“YAY” ve “Vay” arasında bir hayat sürüyordu. 

Ne vakit yanına varsam “Vay sen mi geldin imanım” diyerek ayağa kalıp kucaklar ve hatırı sayılır bir biçimde sıkardı. Kimi zaman sırt kemiklerinin çatırdamasından kuşkulanıp kırılacağından korkar “Vay vay” şeklinde acılı bir ünlem ile bir tepki gösterirdim. 

Sevdi mi, adam gibi severdi. Sarılması da elbette buna göreydi. 

… 

HAYATINDA en çok kullandığı kelime “Vay” idi ama bizim günlük yaşayışımızda icap ettiğinde sarfettiğimiz gibi cılız, ölü ve ruhsuz değildi. 

Onun dudaklarından döküldüğünde üç harf olmaktan çıkar içine heybeler dolusu anlam doluşurdu. 

Kelimeleri besiliydi. Telaffuz ederken de hakkını verirdi. 

… 

MUHABBETİMİZ derinleşip birbirimize âşina olduktan sonra sohbetlerinde en fazla kullandığı kelimelerin neler olduğunu tespit etme ihtiyacı hissettim. 

Garip ama durum bu. Gençliğin dizginlenemeyen toyluğu da diyebilirsiniz buna isterseniz, alınmam. 

Defterime not aldığım sıkça kullandığı kelimeler şunlardı: 

Yay, vay, hilal, göz, çeşmim, nazarım, imanım, peymanem, zülfünün karası, gamze oku, âşık, mâşuk. 

Ama en fazla “Yay” ve “Vay” idi. 

Nereden çıktı bu sayıca az ama mânâca çok yüklü kelime literatürü diye sıkıştırmaya çalıştım yer yer ama her defasında ustalıkla geçiştirdi. 

Bu tavır bende pes etme duygusu yerine peşine düşme güdümü perçinledi tabi. Kaçarı yok yani. 

… 

ÂŞIK gönlünü titreten, gençliğinde meftun olduğu ceylan gibi seken yâriymiş bu literatürün müsebbibi. 

Yüzü, gökyüzü gibi enginmiş. Arada bir bulut kaplarmış elbette ama bu gamzesini doldurmak içinmiş.  

İsmini söylemek istemezdi sorulduğunda ve tabi ona mahsus seslendirdiği anlam yüklü kelimeleri de mahfuz tutardı. İlla sevdiğine iftiharla bir telmihte bulunması gerekiyorsa “Kadınlar içinde benim için en hayırlı olanı” demekle yetinirdi ki, daha ne desin. 

… 

MERAKINA yeniliyor insan genellikle.  

Değer verip yüce tuttuklarım için bende öyleyim. Sevdiğimi bir bilmece gibi keyifle çözmek isterim. Bunu alenen yapmam elbette ama bir ipucu yakaladığım zaman da kolayca bırakmam. 

Yine öyle olmuştu. Sohbet kendi mecrasında akıp gitmiş ve sermest olmuştuk. El ayak çekilip tenhalaştığımızda tabiri caizse yapıştım. Dedim ki, “Nedir bu yay ile vay arasında bizden setredilen mesele?” Çar naçar anlattı tabi. 

… 

MÂŞUKUNUN yay gibi kavisli kaşlarını ilk gördüğünde o muhteşem gözlerinin üstüne hârelenmiş kaşlarını “Yay” olarak tanımlamış ve ilk doğal tepkisi “Vay” olmuş. 

Kalbinden diline gelip oradan semaya yükselen o “Vay” sevdiğinin “Yay” gibi kaşlarından kalbine atılan kirpik okuymuş. Zaten o gün bugündür okun kanattığı kalbinde sevda sızlayıp sızmaktaymış. 

Ne zaman yay gibi o kavisli kaşları görse veya hatırlasa aynı duygu atmosferine giriyor ve yine aynı heyecan ve coşkuyla “Vay” diyormuş. 

İkisinin hayat devranı bu “Yay” ve “Vay” üzerinden dönüp durmuş ve sürekli sevdalarını tazelemiş. 

… 

NE vakit yanına gitsem Nevid Müsmir’den dinlediğine tanık olduğum; 

“Dedim kaşın Zülfikar mı / Dedi ki yay  

Dedim cemalin ne güzel / Dedi ki ay  

Dedim seni seviyorum / Dedi ki vay” dizlerinin artık sebebini biliyordum. 

… 

DİVAN EDEBİYATINA vakıf olduğu belliydi. Nazenin sevgilinin güzellik ögelerinden sayılan kaşlara muhteşem anlamlar yüklenmiş. Hatta âşık canı yandığında bunu göz, kaş, kirpik, saç ve gamzenin de yer aldığı, kendisini yakıp bitiren bir fitne dükkânı olarak tanımlamaktan geri duramamış ve nice teşbihler yapmışlardır. Mesela canı çok yanan Hayalî Bey şu beyti söylemiştir. 

“Derd okların ol kaşı keman cânuma atdı 

Bir gün demedi bunu dahi Tanrı yaratdı” 

Divan edebiyatında göz, sevgilinin en dikkat çekici uzvu olmasının yanı sıra aynı zamanda en tesirli ve en maharetli güzellik unsurudur. Yani muhibbine “Vay” dedirtir. Kaş ve kirpikler ise gözün görevini yerine getirmesinde kendisinin en büyük yardımcısıdırlar.  

İşte bu sebeple güzele en çok bakışlarındaki eda ve tesir yüzünden âşık olunur.  

Esasen şairlerin, âşıkların maksadı âşık olduğu güzelin kusursuz güzelliği üzerinden bir ünsiyet bağı kurarak mutlak güzel ve kusursuz olan Allah’a ulaşmaktır. Ancak bu hüner ister. Herkesin ayağının kaymadan bu mânâya ulaşması güçtür. 

Göz; çeşm, dîde ve ‘ayn olarak isimlendirilir. Genellikle edebiyatımızda kara, siyah, elâ renklerde olan göz en çok nergise ve bademe benzetilmiş.  

Kirpik; müjgân olarak isimlendirilir. Şekil yönünden oka, neştere, hançere, cellada, pençeye benzetilir. 

Kaş için ebrû da denildiği gibi keman, yay ve hilale de benzetilir. Ayrıca daha neler var neler… 

Ezcümle; “Yay” ve “Vay” geçiştirilecek üçer harf değildir, yani bu hamur çok su götürür.  

Peki, bunların tümünü biliyor muydu usta? Bence dahasını da biliyordu. 

Ya Selam!