“De ki: Ey kitap ehli! Gerçeği görüp bildiğiniz hâlde niçin Allah'ın yolunu eğri göstermeye yeltenerek müminleri Allah'ın yolundan çevirmeye kalkışıyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.” (Âl-i İmran: 99)

Bu yazımızda önce Ayasofya ve Kariye’de olduğu gibi, camilerimizde hak- batıl, tevhid- teslis (şirk), İslam- Hıristiyanlık karması bir uygulamaya sessiz ve duyarsız kalmanın veya bu uygulamaları normal kabul etmenin yahut da birtakım bahaneler uydurarak bunu makul ve meşru göstermeye çalışmanın neticelerini; ardından da, yaşanan bu vehametin arkasındaki “dinlerarası diyalog”u, projenin sahibi olan Vatikan’ın “Hıristiyanlığı dünya dini haline getirmek” için kullandığını, bunu yaparken de saf, cahil ve gafil Müslümanları nasıl tuzağa düşürdüğünü anlatmaya çalışacağız.

1- Tevhid- Teslis (Şirk) Karması Uygulamalara Sessiz ve Duyarsız Kalmanın Vahim Neticesi

Evet, Ayasofya ve Kariye’de olduğu gibi mescidlerde tevhidle teslisin birbirine karıştırılmasına sessiz veya duyarsız kalmanın neticesi çok vahimdir.  Çünkü bu netice itikâdî bir tehlike teşkil etmektedir.

İslam’da insanların fiilleri “ef’al-i mükellefîn” başlığı altında sekiz kategoride değerlendirilir. Bunlar, Hanefilere göre farz, vacip, sünnet, müstehap, mübah, mekruh, haram ve müfsittir. Fakat bu tasnif fıkhî manada, Müslüman olan kişinin amelleriyle ilgilidir. Hâlbuki bazı ameller sadece amel olmakla kalmazlar, bir de itikâdî boyut ihtiva ederler.

Mesela konumuz olan Ayasofya ve Kariye’deki durum böyledir.

Aynı mekân içinde Müslüman Allah’a ibadet etmeye, Hıristiyan da tanrı kabul ettiği İsa’ya tapınmaya kalkarsa ve iki cenah da bu mekâna kendi inancınca göre kutsiyet izafe ederse, bu durum tevhidle şirkin, hakla batılın, imanla küfrün birbirine karıştırılması anlamına gelir. Bunun, Cin Suresi 18. Ayetin hükmü gereğince küfür ve şirk olduğu bilinmelidir. Zira ayet-i kerimenin hükmü gayet açıktır:

“Şüphesiz mescitler, Allah’ındır. O hâlde (oralarda) Allah ile birlikte hiç kimseye kulluk, ibadet, dua etmeyin.”

İşte Ayasofya’da, Kariye’de ve daha önceki yazılarımızda gündem ettiğimiz benzeri diğer bütün dinlerarası diyalog camilerinde yaşanan vehamet budur.

Küfrün veya şirkin icra edildiği bir mekânda -velev ki burası cami diye anılsın- bu duruma sessiz ve duyarsız kalmak veya bunu normal kabul etmek ve hatta birtakım bahanelerle bunu savunmaya kalkmak, kişiyi tevhidden uzaklaştırır; İslam dairesinden koparır; küfür ve şirk çukuruna sürükler.

Biz bu hükmü indî / şahsi olarak vermiyoruz. Dayanağımız Kuran ve Sünnet, yani nakildir. Kuran ve Sünnetten çıkarılmış akaid hükümlerinden birisi aynen şöyledir:

“Küfre rıza küfürdür.”

Neticesi küfre ve şirke varan bu uygulamaların yaygınlaşması ve milletin kahir ekseriyeti tarafından kabul edilmesi halinde, bu durum kitlesel halde İslam’dan sapma anlamına geleceğinden, aynı zamanda milli bir felaket halini alır.

1400 yıllık İslam tarihinin 1200 yılında, sadece Müslüman olmakla kalmayıp, İslam’ın askerliğini yapan, “Âsâkirullah” olan, gönülleri ve beldeleri İslam’la müşerref kılmayı kendine dava edinen aziz bir millet için böyle bir durumun ne büyük bir felaket olduğu gayet açıktır.

