Şu gündüz kuşağı programlarının bu ülkenin gelişimine ve kültürüne verdiği tahribatı neden göremiyoruz? Seçim dönemine girdik girmesine fakat hiçbir siyasi partinin Part manifestosundan kültürel yabancılaşma ile ilgili çalışma göremiyoruz. Türk örf adet ve aile yapısının korunmasına ilişkin elle tutulur bir adım göremiyoruz. Neden?

Şu gündüz kuşağı programlarının bu ülkenin gelişimine ve kültürüne verdiği tahribatı neden göremiyoruz?

Seçim dönemine girdik girmesine fakat hiçbir siyasi partinin Part manifestosundan kültürel yabancılaşma ile ilgili çalışma göremiyoruz. Türk örf adet ve aile yapısının korunmasına ilişkin elle tutulur bir adım göremiyoruz. Neden?

Ben nedenini izah edeyim size. 'Anlamını bilmedikten sonra yürütülen yaşamın düşler aleminde yaşamaktan farkı yoktur.'

Anlam bilgisi önemliydi. Sübhaneke duasının anlamını bilmeyen biri için ha tersten okuması ha önden okuması bir şey fark etmediği gibi, hayatın anlam bilgisini kavrayamamış biri için terslikler o kadar can sıkıcı olmamıştır. 'En azından' bir şey yapmıştır çünkü. Birler için, yaşanan bu keşmekeşi kınamak yeterli oluyordu. Ne zaman yanlış bir şey görsek kına kampanyalarını patlatıyoruz!

En azı da demişken, bu mesele cahilliğin maymuncuğu bir kelimeydi benim için. Her şeyi kapatıp açar. Susturur karşısındakini bir şey söyleyemez hale getirir. Mal da lükste ve malayani ne tür iş varsa en fazlasını isteyen abartı kültürünün yapı taşları, bireysel ya da toplumsal bir menfaat noktasında örgütsel bir çalışma içinde olmaya görsün.

Yüz lirasından çıkarıp bir lirasını verirken muhtaca, vicdan rahatlatmasını gerçekleştirir maymuncuk sözüyle. 'en azından ben yaptım, millet hiç yapmıyor yahu'. Alışveriş ve keyfi meziyetlerde milleti takmayan cahilimiz, o an millet odaklı davranarak duyarlılık taslar. Bu böyledir. Biz böyleyiz. Hepimiz…

Azı karar çoğu zarar sözünün çıkış öyküsünü tahmin edebiliyorum artık. Hangi azın nerede nasıl olması gerektiğini yine toplum bilimci edasıyla tayin edebiliyorken, neyin zararlı olduğuna ya da olmadığına en büyük yeteneği ile cevaplar bilge cahil'us. Kuşkusuz o yetenek 'iç ses' ten başkası değildi.

-'Yahu bu adam kumar bağımlısı, olacak iş mi?sorusuna 'Olsun en azından oto galeri sahibi parası çoktur onun bir yolunu bulur' cevabı veren cahil'us, işi gücü olmayan, bitap düşmüş diğeri için 'yazık yazık birde altılı ganyan, iddia oynuyor, kumarbaz' diye analizler yapar. Kumar oynayabilmek onun için zenginlikle ilgili bir mesele oluverir. Kendince uydurduğu değer yasaları varıdır.

Başka zamanlarda ise; 'Oku, oku da adam ol baban gibi olma' gibi teşvik amaçlı söylemlerin arkasında aile yericiliğini çok iyi yapar bilinçsizce. Öğretmen baba ile öğretemeyen baba arasında ne fark vardı ki* baba babaydı. Her zaman için öyleydi.

Baba neyi öğretmeliydi ya da öğretmesinin yolu sınırlarla çizilmiş bir mevzuat eşliğinde mi olmalıydı. Hayır, böyle olduğuna inanmıyorum. Öğrenmek anlamak ile ilgili konudur. İdrak ve gözleme dayanır. Bu bakımdan su-i misal emsal olmaz sözünün çok anlamlı olmadığını düşünmeye başladım. Her bir şeyi iyi sandığımız örneklerden öğreneceksek, kötüyü kimden öğrenecektik? Kadim öğretimiz ve inancımızı temellendirdiğimiz kitap da, ne diye kötülerden örnekler veriliyordu o halde. Öyle ya; Nemrut, Firavun ve Bela'm isimlerini ne diye örneklendiriyordu bize inancımız.

Bu yazımda; Cahili tanıtmaya kararlıydım ama bunu somut örneklerle sunmam gerektiğinin farkındaydım. Toplumdan misaller de vermeliydim. Bizden olan, yanı başımızda duran ve her an karşımızda gördüğümüz kimselerden olan. Su-i misalin emsal olmayışını ret ettim bir kere ve kötü örneklerden de alabileceğimiz 'iyilikler' vardır meselesini açmalıydım.

Mübalağa yeteneği hat safhada olan cahil'us,sosyal yaşam alanlarında nasıl tanınırdı acaba? Sürücükoltuğunda olabilir mi mesela? Kendisini sollayan aracı trafiğin genel bir kanunu olduğunu göremez, kişilik meselesi yapar, ezilir, rutin değildir onun için, söver sayar, sosyal yaşamdaki başarısızlığın verdiği baskılanmış duyguların hepsi bir anda açığa vurur. 'sen kimsin de beni geçebiliyorsun' olayı artık şahsileşir,kudurup deliye döner. Bir de yanında hava atıp kur yapabileceği birisi varsa artık gözler de kapanmıştır ve beyin kilitlenir o an onu geçen araca. Bireysel performans gösterisi başlatır. Doldurur kendisini, neredeyse patlayacak gibi olur ama kornaya basa basa geçince rahatlar. Emniyet kemeri ve trafik yasaları abartılıdır onun için. Mantıklı bulmaz çünkü o 'bilge cahili 'ustur.Takıp takmamayı, hayatın getirdiği arızalara karşı tedbirli olmak adına değil, trafik polisinin ceza yazdığı ya da yazmadığı bir şey olarak görür.

İçimizde ki cahil' us bitmez elbette. Dedim ya mübalağa ustalarıdır. Hatasız kul olmaz diye söz yazan Orhan Gencebay'ın bu anlamlı cümlesine tepki gibidirler ve hiçbir zaman hatalı değillerdir.

Bir tek yanlış bulmazsınız. İyi ve güzel yanlarını mübalağa edip dururken, sizin kötü ve olumuz taraflarınızı abartmaya meyl ederler. Ayağı taşa çarpar çarpmaz'bunu kim koydu önüme' diyerek hatalı arar, sen taşa çarparsan 'önüne baksana' diyerek seni kusurlu sayarlar. Uzak durmak mümkün olsaydı keşke amaher yerdeler. İçimizde, işimizde, karşımızda üstümüzde…

Demem o ki; RTÜK toplumsal cahilliğimizi gözler önüne sermeye daha ne kadar devam edecektir? Halk olarak bizler kınamaya dağa ne kadar devam edeceğiz?