“HAFTAYA derse zihninizin en açık hâliyle gelin, mesele mühim” demişti dağılmak için kalktığımızda. Âdeti değildi. Merak ettik hepimiz tabi. Acaba normalden farklı nasıl bir konu anlatacak ki, öncen bizi hazırlıyor şeklinde düşündük. Bir arkadaşsa “Merak ettirmek istiyor, bunlar öğretmenlerin de sıkça başvurduğu hoca taktiğidir” demişti.
Her kafadan bir ses çıkmış olsa da ustanın meramını tam bilemediğimizden gelecek sohbeti hepimiz iple çektik. Elimde not defterim ve kalemimle birlikte erkenden yerimi almıştım.
…
“DERSİMİZ Yelkenci Disiplini” diyerek başladı herkes yerine oturduktan bir süre sonra.
İçime bir moralsizlik çöreklendi. Bir haftadır merakla beklediğim mevzu bu muydu yani gerçekten?
Ben kenarından seyretmenin haricinde denizle üzerinden vapurla geçmenin dışında hiçbir bağı olmayanlardanım. Yüzmeyi bile bilmem. Çocuk yaşlarımda travmaya dönüşen bir korkutmayı bu yaşta hâlen aşabilmiş değilim. Üzerine gittim mi peki yenmek için, hayır.
Dolayısıyla inanamadım tabi, daha doğrusu inanmak istemedim.
…
ELİNDE bir çıktı vardı.
Oraya bakarak anlatıyordu ve üstelik epeyce de iştahlıydı. Bu sebeple de kalkıp çıkamadım edeben…
İlk kez duyduğum kavramlardan bahsediyordu.
Kontra, yelkenli teknelerin sancak veya iskele olup olmadıklarına verilen isimmiş. Yelkenin dolduğu yön anlamına da geliyormuş bu aynı zamanda. Sancak Kontra, yelkenli teknelerin ve deniz taşıtlarının sağ kısımlarına verilen isimmiş. Rengi yeşil olurmuş. Geceleri deniz taşıtlarının yeşil görülen yanları sancak yanlarıymış. İskele Kontra ise sol kısımlarına verilen isimmiş ve kırmızı renkteymiş.
Seyir kavramını uzun uzadıya anlattı. Rüzgârla olan açılarına göre üç ana gidiş yönü varmış ve bunlar orsa, apaz ve pupa şeklinde isimlendirilirlermiş.
Bunlarla bitti mi, tabi ki hayır. Tramola, kavança, kör tramola, bayılma, yapraklama, trim, kerteriz gibi daha önce hiç işitmediğim birçok kavramı uzun uzun örnekler vererek anlatıyordu.
Örneğin rüzgâr üstü yelkenli teknenin rüzgârı aldığı yöne verilen isimmiş, tersine de rüzgâr altı denirmiş. Yelkenli teknenin rüzgârla arasındaki açıyı küçülterek mümkün olabildiği sınıra kadar tekneyi rüzgâra yaklaştırmaya da orsalamak deniliyormuş.
Fena halde sıkılmıştım. Bir mazeret uydurup kalksam nasıl olur diye içimden gelgitler yaşarken kafayı açmak lazım demez mi? Tamam bu bana göre dedim. Yelkenli teknenin rüzgarla arasındaki açıyı arttırmasına deniliyormuş. Benim anladığım gibi değilmiş yani…
…
BİTMEDİ, hoca anlattıkça anlattı.
Rüzgârı keşfetmek deyince biraz dikkat kesildim. İki kitabımın ana kahramanı rüzgâr olunca bu kaçınılmaz oluyor tabi. Denizin ortasında tüm dünya seslerinden uzaklaşarak kendi iç sesini kâinatın sesiyle birleştirmek kişiye muhteşem anlar yaşatırmış. Deniz ve güneşin muhteşem ortaklığına şahit olmanın hazzı bambaşkaymış. Balıkların ritimli dansları da bir başka oluyormuş. Yer uygun ve zaman varsa günbatımını seyretmek kişinin içinde biriktirdiği tüm olumsuzlukları güneşle beraber denize bırakmanın da muhteşem bir ferahlık, ardındansa dinginlik sunduğunu anlattı.
Uyku tulumu ile güvertede uyuyup sabahın ilk ışıklarıyla uyanarak canlanan varlıkların zikrine katılmanın, onlarla ortaklaşmanın şehir hayatında mümkün olamadığını ve bu ortak zikirden mahrum kaldığımızı aktardı ki, el hak doğruydu.
…
KEYİFLENMEYE başlamıştım ki, tekrar zorluklarından bahsetmeye başladı.
Kavramlara hâkim olmak gerektiğini, komutlara mutlaka uyulması lazım geldiğini, tembelliğe imkân tanımadığını, her an beklenmeyen bir sürprizin olabileceğinin hep akılda tutularak hazırlıklı olunmasının zaruri olduğunun altını çizdi. Boyu iki metreyi aşabilen dalgaların aniden sert bir merhaba diyebileceğini hatırlattı. Hazırlıksız olursan anamızı ağlatacağını o hengamede birbirini duyma imkânı bulunmadığını, tek başına olduğunu ve çözümler üretmek gerektiğini yoksa fena sonuçlara katlanmak mecburiyetinde kalacağımızın altını birkaç kez üstüne basa basa anlattıktan sonra…
Muhteşem bir disiplinin olmazsa olmaz olduğunun da önemle altını çizdi.
Artık mevzuyu kavramaya başlamıştım. Bu anlatımlarla bizi bir yere taşımak istiyordu.
…
YELKEN sporu veya yelkenliyle tatil yapanların bilmesi gereken bu kadar çok kavramları ve uyulması zaruri ilkeleri varken ve bunlar çok hayatî iken, bu sebeple kurslara katılarak eğitim alırlarken kendisini Müslüman gören, mü’min kabul eden bizlerin Allah’ın vahyi olan Kur’an-ı Kerim’de yer alan kavramlara ve emirlere bu kadar bigâne ve lakayt kalışımızı nasıl izah edeceğiz?
Bir tatilcinin ve deniz sporları meraklısının merakı, ilgisi ve disiplini kadar bile olsa Allah’ın ilkelerini içeren kitabı öğrenmeye özen göstermeyip kulaktan duyma bilgilerle yetinmeyi kabul etmek, vahyin şeref olduğunu bilenler olarak mümkün müdür?
Ustanın gözlerine yaş yürümüştü. Sesi titredi ve daha fazla ayakta kalamadı. Sendeleyip sandalyeye oturdu. Bir süre sessiz kaldıktan sonra hıçkırıklar eşliğinde; “Bizler keyif ehlinin tatiline gösterdiği alâka kadar bile Allah’ın dinine ilgi göstermeyip, disipline girerek icap edeni yapmadığımızda yarın huzur-u mahşerde nasıl başımızı utanç duymadan kaldıracağız” demiş ve hızla oradan ayrılmıştı.
Hepimiz deniz vurgunu hâline gelmiştik. O, çok haklıydı, biz alabildiğine haksız…
En azından bir yelkenci disiplini kadar ciddiyetimizin olması gerekmez mi?
Ya Selam!