Asırlar boyunca i’la-yı kelimetullahın bayraklaşan ismi olan ecdadımızın bugünkü torunları, sonucu şirke varan bu tarz uygulamalara nasıl sessiz ve duyarsız kalabilir? Buna şaşmamak, kahrolmamak mümkün müdür?

Bu durum şayet toplum nezdinde yaygın kanaat haline gelirse, dillerdeki “Müslümanız elhamdülillah” sözü bütün kıymetini kaybeder; kuru bir iddia olarak, cansız beden misali bir hal alır. Allah muhafaza eylesin.

Bugünkü nesil olarak biz de şanlı ecdadımızın tevhid hassasiyetini göstermeye mecburuz.

2- Dinlerarası Diyalogdaki İkiyüzlülük ve İslam’a ve Müslümanlara Kurulan Tuzak

Dikkat çekmeye çalıştığımız cami - kilise karması mekân uygulamalarının, kamuoyunda zamanla İslam’la Hıristiyanlığın eşit olduğu yönünde bir kanaate sebebiyet vereceği muhakkaktır.

Halbuki İslam tevhidi, tek Allah inancını esas alırken, Hıristiyanlık teslise, yani Baba, Oğul ve Ruhu’l Kudüs’ten oluşan üçlü tanrı inancına dayanır.

Tevhidle teslisi müsavi veya mutabık görmek, hakla batıl, tevhidle şirk arasında fark gözetmemek anlamına gelir, bu da kişiyi İslam dairesinin dışına çıkarır. Hâlbuki hakkın olduğu yerde batıldan, batılın olduğu yerde de haktan söz edilemez.

İtikâdî meselelerdeki ölçüler, amelî meselelerdeki gibi değildir. Şöyle ki, bir kişinin aynı anda salih ameli de, kötü ameli de olabilir ve bu kişi salih amelinin sevabını, kötü amelinin günahını alır. Mahşerde bunlar mizanda tartılır; hangisinin hafif, hangisinin ağır olduğu ortaya konur. Yani amelî boyutta sevabın veya günahın azlığı - çokluğu söz konusudur.

Buna mukabil itikatta “ya hep ya hiç” prensibi geçerlidir. Yani iman varsa küfür ve şirk yoktur; küfür ve şirk varsa iman yoktur, tevhid yoktur. Nitekim “Hak gelince batıl zail olur” mealindeki İsrâ 81. Ayet bunu anlatır. Keza şu ayet de bu gerçeği teyit eder:

“Hayır! Biz hakkı batılın üzerine atarız da (o, onun) beynini parçalar. Bir de bakarsın ki (batıl) yok olup gitmiştir…” (Enbiya: 18)

Hem bir akaid prensibidir ki, bir ayete ters düşmek, Kuran’ın tamamına ters düşmek gibidir. Bir itikat hükmünü reddetmek, bütün akaidi inkâr etmek gibidir. Akaiddeki hüküm ölçüleri ve incelik son derece hayati olup, Müslümanım diyen herkesin bu ölçü ve incelikleri bilme mecburiyeti vardır; hiçbir Müslüman bunlara bigâne kalamaz.

İtikâdî sapmalar fertlerden başlar, sonra topluma sirayet eder ve toplumun da sapmasına sebep olur. Tarih boyunca nice toplumlar itikâdî ya da ahlakî sapkınlıklarından dolayı helak olmuşlar ve tarih sahnesinden silinmişlerdir.

Tarihte hakla batıl arasındaki çizgiyi korumakla temeyyüz etmiş Müslüman Türk milletinin, bugün bu çizgiyi bu kadar buharlaştırma noktasına gelmesi asla kabul edilemez, basite alınamaz. Bu bizim varlık yokluk meselemizdir. İtikâdî ölçülerin korunması, bu çerçevede şirk ve küfre kapı açan uygulamalara tepki gösterilmesi şarttır, zarurettir. 

- Dinlerarası Diyalog Denen Vatikan Projesi Başarıya mı Ulaşıyor?

Bugün camilerimizde yaşanan hak- batıl, tevhid- teslis karışımı uygulamalar, dinlerarası diyalogun vardığı bir sonuçtur. 

