San Francisco körfezinde bulunan ve karaya 2,4 km uzakta olan Alcatraz hapishanesi Al Capone, Doc Backer gibi zamanının en ünlü suçlularını içinde barındıran bir hapishaneydi. 1962 yılında kimsenin kaçmayı başaramadığı Alcatraz’dan Frank Lee Morris, John Anglin ve Clarence Anglin kaçmayı başardı. Yüksek korumalı bu hapishaneden kaçan bu üç kişi yağmurluklardan bir bot yaptılar ve San Francisco denizine açıldılar. O günden sonra hiçbirinden haber alınamadı. Hapishaneden kurtuldular ve akıbetlerinin ne olduğunu bilen yok…
Osmanlı Devleti’nin son zamanları ve Türkiye Cumhuriyeti’nin de ilk zamanlarında kurtulmaz denilen, bir daha ayağa kalkamaz denilen konumda görülüyordu. Ergenekon’dan çıkarken yol gösteren, mitolojimizin temelinde önemli bir yere sahip Bozkurt ve Anadolu’ya girişimizde önderlik eden Alpaslan gibi o gün de Gazi Mustafa Kemal Atatürk yolun başında belirdi. Bizi etrafı çevrili, sömürgeci zihniyete mal edilen yani yukarıdaki hikayedeki gibi Alcatraz’dan kaçıran büyük lider…
Şimdi başka bir hikâyeye gidelim.
12 Haziran 1926’da 86 günlük bir yolculuğa çıkıldı. Yolculuğun amacı Türkiye’nin tanıtımını yapmaktı. O tarihlerde hala Osmanlı Devleti olarak biliniyorduk ve izlenim de olumsuz bir havadaydı. Mağlup, parçalanmanın reva görüldüğü bir ülke ve kimlik olarak da bir karmaşa düşüncesi vardı. Türklerin yeni bir devletinin olduğu ve deveye binmediklerini anlatmak gerekiyordu.
Mustafa Kemal Atatürk o günlerde Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk reklamı ya da başka bir deyişle PR’ını planlamıştı. Karadeniz gemisi birçok sanatçı, gazeteci, milletvekili, öğretmen, müzisyen ve denizciden oluşan 285 kişilik bir ekiple 14 ülkenin 16 limanını gezdi. Hazırlıkları bir yıl sürdü. Gittiği her liman 65 kişiyi ağırladı ve çeşitli yerel ürünler, kültürler tanıtıldı. Esas amacı ticareti geliştirmek gibi gözükse de aslında can alıcı noktası kültürel bir hegemonya kurma çabasıydı. İşte Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal iletişimdeki ilk ve en önemli atılımlarından biridir bu.
Sanayi, tarım, sanat ürünlerinin yanı sıra balolar, kutlamalar ve davetler yapıldı. Ayrıca Kütahya çinileri, Hacıbekir Lokumları, Bursa Hereke kumaş ve halıları, tekel ürünleri, dondurulmuş Ankara Tiftik keçisi gibi birçok yerel unsura yer verildi. Sanayi-i Nefise mektebi (bugünkü Mimar Sinan Üniversitesi) öğrencilerinin yaptığı heykel ve resim gibi sanat ürünleri gemide yer aldı ve üzerlerine dört dilde bilgi veren etiketler konuldu.
Salonun baş köşesinde o dönemin ünlü ressamı İbrahim Çallı’nın Mustafa Kemal yağlı boya çalışması yer aldı ve gelen ziyaretçilerin en çok ilgilendiği köşelerden biri oldu. Zeki Üngör’ün (İstiklal Marşı’nın bestecisi) başında olduğu Cumhurbaşkanlığı orkestrası her limanda konser verdi. Modern görünümlü Türk kadınları, smokinli ve takım elbiseli erkekler kendinden emin ve adeta sömürge olmayı kabul etmeyen ve etmeyecek olan çetin duruşlarıyla Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türkleri temsil ediyordu.
Geminin gittiği her yerde medyanın gündeminde olması o dönem için oldukça dikkat çekici bir durumdu. Bugünden o güne baktığımızda ülkelerin imajları için pek yaygın olmayan bir yol olmasa da geleceğe dönük önemli bir adımdı.
İşte en baştaki hikayedeki Morris ve arkadaşlarının Alcatraz’dan kaçması gibi Atatürk de yeni bir ülkenin kurulmasına öncülük etti ve benzetme yapacak olursak sömürüden, parçalanmışlıktan çıkararak bizi Alcatraz’dan çıkardı. Fakat sonrası ne oldu? Atatürk ve arkadaşları, şehitlerimiz, gazilerimiz kısaca atalarımız elinden geleni yaptı. Biz ne yaptık?
Bu soruyu siyasal iletişim, devletin reklamı, propagandamız açısından düşünebiliriz. Savaşmak ve günlük siyasi söylemleri kastetmiyorum. Yukarıdaki Karadeniz Gemisi örneği gibi bir çalışmamız var mı? Bugün popüler kültüre en hâkim ülkelerden biri Güney Kore. Devlet eliyle kültürünü oluşturuyor ve pazarlıyor. Bugün milyarlara varan bir kitleye hitap ediyor.
Bırakın Hollywood’u, Hindistan’nın bile Bollywood’u var. Kendi pazarlarını oluşturdular, kendi kültürel hegemonyalarını inşa ettiler. Uluslararası bu kültürel hegemonya savaşında elimizi güçlendirmemiz gerek. Kendi kültürümüzü modern kültür içerisinde bir konuma oturtmamız Türkiye Cumhuriyeti’nin elini gün geçtikçe daha güçlü bir konuma getirecektir.
Dijital medyadaki gücümüzü de doğru bir şekilde kullanmamız son derece önemli. Kitlelerin bir doğrusu, bir iletişim kanalı yok. Birden fazla doğru içerisinde en etkilisini oluşturmak ve sunmak, birden fazla iletişim kanalı içerisinde en etkililerini en etkili biçimde kullanmak lazım. İç siyasetin mezelerinin sunulduğu bir masa değil, uluslararası düzeyde kurulan bir masa ve sofra olmalı. Bunun da en önemli temeli iletişimde boşluk bırakmamak ve şeffaf olmak.
Bu konuya da başka bir yazı da değiniriz…