Zamanın birinde imparatorluğun haritasını yapmak isteyen haritacılar bir yerden sonra haritayı öyle bir hale getirmişler ki imparatorluğun bire bir aynı ölçümünde bir harita yapmışlardır.
Lakin bir zaman sonra çökmeye başlayan imparatorlukla birlikte harita da lime lime olmuştur. Haritanın parçaları ile çölde insanlar karşılaşmakta ve bu muhteşem imparatorluğun soyut, metafizik güzelliğinin aynısı vardır.
İmparatorluğun çöküp, yok olması gibi haritada aynı düzeyde çürüyüp gitmektedir. Harita her haliyle imparatorluğun gerçeğine benzemekte ve birbirinden ayrılmaz bir haldedir…
Borges’in bu masalını Baudrillard’ın simülasyon ve simülakr kavramlarıyla bakmamız içinde bulunduğumuz dünyayı da anlamamızı kolaylaştırabilir ya da kimisi için daha da anlaşılmaz hale getirebilir.
Yine de içinde bulunduğumuz dünyayı simülakr düzeni ile açıklamaya çalışmanın önemli olduğunu ileri sürebiliriz. Masaldan yola çıkarsak, gerçeklikle gerçek olmayanın çok benzer olduğunu söyleyebiliriz. Lakin işin bu evresi daha başlangıç noktadadır.
Kavramların ve göstergelerin dünyasında hakikatin bir önemi yoktur. Önemli olan göstergenin etkisi ve etkileyebildiği insanlardaki davranış değişiklikleridir. İçinden çıkılmaz hale gelen tartışmanın en can alıcı noktası ortada ne ülkenin olduğu ne de haritanın olduğu noktadır.
Ortada anlamlardan yoksun sessiz yığınların gündelik kabulleri vardır. İşte burada modernizm eleştirisinden yola çıkarak postmodern bir dünya tarifindeki büyük anlatı reddi açıkça kabul edilebilir.
Büyük anlatıların, ideolojilerin kabulü bir mantık sistemi içerisinde artık değildir. Ortada bir mantık düzeni vardır fakat simülakrlar tarafından çevrilmiş bir düzendir.
Simülakr için gerçeğin yerine geçmek isteyen diyebiliriz. Matrix filmindeki makinelerin insanlar yerine geçmesi örnek gösterilebilir.
Böylesi bir ortamda hakikat kendini gösteremeyecek düzeydedir ya da daha doğrusu hakikat bir yerlerdedir fakat nerede olduğu bilinmemektedir. Ortada gerçeğin yerini hızla alan ve gerçeği bulunamaz bir yere götüren simülakrlar vardır.
Milliyetçilik konusuna gelirsek eğer işlerin bir hayli karışık olduğunu söyleyebilirim. Postmodern milliyetçilik kavramı ile ulusların ve milletlerin reddini değil, anlam karmaşası içinde bulunan ve artık anlamı değiştirilmiş bir kavramı işaret etmeye çalışacağım. Türkiye’de herkesin yerine göre “biz de milliyetçiyiz” dediği bir noktadayız.
Bu tanımı kullanmak bu kadar kolay mı? Kesinlikle değil. Öncelikle insanların dünya görüşüne göre bir sıralamaları vardır. Şöyle ki; ferdiyetçi biri her şeyden önce (aile, millet, dini) kendini ön planda tutar ve kararlarını ona göre alır.
Kabileci biri de ailesini, akrabalarını önde tutar. Marksist biri sınıf çatışması üzerinden dünyayı tanımlar ve işçi sınıfını hepsinin önünde tutar.
Muhafazakâr biri dinini, milliyetçi biri de milletini en ön planda tutar. Bütün bunlardan bazıları birbiri ile çelişmediği noktada bir arada yer alabilir.
Lakin önemli olan ön planda tuttuğunuz ve kendinizi tanımladığınız kavramdır. Buradaki kavramın “Postmodern Milliyetçilik” olmasının nedeni günümüzde yaşanan milliyetçilik tartışmalarıdır. Her dünya görüşünün belirli sorumlulukları vardır.
Eğer bunlara tezatlık içerecek bir davranışta bulunursanız kendinizi tanımladığınız dünya görüşü içerisinde olmadığınızı bilmeniz ya da biliyorsanız yeniden kavram tanımlaması yapma girişimi içerisinde dolaşmanız gerekebilir.
Dünyadaki milliyetçilik görüşleri ülkelerine göre bir ideal, ülkü farklılığı gösterebilir. Hatta her ülkenin milliyetçisi diğer ülkenin milliyetçisi ile uyumlu değildir.
Bu da kavramın doğasına tam olarak uymaktadır. Postmodern milliyetçilikte ise kavram o denli karışmıştır ki artık ne temel milliyetçilik maddelerinden ne de genel bir sınırları çizilmiş milliyetçilikten bahsedebiliriz.
Tabii ki bu yazıyı okuyanlar bu kavramın sahiplerinin olup olmadığını sorabilir lakin bu kavramın bir sahibi olduğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü kimse kendini sonradan eklemlenen bir dünya görüşü ile tanımlamayacaktır.
Herkes milliyetçilin kendilerinin tarifi gibi olacağını öne sürmektedir. Oysa milliyetçilik, özellikle Türk milliyetçiliğinin aslında tanımı nettir.
Türk milletinin refaha ve diğer milletler arasında en iyisi olmasına gayret eden insana Türk milliyetçisi denir. Bu gayeye sahip kimselerin hareket alanı da hareketleri de bu düzlem üzerine kurulmuştur.
Oysa yukarıda bahsettiğimiz simülakr düzeninde bahsi geçen gayenin hakikati artık kalmamıştır. Milliyetçilik artık simülakr düzeninde kişilerin ve sessiz yığınların aklında hakikatinden uzaklaşmış, gerçek tanımını gizlemiştir.
O nedenledir ki, günümüzde herkesin birbirine milliyetçilik üzerinden ders verdiğini görürüz. Çünkü, Postmodern Milliyetçiliği kendi simülakr düzenine oturtabilirler. Her grubun, topluluğun ya da sessiz yığınların bir Postmodern Milliyetçiliği vardır. Oysaki, gerçeklik evreninde tek bir milliyetçilik tanımı vardır.
Eğilip, bükülmesi mümkün olmayan, erimeyen ve başka bir madde ile karışmayan ebedi bir maddedir. Postmodern milliyetçilikte ise bireylere, gruplara, topluluklara göre değişen bir anlayış vardır.
Bu da iki farklı ayrıma bizi götürmektedir; Devletçi-Milliyetçilik ve Milletçi-Milliyetçilik’tir. Postmodern Milliyetçilikte, Devletçi-Milliyetçilik daha olasıdır. Devletin kutsanmışlığı milletin de önüne geçmektedir.
Ülkelerin başında devleti yöneten grupların bir yerden sonra milletin önüne devleti koyması buradan hareketle de devleti yönetenin kendisi olduğu için kendi kendini kutsayan bir yapıya dönüşmesi olasıdır. Diğer tarafta ise Milletçi-Milliyetçilik ile Postmodern Milliyetçilik pek bir arada duramaz.
Lakin simülakr düzeninde her yapılanın içinde bulunduğun milletin yararına olmasa da öyleymiş gibi yapması olasıdır. Hakikatin olduğu yerde Milletçi-Milliyetçilik, her şeyin önüne milleti koyar ve devleti oluşturan temel yapının millet olduğunu herkes bilir. Böylelikle devleti yönetenler de bu sorumluluğun hakkını vermek için sıkı bir çalışmaya girişir.