Diyalogda prensip olarak dinlerin aynı statüde kabul edilmesi şarttır. Hâlbuki bu kabul, İslam’ın tek hak din olma ve tevhid özelliğini ortadan kaldırır. Zira böyle bir eşitlik kabulü, ya hak olan İslam’ı şirke bulaşmış muharref dinlerin (Yahudilik ve Hıristiyanlığın) derekesine düşürür ya da o muharref, bozulmuş, tahrif edilmiş, haktan sapmış din denen batıl yolları hak olan İslam seviyesine çıkarır. Bu iki kabul de bunu yapanları veya böyle inananları İslam dairesinin dışına çıkarır.

Dinlerarası diyalog, planlı programlı olarak İslam’a yapılmış bir suikasttır. Bunu anlamayan veya bilerek bu projenin içinde yer alan Müslüman görünümlü kimselere yazıklar olsun! Tevbe edip istikamete gelmezlerse, bunların ne dünyada ne de ahirette yüzleri asla ak olmayacak, bedbaht ve perişan olacaklardır. Bu sonuç, İslam’ın tevhid akaidinin gereği olarak ortaya çıkmaktadır.

Şu bir gerçektir ki, günümüzde dinlerarası diyalog, modern bir misyonerlik olarak ortaya konmuştur.

Vatikan’ın diyalogu modern bir misyonerlik yöntemi olarak kullandığına dair sayısız delil vardır. Birkaç misal verelim:[1]

Papa II. John Paul şöyle demiştir:

Dinlerarası diyalog Kilise’nin bütün insanları Kilise’ye döndürme amaçlı misyonun bir parçasıdır. Karşılıklı bilgilenme ve anlayışı zenginleştirme vasıtası ve yöntemi olarak diyalog, misyona zıt değildir; esasen misyonla ve misyonun şekilleriyle diyalog arasında özel bir bağ vardır. Bu misyon, aslında Mesih’i ve İncil’i bilmeyenlere ve diğer dinlere mensup olanlara yöneliktir…” [2]

Bir Hıristiyan araştırmacısı olan John B. Taylor da, diyaloğun misyonerlik olduğunu şöyle itiraf etmektedir:

“Müslümanlar arasındaki misyonerlik çalışmaları diyaloğun önemini ortaya çıkarmıştır. Burada söz konusu diyalog, misyonerliğe bir alternatif değil, bizzat şartlara uygun misyonerliktir. [3]

1973 yılında Dinlerarası Diyalog Sekreterliğine atanan Pietro Rossano, misyonerlikle diyaloğun aynı şeyler olduğunu şöyle belirtmiştir:

Diyalogdan söz ettiğimizde açıktır ki bu faaliyeti, Kilise şartları çerçevesinde misyoner ve İncil’i öğreten bir cemaat olarak yapıyoruz. Kilise’nin bütün faaliyetleri, üzerinde taşıdığı şeyleri yani Mesih’in sevgisini ve Mesih’in sözlerini nakletmeye yöneliktir. Bu sebeple diyalog Kilise’nin İncil’i yayma amaçlı misyonunun çerçevesi içinde yer alır. [4]

Vatikan’ın, dinlerarası diyalogu Müslümanları oltaya takmak için bir yem olarak kullandığı ortada iken, “dinlerin eşitliği” sözünde samimi olmadıkları da açıktır. Zira onlar bu konuda, muharref ve çelişkilerle dolu haliyle bile kendi dinlerinden başka hak bir din olmadığını iddia edecek kadar tavizsizdirler.

Mesela Papa VI. Paul şöyle demiştir:

“Her ne kadar biz Hıristiyan olmayan dinlerin manevî ve ahlâkî değerlerini tanıyor, saygı gösteriyor, onlarla diyaloğa hazırlanıyor ve din hürriyetini savunmak, insanlık kardeşliğini tesis etmek, kültür, sosyal refah ve sivil iradeyi oluşturmak gibi hususlarda diyaloğa girmek istiyorsak da dürüstlük bizi gerçek kanaatimizi açıkça ilan etmeye mecbur etmektedir; yegâne gerçek din vardır, o da Hıristiyanlık’tır.” [5]

Madalyonun gerçek yüzü böyleyken, yani Vatikan tutarsızlıklarla dolu kendi batıl dininden başka din tanımaz ve onu bütün dünyaya hâkim kılmaya çalışırken; aynı madalyonun İslam ülkelerine, özellikle de Türkiye’ye dönük diğer karanlık yüzünde ne var, onu da iki misal üzerinden ortaya koymaya çalışalım:

