İnsanın yönetme arzusu, varoluşunun en derin kuytularından yankılanan bir çağrıdır; bu, hem karanlıkta saklanan bir ihtirasın hem de aydınlıkta parlayan bir umudun sesidir. Bu evrensel serüven, Platon’un idealar dünyasından, Nietzsche’nin irade gücüne, Foucault’nun iktidar yapılarına kadar felsefi düşüncenin merkezini oluşturmuştur. Bu, özgürlük ve kölelik, yaratıcılık ve yıkıcılık, sevgi ve iktidar arasında sürekli bir dans; Sartre’ın dediği gibi, özgürlükler çatışması içinde bir varoluş mücadelesidir.
İnsanlık tarihine bakıldığında, insanın yönetme arzusu, tıpkı bir nehir gibi, toplumların dokusunu şekillendiren ve medeniyetlerin yönünü değiştiren bir güç olarak karşımıza çıkar. Bu, Antik Yunan demokrasilerinden, Rönesans’ın bireysel aydınlanma çabalarına, modern devletlerin karmaşık yönetim yapılarına kadar uzanan bir yolculuktur. Her adımda, insanın hem kendi içindeki hem de dış dünyadaki iktidar mücadelesi, varoluşunun merkezinde yer alır.
Bu yönetme arzusunun, insanın kendi öz benliğiyle ve diğerleriyle olan ilişkisinde yarattığı dinamikler, hem derin bir içsel tatmin kaynağı olabilir hem de trajik çatışmaların tohumlarını barındırır. Bu, Aristoteles’in politik hayvan (zoon politikon) kavramında vurguladığı gibi, insanın doğası gereği toplumsal bir varlık oluşuyla da yakından ilgilidir. Bu toplumsal varoluş, bireylerin bir arada yaşama ve birlikte hareket etme biçimlerini şekillendirirken, aynı zamanda yönetme ve yönetilme ilişkilerini de kaçınılmaz kılar.
Gelin, insanlar diğer insanları neden etkisi altına almak ister ona bakalım. Bu bir tür hırs mı yoksa korku iç güdüseli mi? Şöyle ki; Yönetme arzusu ve korku, insan psikolojisinin iki temel duygusudur ve birbiriyle karmaşık bir şekilde ilişkilidir. Bu ilişki, temelde insanın bilinmezden, yetersizlikten ve kontroldışı olaylardan duyduğu korku ile başlar. Bu korkular, insanın çevresindeki dünyayı şekillendirme ve olayların akışını kontrol altına alma isteğiyle yakından bağlantılıdır. Yönetme arzusu, bu kapsamda, korkuları hafifletme ve güvenlik hissi oluşturma çabasının bir tezahürü olarak görülebilir.
Thomas Hobbes’un “Leviathan”ında bahsettiği gibi, insanların doğal durumda sürekli bir güvensizlik ve korku içinde yaşadıkları ve bu nedenle güçlü bir merkezi otoriteye yönelme eğiliminde oldukları öne sürülür. Bu, yönetmek ve yönetilme arzusunun temelinde yatan korku ile güvenlik arayışının bir örneğidir. İnsanlar, belirsizlikleri azaltmak ve hayatta kalabilmek için bir düzen ve yapı oluşturma ihtiyacı hissederler.
Friedrich Nietzsche’nin “İrade Gücü” kavramı, yönetme arzusunun altında yatan korku ile daha farklı bir ilişkiyi ortaya koyar. Nietzsche’ye göre, insanın yönetme güdüsü, yaşamı olumlayan ve üstünlük kurma isteğinden kaynaklanır. Bu perspektifte, yönetme arzusu, korkudan ziyade, bireyin kendini gerçekleştirme ve dünyaya damgasını vurma isteğiyle ilişkilidir. Ancak, bu üstünlük arayışı da kendi içinde bir korku barındırır: başarısızlık, reddedilme ve yetersizlik korkusu.
Carl Jung’un gölge kavramı, yönetme arzusu ve korkunun insan psikolojisinde nasıl iç içe geçtiğini anlamamıza yardımcı olur. Jung’a göre, her bireyin bilinçdışında kabul edilmeyen, görmezden gelinen veya inkar edilen yönler vardır. Bu “gölge” yönler, korkularımız, güvensizliklerimiz ve reddettiğimiz arzularımızı içerir. Bir bireyin yönetme arzusunun altında, çoğu zaman bu gölgeyle yüzleşme ve onu kontrol altına alma çabası yatar. Bu, korkuları yönetme ve onları dönüştürme arzusu olarak da görülebilir.
Tüm bunlara göre; yönetme arzusu ve korku arasındaki ilişki, hem güvenlik arayışından hem de bireyin kendini aşma ve kendini gerçekleştirme çabasından kaynaklanır. Korku, insanı yönetme arzusuyla harekete geçiren bir tetikleyici olabilir; ancak bu arzu, aynı zamanda insanın daha büyük bir bütünün parçası olma ve kendi potansiyelini maksimize etme isteğiyle de beslenir. Bu nedenle, yönetmek isteyen insanın temelinde yatan korkular, onun yönetme biçimini ve yönetim sırasında karşılaştığı zorlukların üstesinden gelme kapasitesini şekillendirir.
