“KALBİM dilimi yalanladı” demişti. Ağır bir sözdü.

Neden böyle dediğini elbette kavramakta zorlandım çünkü hayatımız boyunca kalbiyle dilinin bir olduğunu nice hadise ile görüp şahit olmuştum. Kalbinden coşup taşmayan kelamı hiç olmazdı. Saatler boyunca sessiz kalıp tek kelime etmediği nice zamanları birlikte yaşadıktan sonra elbette buna inanmamız beklenemezdi. Şaz bir durumdu.

O zaman bu sözle neyi amaçlıyordu? Hedefi neydi?

DEDESİ onun da hayatında belirleyiciymiş. İlk terbiyesini ondan almış.

Kişiliğinin oluşup oturmasında ve sonrasında da güzelliklerle artarak kökleşmesinde hep dedesinin etkileri varmış.

“Kalplerini dinleyip dillerini susturma” eğitimleri vermiş dedeleri tüm kardeş ve amca oğullarına. O sebeple söylenmeyecek sözü tutma konusunda talimliydi. Aynı zamanda yeri ve zamanı gelmeden söylendiğinde söz israf edilmiş olacağı ve yere düşürülme riski taşıdığından muhatabını seçer onun ihtiyacı olduğu vakitte anlayabileceği kadarını söylerdi.

İşte bu sebeple de “Kalbim dilimi yalanladı” sözü bize ağır geldiği kadar ona da hiç yakıştıramamıştık.

DİLİNİ susturup kalbini dinleyerek anlama eğitimi de nedir diye düşünmüştüm ilk muttali olduğumda.

Bir yıl boyunca haftada iki defa bu eğitimden geçtiklerini belirtmişti ama ayrıntı vermemişti.

Talep etmeyene elbette verilmezdi. Neden ötesini anlatsın ki…

Farklı zamanlarda yeri geldiğinde yine işaret edince bu meseleye gündemime oturdu ve ayrıntılarını merak etmeye başlamıştım. Diğer sohbet arkadaşlarımı yokladığımda çoğu üzerinde hiç durmamıştı bile. Kendim gibi birkaç meraklı çıkınca onlarla aramızda bunun ne ve nasıl bir şey olduğu hususunu tartışıp durduk ama ikna edici bir neticeye ulaşamadık. Sorup öğrenmekten başka çare kalmamıştı.

BİRGÜN “Yarın annelerinizden büyükçe bir tülbent alarak gelen” demiş dedeleri. Onlarda ne olacağını merak etmişler. Cevaben “Sessizlik eğitimine gireceksiniz” denilmiş sadece.

“Sessizliğin eğitimi mi olur” demeyin hemen, yaman yanılırsınız, benden söylemesi. Zira aynı vartaya bende düşmüş, hoca bizimle alay geçiyor herhalde demiştim ama öyle değilmiş.

SONRAKİ gün herkes anasından ödünç aldığı beyaz tülbentlerle gelmiş.

Zikir meclisi gibi yuvarlak bir halka oluşturmuşlar ve Dede Hazret hiçbir kelam etmeden ciddiyetle bir süre onları teker teker süzmüş.

Kalpler heyecanlı, pır pır tabi.

Müsaade edilmediği için kimse bir şey söyleyemiyor ama meraktan da çatlayacak bir haldeler.

Hiç duymadıkları, görüp şahit olmadıkları bir hâl içindeler.

Nefisleri kaynayıp coşuyor, zihinleri çıfıt çarsına dönmüş bir vaziyette bin bir ihtimali birbiriyle çarpıp bölüyorlar ama nafile. Kimseden ses çıkamıyor, bir şey soramıyorlar.

PALTOSUNUN iç cebinden kendi tülbentini çıkarıyor ve özenli bir ciddiyetle başına örtüyor. Sadece göz işaretiyle onlardan da aynı şeyi yapmalarını emrediyor.

Kemal-i ciddiyetle herkes aynı şeyi yapıyor ama kimse bunun ne anlama geldiğini bilmiyor.

Ne kadar süreceğinden habersizler.

Amacın ne olduğuna dair en küçük bir bilgileri ve tahminleri de bulunmuyor.

Diz üstü kıpırdamadan sadece önlerine bakarak bir nevi “Nazar berkadem” yapıyorlar.

Ne oturuşlarını bozabiliyorlar ne bakışlarını sağa sola kaydırabiliyorlar ne de kalplerinde kaynayan soruları yanlarındakine çok istemelerine rağmen sorabiliyorlar. Tam bir sükût halindeler.

Bu “Sessizlik eğitimi” tam üç saat kesintisiz olarak sürmüş ve haftada iki kez olmak üzere bir yıl süresince devam etmiş.

KALBE âşina olmak, onunla hemhal olmak demekmiş.

Kalplerini dinlemeyi, önemliyi önemsizden ayırmayı, gerekliyi gereksizden soyutlamayı, lüzum etmedikçe konuşmamayı, lazım geldiğindeyse en az ve öz biçimde konuşarak sözü yormamayı bu eğitim sayesinde öğrenmişler.

Ben dinlerken bile yorulmuştum.

Bir nevi kalple halvet çalışması da diyebileceğimiz bu eylemi bir defa denemeye yeltendim ama yarım saat ancak dayanabilmiştim. Zordu yani. İsterseniz siz de deneyin.

Üç saat boyunca kıpırdamamak, gözünü kaydırmamak, kimseye bir şey sormamak, hiçbir seslenişe cevap vermemek, televizyon seyretmemek, radyo dinlememek, kitap okumamak, bir şeyler atıştırmamak, uyumamak ve sadece kalbini dinleyip onu bir elek gibi kullanarak dünyaya dair ne varsa elemek hiç kolay olmasa gerek.

İşte bunu başaran birisi olarak “Kalbim dilimi yalanladı” demek çok ağırdı gerçekten. Bu ne demekti ne için söylemişti, kendisiyle nasıl bir çelişki yaşamıştı hiçbirimiz tam bilemedik.

Mesele mahremi olarak kaldı.

Kalp, dili nasıl yalanlar, dil, kalbin sahasından nasıl çıkar ve bizde durum bu açıdan nasıl sorusunu yeni yılın şu ilk gününde kendimize sormaya cesaret edelim mi? Ne dersiniz?

Ya Selam!