ELİNDE tutuyor hiç bırakmıyordu. Evirip çeviriyordu. İncitmeden korkar gibiydi. Sevdiğinin saçlarını okşuyor sanırdı onu gören. Dikkati üzerindeydi, başka yöne bakmıyordu, gözlerini âdeta oraya raptetmişti.
ELİNDE tutuyor hiç bırakmıyordu. Evirip çeviriyordu.
İncitmeden korkar gibiydi.
Sevdiğinin saçlarını okşuyor sanırdı onu gören.
Dikkati üzerindeydi, başka yöne bakmıyordu, gözlerini adeta oraya raptetmişti.
Sessizdi.
Hisliydi.
Bir ara ağlıyor sandım, gözlerine dikkatle baktım.
Doğruydu.
Bir damla yaş gözlerinden kopmuş yanaklarına doğru süzülmüştü.
Silmeye tenezzül etmedi. Belli ki, kıyamamıştı. Teninde kalsın istiyordu.
Kalkamadım yanından.
Çay tabağı ile sohbet ediyordu sanki.
Bu sohbet dilden dökülen cümlelerle değil parmak uçlarının marifetiyle oluyordu.
Dokunuyorlar gibiydiler birbirinin yüreklerine.
Allah'ım dedim ne çok şey var bu hayatta ıskaladığımız.
Ne kadar fazla ayrıntıya kendimizi kaptırmış ve boğdurmuşuz.
Hep büyücek şeylerin peşinden koşmuşuz güya. Şu karşımda gördüğüm güngörmüş kişi bir çay tabağı ile dakikalardır sohbet edip durmakta.
Hem de ne sohbet.
Otur yaz deseniz, yazacağım üşenmeden.
Zihnimdeki çağrışımları bir yana bırakıp tekrar muhabbetlerine döndüm. O kadar karşılıklı bir ilgiyle devam ediyordu ki, tabağı neredeyse canlı sanacaktım.
Meraklı bakışlarım hedefine ulaştı sonunda. Soramadığım sorular duyulmuş gibiydi.
Bir çay tabağı ile bu kadar deruni sohbeti başarabilen benim zihnimde dönenip duran soruları mı duyamayacak.
Geçiniz.
'Bu çay tabağında benim tarihim var. Doğumum, çocukluğum, gençliğim…
Coşkun sevinçlerim, hüzünlü kederlerim, acıklı yalnızlıklarım… Sevdiklerim, sevemediklerim.
Ben varım bu çay tabağında.
Sadece benim mi? Hayır.
Babam da burada, dedem de. Onların hayat öyküleri de.
Ben bu çay tabağına dokundukça onların yaşanmışlıklarına, sonra da kendi hayat macerama dokunuyorum. Dile geliyor onlar. Bende dinliyorum' dedi.
Galiba bugün bende onları dinledim.
İyi de ettim.
Şunu öğrendim. Aslında farklı birini tanıyıp ona nüfus ettiğimizde aynı kalmıyor hiçbir şey
'Tanıdın ya beni artık hiçbir şey aynı değil. Olamaz da' derler hal diliyle bize.
Sanki bana şunları söyler gibiydi:
'Dün dündü imanım. Bugün beni tadının ve her şey değişti, her şey…
Gülüşün değişti, seslenişin, bakışın, oturuşun, kalkışın… Aynı değil artık hiçbir şey.
Ve olmayacak…
Oynadı taşlar yerinden.
Yer sarsıldı.
Gökte bulutlar yer değiştirdi.
Yağmurun indiği zemin değişti imanım.
Artık yeşeren bahçeler kurudu, kurumuş bostanlar gülücükler dağıtmaya başladı.
Tanıdın ya beni artık her şey değişti.
Zamana bakışın değişti, zemine basışın değişti.
Belki farkında değilsin ama uyuma biçimin bile değişti.
Nefes alışın değişti.
Nefeslerin nefisten değil artık.
Gönülde devran değişti.
Gezdiğin diyarların değişti.
Etki aldığın felekler değişti.
Emin oldukların ile olmadıkların yer değiştirdi.
Korktuklarınla üstüne vardıkların değişti.
Hayatına hükmeden karanlıklara nurdan ışıklar geldi.
Gölgeler yer değiştirdi hayatında. Az şey mi?
Yazdığın şiir değişti, dinlediğin melodi, keyif aldığın filmler değişti.
Aşka olan aşkın değişti.
Netleşti.
Oyun kurucuların oyun kapanına kapılma ihtimalin değişti.
Bugüne bakışın değişti, dünü değerlendirme şeklin değişti, yarına olan umutların değişti.
Dinçleşti.
Aynı değil artık hiçbir şey. Tanıdın ya beni değişti her şey…
Benim zihnime bunları söyleyebilen çay tabağına kim bilir neler söylemişti.
Güç bela azıcık derman bulabildim ve dirilikle ama içimden sordum. 'Sen kimsin ve nasıl değiştirdin beni?'
İçimi ısıtan bir tebessüm yayıldı yüzüne.
'Bunlar benim sözlerim değil' dedi. 'Senin sözlerin.'
'Nasıl olur bu?' dedim.
'Bu sözler senin evlat' dedi. 'İç konuşmaların. Kendini tanımaya başladığın zamandan beri ne çok değiştin farkında değil misin?'
'Değilim' dedim.
'Ol o zaman. Kendinin farkında ol.'
Bir çay tabağı muhabbeti nerelere gelip dayanmıştı böyle.
Bugünlük bu kadarı yeterli diyerek müsaade isteyerek ayrıldım.
Tekrar karşılaşır mıyım, bilmiyorum.