İnsanın yönetme arzusunun kökenlerini, tezahürlerini ve bu arzunun bireyler ile toplumlar üzerindeki etkileri sosyal yaşamın her zerresinde karşımıza çıkar. Eşlerin birbirini yönetmek istemesinden tutunda mutlak güce kavuşmak arzuzusunda olan insanların hissiyatı böyledir. Kaldı ki buna göre İnsanın insanı yönetmek istemesi, sosyolojik bir perspektiften incelendiğinde, karmaşık sosyal, psikolojik ve ekonomik dinamiklerin bir birleşimidir.
Aslında kısaca nedenleri kısaca şöyledir;
1. **Güç ve Kontrol Arzusu:** İnsanların yönetme isteği, temelde güç ve kontrol elde etme arzusundan kaynaklanır. Max Weber, gücü, bir bireyin ya da grubun, başkalarının direncine rağmen kendi isteklerini gerçekleştirme kapasitesi olarak tanımlar. Örneğin, bir yönetici, kendi vizyonunu takımına empoze ederek, projelerin yönünü kontrol etme gücüne sahiptir. Bu durum, yöneticinin hem iş yerinde hem de sosyal statü açısından prestij kazanmasına yol açar.
2. **Ekonomik Çıkarlar:** İnsanları yönetme isteği, ekonomik çıkarlarla da yakından ilişkilidir. Karl Marx, toplumun sınıflara bölünmesinin temelinde ekonomik çıkarların yattığını savunur. Yöneticiler, işletmelerin karlılığını artırarak kendi maaş ve bonuslarını maksimize etme peşindedirler. Örneğin, bir şirket CEO'su, şirketi daha efektif bir şekilde yöneterek, şirketin hisse senedi değerini artırabilir ve bu da doğrudan kendi mali çıkarlarına hizmet eder.
3. **Sosyal Statü ve Prestij:** Sosyal statü ve prestij de insanların yönetme arzusunun altında yatan önemli faktörlerdendir. Pierre Bourdieu'nin 'sosyal sermaye' kavramı, bireylerin sosyal ilişkiler ağından elde ettikleri prestiji ifade eder. Bir birey, yönetici pozisyonuna geldiğinde, bu ona belirli bir sosyal statü kazandırır. Örneğin, bir şirketin üst düzey yöneticisi olmak, kişiyi toplumda saygın bir konuma taşır ve geniş bir sosyal ağın kapılarını açar.
4. **Kişisel Tatmin ve Başarı Hissi:** İnsanları yönetmek, bireyler için kişisel tatmin ve başarı hissi sağlayabilir. Abraham Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisinde 'kendini gerçekleştirme' en üst sırada yer alır. Bir kişi, liderlik yaparak ve başkalarını yöneterek kendi potansiyelini maksimize ettiğini hissedebilir. Örneğin, bir eğitim lideri, eğitim politikalarını şekillendirerek ve yeni nesillere yön vererek büyük bir kişisel tatmin duyabilir.
5. **Toplumsal Değişim ve Etki Yaratma Arzusu:** Bazı bireyler, toplumsal değişim yaratma ve etki etme arzusuyla insanları yönetmeyi arzular. Bu, özellikle politik liderler ve sivil toplum kuruluşlarındaki liderler için geçerlidir. Martin Luther King Jr. gibi tarihi figürler, sosyal adalet ve eşitlik için mücadele ederek büyük toplumsal değişimlere öncülük etmişlerdir. Bu örnek, liderliğin ve yönetimin, bireysel çıkarların ötesinde.
Dahası değerli okurlar; Yönetme arzusu ve korku, insan psikolojisinin iki temel duygusudur ve birbiriyle karmaşık bir şekilde ilişkilidir. Bu ilişki, temelde insanın bilinmezden, yetersizlikten ve kontroldışı olaylardan duyduğu korku ile başlar. Bu korkular, insanın çevresindeki dünyayı şekillendirme ve olayların akışını kontrol altına alma isteğiyle yakından bağlantılıdır. Yönetme arzusu, bu kapsamda, korkuları hafifletme ve güvenlik hissi oluşturma çabasının bir tezahürü olarak görülebilir.
Sonuç olarak, yönetme arzusu ve korku arasındaki ilişki, hem güvenlik arayışından hem de bireyin kendini aşma ve kendini gerçekleştirme çabasından kaynaklanır. Korku, insanı yönetme arzusuyla harekete geçiren bir tetikleyici olabilir; ancak bu arzu, aynı zamanda insanın daha büyük bir bütünün parçası olma ve kendi potansiyelini maksimize etme isteğiyle de beslenir. Bu nedenle, yönetmek isteyen insanın temelinde yatan korkular, onun yönetme biçimini ve yönetim sırasında karşılaştığı zorlukların üstesinden gelme kapasitesini şekillendirir.