UZUN bir zaman geçmişti. Bazı sebeplerle her birimiz bir yerlere dağılmıştık. Kendisinin ise seyahate çıktığını duymuştum. Döndüğü haberini alınca dostlarla iletişime geçerek toplanma planı yaptık.

UZUN bir zaman geçmişti.

Bazı sebeplerle her birimiz bir yerlere dağılmıştık. Kendisinin ise seyahate çıktığını duymuştum.

Döndüğü haberini alınca dostlarla iletişime geçerek toplanma planı yaptık.

Aceleci bir yapıya sahip olduğumdan ilk giden ben olmuştum.

Selam ve kucaklaşma faslından sonra henüz oturmuştum ki, 'Aldanma Gününe Hazır mısın?' sorusuyla karşılaştım.

Biraz soluklansak ve birkaç arkadaş gelmiş olsaydı iyi olurdu ama sanırım ilk sığaya çekilmek bana düşmüştü.

Zaman kazanmaya çalıştım ama gözden kaçmadı tabi…

İNSAN ne aldanmak ister ne de bilerek aldatmak…

Ne kendini yanılmak istersin ne de başkalarını yanlışın çamurlu tarlalarına sürmek…

Üzerinde konuşurken bunları düşünür ve söyleriz ama gerçek bununla tam olarak örtüşmüyor.

Ne yazık ki, hem aldanıyor hem de aldatıyoruz.

Bu türlü konularda gerçekleşiyor.

Herkesin bir zaafı var ve kötücül enerjiler fırsat buldukları bu aralıklardan giriyor ve eylemlerini gerçekleştiriyorlar.

Bu duruma erken uyanıp gardını alanlar olduğu gibi içine girdiği hipnozdan uyanamayanlar da azımsanacak gibi değil.

Mevzu hepimizin başında yani.

Kaçabileceğimiz, meseleyi görmezden gelebileceğimiz bir durum değil.

Eğer uyanmayı burada gerçekleştiremezsek durum çok daha vahim olacak.

MEĞER bu Kur'an'da kullanılan bir kavrammış…

Bir kere daha cehaletin girdabında kıvranmaya başladık. Oysa ne çok şey biliyorduk dünyaya ilişkin.

Kendimize dair…

Ve hatta her şeye ve herkese…

Ama gel gör ki, ana noktaları hep ıskalamışız.

Yazık ki, ne yazık.

YÜCE Kitabımızda sadece bu konuyu anlattığı için bu şekilde isim alan bir Sûre var.

Sorarsak kendimize hepimiz Ehl-i Kur'an'ız.

Okuyoruz.

Ondan ayrı değiliz.

Bu doğruysa neden daha bu ilk yeni buluşmada bile dibe çakıldık?

Soru karşısında şaşaladık.

Gözümüzü kaçırmış, elimizi, ayağımızı koyacak yer bulamadık?

Saklanma duygusu içine sürüklendik?

YEMÜ'T-TEĞÂBUN…

Aldanma günü…

Üzüntü.

Esef.

Pişmanlık…

Kar ve zararın ortaya çıkması demek…

Aldanışlarımızla yüz yüze geleceğimiz yani acıklı halimizin açık olacağı…

Her şeyin olduğu gibi ortaya dökülüp saçılacağı gün.

Kendimizi mükemmel, muhteşem, eksiksiz, kurtulmuş, nirvanaya ulaşmış görmemizin yüzümüze çarpılacağı dem…

Kayıp ve kazanımların itiraza mahal bırakmayacak şekilde zuhura geldiği…

Vardığımız yanlış algıların terazide tartıldığı vakit.

Kendi vehmimize göre oluşturduğumuz imanın gerçek iman olmadığını belki de şirkin tam göbeğindeyken bu avunma ile hayatımızı tükettiğimizi derin bir pişmanlıkla anladığımız an…

Hakikati ilmek ilmek oyaladığımızı zannettiğimiz ama aslında kendimizi gerçek elbisesi giydirdiğimiz yalanlarla avuttuğumuzu müşahede ettiğimiz lahza.

Ayıkma günü.

İrtikap ettiğimiz kusurların neler olduğuna ayılmamız…

Kendimize ne kadar da derin hileler yaptığımızı fark ettiğimiz dehşet anları…

TEĞABUN Sûresi işte bize bunları anlatıyor.

Medine döneminde nazil olan ve 18 ayetten oluşan bu sûre bir hayat manifestosu…

Kendine çeki-düzen vermenin ilkelerini barındırıyor.

Gönlün doğruya nasıl yönelebileceğinin prensiplerini veriyor.

Allah ve Resulüne itaat etme gereğinin mecburiyetini vurguluyor.

Yalnız O'na dayanıp güvenebileceğimizin bilgisini sunuyor.

Eşlerin ve çocukların kişiye olabilecek olan düşmanlıklarını haber veriyor.

Nefsin bencilliğinden nasıl korunabileceğimizin yollarına işaret ediyor.

Allah'a saygısızlıktan sakınılmasının gerekliliği dikkat çekiyor.

Yine Allah'a güzel borç vermenin nasıl olacağının ifadeleri yer alıyor.

Büyük mükafatın Hakk katında oluşunun ve şükrün karşılığının bol bol verilmesi dile getiriliyor.

Rabbimizin ceza vermekte acele etmemesinin bize bakan rahmet yönünü görmemizi sağlıyor.

Âhiret alemini ve buna hazırlanma aracı olan dünyanın nasıl değerlendirilmesi gerektiği dikkatimize veriyor.

Beşerî ilişkilerin nasıl sağlıklı yürütülebileceğine temas ediyor.

Görüldüğü gibi tam bir yaşam pratiği sunuyor bizlere…

ALDATANLAR suçlu, kabul.

Ya biz aldananların, kananların, bilmediğinin peşine takılanların, hakikat diyerek süslenmiş zokaları zevkle yutarak konfor alalından çıkmama tembelliği gösterenlerin hiç mi kabahati yok?

SÜRPRİZLERİN yaşanacağı kesin gibi görünüyor.

Kendimizi çok iyi dindar görürken hiç öyle olmadığımızı görüp orada yüzleşebiliriz.

Bize iyi şeyler anlattığını varsaydıklarımızın bazılarının aslında belki de 'Şeytanın Vahiy' aracı olduğunu görüp şaşırabileceğiz.

Kendi halinde dünyasını yaşıyor şeklinde görüp hiç dinle diyanetle alakasız saydıklarımızın belki de tam bir 'Tevhid Ehli' olarak karşımıza çıkması halinde dilimizi yutabiliriz.

Yani aldatanların ve aldananların açık seçik görüleceği o 'Yevmü't-Teğabun'de inşallah aldanmış olanlardan olmayız.

Kur'an-ı Kerîm'in aydınlığı ve Fahr-i Kainat Efendimizin muhteşem örnekliği üzere yaşayıp, ne aldanan ne de aldatanlardan olmadan 'Sırat-ı Müstakîm' üzere yol almış olanlardan oluruz inşallah.

Ustanın sorusunu yineleyerek bitirelim yazımızı.

'Aldanma gününe hazır mısın?'

Ya Selam!