21. yüzyılın en kanlı savaşlarından olan Suriye iç savaşı, Esad ile birlikte son buldu. Yaklaşık 600 bin insan hayatına ve 13 milyon insanın ise göçüne neden olan Baas Rejimi yıkıldı.
Yıldırım hızıyla başlayan muhaliflerin harekâtı, Dünya kamuoyunu takip edilemez hızıyla şaşırttı.
Ve şaşırtmamaya da devam ediyor.
Operasyon odası ilk emri verdiğinde, hemen hemen herkes bu çıkışın dar alanda kalacağını analiz ediyordu. Belki de HTŞ ve beraberindeki muhalif unsurlar da bu kadar hızlı bir ilerleyiş ön görmemişlerdi. Ancak mukadderat mı desem büyük oyun mu desem, kader bunların yolunu açtı!
İlk günden beri en çok bu konuda HTŞ konuşuldu.
HTŞ’nin tabelası sıkıntılı olması yani terör örgütü listesinde yer alıyor olması başta birçok kesimi endişeye sevk etmişti. Ancak zaman ilerledikçe HTŞ’ye ilişkin algıda da yumuşama meydana geldi. Operasyonların başladığı ilk gün kamuoyunun HTŞ’ye yönelik algısı ölçmek için bir araştırma yaptım. Vardığım sonuç çok ilginçti.
Türk kamuoyu HTŞ’yi %60 oranda terör örgütü olarak görmediğini ifade etmişti. Geri kalan %40’lık dilimdeki katılımcılar ise HTŞ’nin terör unsuru olduğunu belirtiyordu. Ancak bunların arasındaki bir kısım ise HTŞ için bilgim yok ama Türkiye gibi diğer devletlerin de bu örgüte terörist dediği için “tehlikeli” bulduğunu belirtiyordu.
İşin özü itibariyle Türk halkı HTŞ’ye temkinli yaklaşmakla beraber, Esad’a karşın başlattıkları harekâtı olumluyorlardı.
Peki, HTŞ liderliğindeki bu harekâtta, muhalifler terörist gibi davrandı mı bir bakalım?
İdlip’te emirliğini ilan eden HTŞ’liler, hükümet kurmuş ve o bölgeyi yönetmektelerdi. Yönetim sürecinde kamuoyuna yansımış bir barbarlık göremedik. Hatta İdlip’teki dini azınlıklara karşında ılımlı bir politika gütmüşlerdir.
Harekâtın başladığı günden bu güne kadar da olumsuz bir durum sergilemediler. Herhangi savaş suçu teşkil edecek, insanlık suçu teşkil edecek hareketlerden kaçındılar. Hedefleri sadece rejim askerleriydi. Şam’ın kurtuluşuna kadar geçen sürede de sivillerin canlarına ve mallarına bir tecavüz ekranlara yansımadı. Veya herhangi yağmalama haberleri servis edilmedi.
HTŞ, bu sınavdan şimdilik geçer not almakta hatta liderinin bazı söylemleri ile takdir toplamaktadır. Muhaliflerle koordineli ve akılcıl şekilde yol almaktalardır. Örgüt lideri ekranlara çıkıp işimiz bitince gerekirse “kendimizi lağvedeceğiz” diyebilecek kadar planlı hareket ettiğini görüyoruz. ABD’nin CNN kanalına demeçler veriyor ve tüm Suriyelileri kucaklayıcı ifadeler kullanıyor.
Bakalım önümüzdeki gülerde HTŞ nasıl bir şekle evirilecek göreceğiz. Ancak uluslararası arenada halen terörist örgüt olarak yer alan bu örgütün en büyük kaygısı “meşruluk” alamaması. Tahminim göre yeni kılıfla bu sorunu çözecek ve Birleşmiş Milletler nezdinden imza yetkisi verilecektir.
Katil ESAD gitti!
Giderken taşıyabildiği ne varsa heybesine doldurdu, tozu dumana kattı ve Rusya’ya sığındı. Kalanları ise yani Suriye’nin gerçek sahiplerini çok da rahat günler beklemiyor.
Yeni bir hükümet kuruluyor. Bu hafta aşağı yukarı şekillenir. Yeni hükümeti koskoca bir enkaz bekliyor olacak.
Ekonomisi bitmiş koskoca bir enkaz!
Temiz suya ve gıdaya ulaşma sorunları devam ederken altyapı ve haberleşme / ulaşım ağları tahrip olmuş bir devlet. 13 yıllık bir savaşın hüküm sürdüğü yarısı çöl olan bir devlet.
İşleri çok zor. Ama bu zorluğu dost ve komşuluk ilişkisine binaen Türkiye’nin desteği ile üstesinden geleceklerdir. Düşene el uzatmak, destek olmak medeniyetimizin bize yüklediği görevdir.
Suriye’yi beraber inşa ve ihya edeceğiz. Yeni kurulacak hükümet ise bu konuda bizimle çalışmayı bizden fazla istemektedirler.
Ancak….!
Bazı tehditler bölgede huzuru bozmaktadır. Özellikle Arap nüfusunun belirgin ölçüde fazla olduğu yerlerdeki PKK/YPG unsurlarının varlığı hem Ankara’yı hem de yeni kurulan Suriye yönetimini rahatsız etmektedir. Özellikle Deyrizor ve Rakka bölgesi. Bu bölgede ABD unsurlarının maşası olan Pkk huzursuzluğun nedenidir. Pkk unsurları elimine edilmelidir. Arap aşiretleri ile muhalifler bu alanda birlikte çalışmalı ve pkk bu bölgenden sürülmelidir.
Diğer bir huzursuzluk nedeni ise DEAŞ…
ABD bitmiş olan DEAŞ örgütünü tekrar hortlatabilir. Çünkü bölgeyi muhaliflerin ve Ankara’nın iradesine bırakmayı istemeyecektir. Trump her ne kadar “bu bizim savaşımız” değil dese de, ABD içindeki lobiler kolay kolay vazgeçmeyecektir.
Önümüzdeki dönemde “Suriye”nin geleceği konusunda illaki bir masa kurulacaktır. Bu masada birçok aktör yer alacak ancak asıl olan Türkiye’nin eli güçlü şekilde bu masaya oturması olmalıdır. Muhaliflerle ve Arap aşiretleri ile diyaloglar bu açıdan önemlidir. Türkiye özellikle Trump’ı beklemelidir. Suriye konusu kurulacak masada, Biden’dan ziyade Trump tercih edilmelidir. Ne de olsa “Suriye” konusuna Trump biraz daha mesafeli olduğunu bilmekteyiz.