İnsan, zamanla değişen bir varlık; hayatın sunduğu her yeni deneyim, her acı ve her sevinç, onu yeniden şekillendirir. Ancak değişim, çoğu zaman bir inşaat sürecine benzer. Bir bina yıkıldığında, geride molozlar kalır. İşte, insan değişirken etrafında bıraktığı molozlar da, geçmişin izlerini taşır. Her biri, bir zamanlar o kişinin hayatında önemli bir yere sahip olmuş anılara, hayallere ve hayal kırıklıklarına tanıklık eder.
Bir sabah, aynanın karşısında duran o kişi, bir zamanlar tanıdığı ama şimdi yabancılaşan yüzüyle karşılaşır. Gözleri, yılların yükü altında gözden kaybolan umutların izlerini taşır. "Ben kimim?" sorusu, zihninde yankılanırken, geride bıraktığı moloz yığınları aklına gelir. O molozlar, eski hayallerin, kırık kalplerin ve unutulmuş dostlukların kalıntılarıdır. Her bir parça, bir zamanlar inşa ettiği hayatın bir parçasıydı; şimdi ise sadece bir yük gibi görünmektedir.
Değişim, çoğu zaman bir zorunluluk gibi gelir. Hayatın acımasız rüzgarları, insanı yeni yönlere sürüklerken, eski benliklerin kalıntılarıyla dolu bir yol bırakır arkasında. Bu yolculuk, bir anlamda kendine yabancılaşmanın da bir yansımasıdır. İnsan, değişirken, geçmişteki hüzünlerini, sevinçlerini ve hayal kırıklıklarını geride bırakır; fakat bu molozlar, onu asla tamamen terk etmez.
Bir gün, o eski dostuyla karşılaşır. Yıllar geçse de, aralarındaki bağı yeniden kurmak mümkün müydü? Ancak o eski dost, değişimle birlikte kaybolmuş bir hayalin yansıması gibidir. Konuştukça, geçmişin molozları yeniden canlanır. Her anı, bir yıkımın parçası olarak hatırlanır. "Artık ben böyle değilim," der eski dost. "Beni tanıyamazsın." Ama o, değişme sürecinin bıraktığı izleri görmeyi başaramaz. Geride kalan molozlar, onların arasında bir duvar örmüştür.
Zamanla, insan değişiminin kaçınılmaz olduğunu kabul eder. Ancak kabul etmek, molozlardan kurtulmak anlamına gelmez. Değişim, bazen bir veda gerektirir; geçmişe, hatıralara ve o eski benliğe. Her bir moloz, bir hikaye anlatır. Kimi zaman acı, kimi zaman sevinç barındırır. Ama hepsi, insanın kim olduğunu şekillendiren parçalar olarak varlıklarını sürdürür…
İnsan değişirken etrafında bıraktığı molozları sahiplenmeyi öğrenir. O molozlar, geçmişin ve değişimin birer anıtı olarak kalır. Hiçbir şey, olduğu gibi kalmaz. Ama molozların arasında, yeniden inşa edilecek bir hayatın temelleri gizlidir. Değişim, bir yıkım değil, bir yeniden doğuşun habercisidir. Ve her moloz, yeniden inşa edilen o hayatın bir parçası olarak, geçmişin izlerini taşımaya devam eder.
Her insan, kendi molozlarının ortasında dururken, hayatın onlara sunduğu yeni fırsatları değerlendirmeye hazır olmalıdır. Çünkü değişim, sadece bir sona değil, aynı zamanda yeni başlangıçlara da kapı açar. Ve belki de, o molozların üstünde yükselen yeni bir hayat, geçmişin tüm izlerini bir araya getirerek, insanı daha güçlü bir birey haline getirir.