Tarih, zaman zaman unutulmaya yüz tutmuş hikâyelerle doludur. Bunlardan biri de Osmanlı topraklarına sığınan ve burada derin izler bırakan Kamondo ailesinin hikâyesidir. İspanya’da Engizisyon zulmünden kaçarak Osmanlı Devleti’ne sığınan Sefarad Yahudileri, sadece canlarını değil, aynı zamanda kimliklerini ve kültürlerini de bu topraklarda koruyabilmişlerdir. Osmanlı’nın adalet ve müsamaha ilkesi, bu topluluklar için yeni bir hayatın kapısını aralamış, onlara hem barış hem de gelişme fırsatı sunmuştur. İşte Kamondo ailesi, bu hikâyenin en dikkat çekici kahramanlarından biridir.
Kamondo ailesi, 1492’de İspanya’daki Engizisyon’dan kaçarak önce Venedik’e, ardından Osmanlı’nın kollarına sığındı. İstanbul’da Ortaköy’e yerleşen aile, zamanla Osmanlı’nın en önemli finans kuruluşlarından birini kurarak imparatorluğun ekonomik hayatında önemli bir yer edindi. İshak ve Abraham Salomon Kamondo kardeşlerin kurduğu “İshak Kamondo ve Şürekâsı” unvanlı banka, kısa sürede uluslararası bir finans kuruluşu haline geldi. Bu başarı, Osmanlı Sarayı’nın dikkatinden kaçmamış; aile hem mali danışmanlık yaparak hem de Kırım Savaşı gibi kritik dönemlerde mali destek sağlayarak sarayla yakın bir ilişki kurmuştur.
Kamondo ailesinin Osmanlı’ya katkıları, II. Abdülhamid döneminde daha da anlam kazandı. Sultan Abdülhamid, bu ailenin yeteneklerini ve Osmanlı’ya olan sadakatini takdir etmiş, onları devlet törenleriyle onurlandırmıştır. Abraham Salomon Kamondo, 1873’te Paris’te vefat ettiğinde vasiyeti gereği cenazesi İstanbul’a getirilmiş ve saray bandosunun eşlik ettiği bir törenle Hasköy Mezarlığı’na defnedilmiştir. Bu törene bizzat Sultan Abdülhamid’in katılması, Kamondo ailesinin Osmanlı nezdindeki itibarını göstermektedir. İstanbul’da üç günlük yas ilan edilmiş, bütün ticarethaneler ve hatta borsa faaliyetlerine ara vermiştir. Bu, Osmanlı’nın müsamahası ve Abdülhamid’in, farklı inanç gruplarına gösterdiği kapsayıcı liderliğin önemli bir örneğidir.
Kamondo ailesi, yalnızca finans ve ekonomi alanında değil, aynı zamanda mimari eserleriyle de Osmanlı ve Avrupa kültürüne katkıda bulunmuştur. Bugün halen İstanbul’un Galata semtinde yükselen Kamondo Merdivenleri, Art Nouveau tarzının şaheserlerinden biri olarak dikkat çeker. Bunun yanında sinagoglar, okullar, hastaneler ve apartmanlar inşa eden aile, şehir estetiğine ve toplumsal hayata damga vurmuştur. Aile, sadece İstanbul’da değil, Paris’te de mimari ve sanatsal izler bırakmıştır. Paris’teki Kamondo ailesine ait malikâne, bugün Nissim de Camondo Müzesi olarak dünyanın dört bir yanından ziyaretçi ağırlamaktadır.
Ne yazık ki, Kamondo ailesi, 20. yüzyılda Avrupa’yı kasıp kavuran faşizmden ağır şekilde etkilenmiştir. Ailenin son temsilcileri, Nazi toplama kamplarında hayatlarını kaybetmiş, Kamondolardan geriye yalnızca eserleri ve tarih sayfalarına kazınmış hikâyeleri kalmıştır. Ancak bu hikâye, Osmanlı’nın farklı inançlara ve kültürlere gösterdiği müsamahayı, Sultan Abdülhamid’in bütün Osmanlı tebaasına olan adaletli yaklaşımını ve bir milletin nasıl birlikte var olabileceğini bize hatırlatmaktadır.
Hasıl-ı kelâm, Kamondo ailesinin hikâyesi, Osmanlı’nın geniş coğrafyasında hüküm süren barış, adalet ve müsamahanın en canlı yansımalarından biridir. Ancak, Yahudilerin Hz. Ömer ve Selahaddin Eyyubi’nin Kudüs’ü fethettiği dönemde, Abbasiler, Selçuklular, Endülüs ve Osmanlılar gibi Müslüman medeniyetlerden gördüğü iyi muameleye rağmen, bugün İsrail’in Filistinlilere yaptıkları insanın yüreğinde derin bir yara açıyor.
Eğer Endülüslü büyük alim Musa bin Meymun, bugün Siyonistlerin Filistin halkına uyguladığı zulmü görseydi, acaba kadim dostu İbn Rüşd’e bakıp ne derdi? Düşünelim; bir zamanlar Batı’nın faşist zulmünden kaçıp Filistin topraklarına sığınan Yahudiler, Filistinlilerin merhametiyle hayata tutunmuştu. Ancak aynı Yahudiler, önce Filistin topraklarını gasp ettiler, ardından iki asır boyunca Filistin halkını barbarca katletmeye devam ettiler.
Hatta Hitler, Netanyahu ve yandaşlarının yaptıklarını görebilseydi, belki de kendi kötülüğünü dahi gölgede bırakan bu vahşeti görünce, “Bunlar beni bile barbarlıkta fersah fersah geçti!” demekten kendini alıkoyamazdı. Ne acıdır ki, tarih, mazlum iken zalimleşenlerin ibretlik hikâyelerini bir kez daha yazmaktadır. Ancak unutulmamalı ki bir gün, Gazzeli mazlumların gözyaşları adaletin tohumlarını yeşertecektir…