İLK sorusu bu olurdu karşılaşmalarımızda. “Beni nasıl görüyorsun?” Keyifli vakitlerimde söylediklerim başka, hüzne bulandığımda aktardıklarım farklı olsa bile anlattıklarımın ana mihveri değişmiyordu.

İLK sorusu bu olurdu karşılaşmalarımızda.

'Beni nasıl görüyorsun?'

Keyifli vakitlerimde söylediklerim başka, hüzne bulandığımda aktardıklarım farklı olsa bile anlattıklarımın ana mihveri değişmiyordu.

Neticede kendisine saygıya dayalı bir bakış biçimim vardı.

Yani genellikle benzer şeyler söylemiş olsam da o, asla bu sorusunu değiştirmiyordu.

Zaman zaman acaba bu soru kendisinde bir takıntı haline mi geldi şeklinde düşündüğüm bile olmuştu ancak hayata nasıl tutunduğu ve yaşama verdiği anlam ile mücadelesinin ayrıntılarını bildiğimden bu vesvesem yerine hiç oturmuyordu.

ESASEN 'Beni nasıl görüyorsun?' diyerek o beni görmeye çalışıyordu.

Bakıp bakmadığımı test ediyordu.

Hangi açılardan baktığımı öğrenmek istiyordu.

Bakış zaviyemde ne gibi açı değişimleri meydana geldiğini tespit etme amacını güdüyordu.

Bunlara ilave olarak büyük ihtimalle gördüklerimi nasıl anlattığımı da tahlil ediyordu.

Gördüğümüz aynı olsa bile bunu farklı demlerde anlatma biçimlerimiz değişirdi.

Muhayyilemiz genişlerdi.

Kelime dağarcığımız yeni kazanımlar elde ederdi.

Sanattan nasiplenmişsek eğer meseleyi ortaya koyuş biçimimiz daha estetik hale gelirdi.

Bizim telaşımızı ya da ataletimizi ortaya koyardı.

Geçiştirerek mi konuyu tanımlıyoruz yoksa hakkını vererek tüm ayrıntıları dile getirerek mi meseleyi sunuyoruz, buayan olurdu.

Kısacası birini nasıl gördüğümüz bizim nasıl göründüğümüzle yakından alakalıydı.

YAĞMURU rahmet mi, afet mi gördüğümüz bize bağlıydı.

İşini vakti zamanında bihakkın yerine getirmiş bir çiftçinin yağmur beklemesi ile yapacaklarını sürekli erteleyip ürününü tam hasat edememiş olanın verdiği anlam elbette farklıydı.

Yani fiziki bazı durumlar ile içinde bulunduğumuz ruh hali bakışımızı belirliyordu.

DOSTLARA sormak gerek belki de, 'Beni nasıl görüyorsun?' diyerek.

Bu, onları bizim daha doğru, daha ayrıntılı görmemizi sağlayabilir.

İlişkilerimizi sathilikten kurtarıp sahih bir çerçeveye oturtabilir.

Ancak ne yazık ki, yaşadığımız çağ bu soruyu sadece fiziki görünümle sınırlı hale getirerek kıyafet veya makyaj seviyesine indirgemiş durumda.

Bu soruyu soranlar ruh halleri, bilgi seviyeleri, öğrenme biçimleri, öğrendiklerini ne şekilde uyguladıkları, düşünce dünyaları, muhayyileleri, fikri kazanımları, inanç esasları, hayata dair duruşları, haksızlıklara karşı tavırları, dünya varlıkları ile kendilerini tanımlayıp tanımlamadıkları, hedefleri, umutları, arzuları, ülküleri üzerinden bir değerlendirme almak için sormuyorlar.

Nasıl olduklarından ziyade nasıl göründükleri üzerinden bir görsel dünya kurduklarından kendilerine soruları da elbette bununla sınırlı…

Oysa bana sorulan soru farklıydı.

Hakikatli bir tahlil ihtiyacıydı.

Kendini farklı açılardan görme ve analiz etme zaruretinin dışa vurumu idi.

DIŞ GÖRÜ ve içgörü gibi konular var.

Görme biçimlerine ilişkin yazılan yazılar üretilen programlar var elbette.

İnsan psikolojisine dair çalışan profesyoneller bu işi zaten birçok test ile yapıyorlar ve yorumluyorlar.

Tedavi ihtiyacı söz konusu ise hekime yönlendiriyorlar.

Bizim anlatmaya çalıştığımız bu değil zaten.

SEVDİKLERİMİZİN gönül dünyasından nasıl göründüğümüzü merak etmez miyiz?

Dostlarımızın ruhlarında nasıl bir yansıma yaptığımız alakamızı çekmez mi?

Zihni gelişimimizi, fikri donanımımızı, ele aldığımız konuları en dolaysız, en sade ve anlaşılır biçimde ifadeye döküp dökemediğimizi bilmek istemez miyiz?

Veya bunu bizden isteyen dostlarımıza geri bildirimde bulanmayı arzulamaz mıyız?

İstemeliyiz.

Talep geldiğinde görüş bildirmeliyiz.

Ancak bunun için önce bakmalıyız.

Görmek için önce bakmanın lazım geldiğini unutmamalıyız.

Görmek konuşmanın evvelidir ve bu hepimizin malumudur. Her birimiz bu dünyaya geldiğimizde henüz konuşma yetisine kavuşmadan önce görerek annemizi, babamızı, diğer yakınlarımızı, bakım verenlerimizi ve yerimizi tanırız, tayin ederiz.

İdeolojik bakış, fikri bakış, inanca dayalı bakış, sanatsal bakış gibi başka türleri de var ki onlar bahsi diğerdir.

Dokunmak aynı şekilde bir başka görme biçimidir ama önceliği göz ve gönül ile görmeye vermeliyiz.

'Beni nasıl görüyorsun?' sorusunu hırsına, kıskançlığına, doğru tahlil edeceğine tam olarak inanarak sorabileceğimiz çevremizde kaç kişinin olduğu hususu da ayrıca can atıcı olabilir.

Ya Selam!