alarak önüne geleni bıçaklaması böyledir. Ne demiştik lütfen hatırlayınız: evladına ilmihal öğretmeyen ebeveynler evlat "katilidir". Eskişehir'deki bu çocuğa haramı-helali ve kul hakkını öğretebilseydik polislerin mesaisi daha az olmaz mıydı? Günümüzdeki kötü örnekleri vermeyin. Sui misal emsal olmaz.
Dostlar! hatırlatıyorum; evlatlarınızın sosyal medyaya girmesine müsaade etmeyin. Sosyal medya dipsiz kuyudur. Çok tehlikelidir. Seyrettiği diziye dikkat edin. "Bir defacık bir şey olmaz" diyerek nice uyuşturucuya müptela olmuş ebeveynler bilirim. Unutmayalım ki, kontrol güvene mâni değildir.
"Uzmanlarımız" açıklama yapıyor: "Kendilerini göstermek için bunu yapıyorlar. Yalnızlaşma, içe çekilme". "Uzmanlarımız" böyle söylüyor. Haber bültenlerinde bıçaklı caninin önüne geleni nasıl bıçakladığı ayrıntısıyla yer alıyor. Bu tür haberler böylelerini tetiklemez mi, teşvik etmez mi? Bu ülkede, içinde sigara bile içilmeyen kuruluşlar yok mu? Her meselenin başı niyettir. Kirli niyetlerden temiz eylem çıkmaz.