Bir:

2009’un Mart ayı ortalarında Almanya Protestan Kilisesi Konsey Başkanı Piskopos Wolfgang Huber Türkiye’ye gelir ve Ankara İlahiyat Fakültesinde bir konferans verir. Bu konferansta İslâm’ı kastederek “Bundan sonra hiçbir din kendisinin tek doğru olduğunu iddia edemeyecek” diyebilme cüretini gösterir. “Allah katında din İslam’dır” (Âl-i İmran: 19) ayetine meydan okurcasına… Ne var ki onu dinleyen akademisyen ve öğrencilerden bu söze karşı kayda değer bir tepki gelmez. [6]

İki:

Diyanet’in 1998’de düzenlediği dinlerarası diyalog muhtevalı II. Din Şûrasında, dönemin Diyanetten Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Aydın şöyle demiştir:

“Bazı Müslüman kardeşlerimiz diyordu ki, yahu bir fırsat düştü, Müslümanlığı anlatalım Hıristiyanlara. Allah belki hidayetini gösterir. Yani adam aslında Müslümanlaştırmak için gelmiş. Bu diyalog değil… İşin ucunda din değiştirmek, bilmem adam kazanmak, üye kazanmak varsa, açıkçası bu, bir din mensubuna yapılacak en dinsizce bir harekettir. Dinsizce diyorum, çünkü bunu hiçbir din kabul etmez.” [7]

          Dinlerarası diyalogu devreye koyanların ona ne mana yükledikleri belli ve ortada iken, Mehmet Aydın’ın diyaloga bakış açısını gösteren bu sözleri ne kadar vahim, ne kadar tehlikelidir. Vatikan yetkilileri bu manzara karşısında epey keyiflenmiş olsalar gerektir.

Bütün bu yaşananlar bize Kuran-ı Kerim’in sayısız mucizelerinden birini ihtiva eden iki ayeti hatırlatıyor.  

Peş peşe gelen bu ayetlerden birincisi ehl-i kitabın (konumuz özelinde Hıristiyanların) sinsiliğini ve ikiyüzlülüğü haber veriyor; ikincisi de biz Müslümanları bunlara körü körüne tâbi olup helak olmamamız için uyarıyor.

Ayetler mealen şöyledir:

“De ki: Ey kitap ehli! Gerçeği görüp bildiğiniz hâlde niçin Allah'ın yolunu eğri göstermeye yeltenerek müminleri Allah'ın yolundan çevirmeye kalkışıyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.

Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir gruba uyarsanız, imanınızdan sonra sizi döndürüp kâfir yaparlar. ” (Âl-i İmran: 99- 100)


[1] Dinlerarası Diyalogla ilgili bu bilgiler Prof. Dr. Mehmet BAYRAKDAR’ın “Dinlerarası Diyalog ve Misyonerlik” adlı makalesinden alınmıştır; dipnotlar da kendisine aittir.  (İslâmî Araştırmalar, 2007, 20. cilt – 4. Sayı) Makalenin tamamına şu linkten ulaşılabilir:

https://www.islamiarastirmalar.com/journal_article/dinlerarasi-diyalog-ve-misyonerlik-interreligious-dialogue-and-missonary/

[2] Papa II. John Paul: Redemptoris Missio, 7 Aralık 1991, s. 55

[3] Taylor (J.B.): “The Involvement of the World Council of Churches in International and Regional Christian-Muslim Dialogue” Islamochristiana, Roma, 1975, c.I, s. 97.

[4] Rossano (P.): “The Secretaria for Non-Christian Religions from the Beginning to the Present Day: History, Ideas, Problems” , Bulletin, c. XIV, 1979, s. 2-3.

[5] Catholic Official Teachings, ed.O.R.Liebhard, Wilmington, 1978, VIII/124. 8 Papa VI.Paul: Evangelii Nuntiandi,

[6] Hasan Erden, “Papazlar İslâm İlahiyatçılarına Neler Yaptırıyorlar?” 02.05.2009, Günışığı Gazetesi.

[7] II. Din Şûrası Tebliğ ve Müzakereleri, c:2, s: 332.