BABAM hazret zaman zaman beni şaşırtan cümleler kurardı.

Bunları nereden bulup çıkardığını tam olarak bilemesem de bazı tahminlerim var elbette.

Reçber olduğu için yaz ayları yoğun geçerdi.

Tarlada ve harmanda sıkışık zaman içerisinde çok şeyi aynı anda yapmak ve geç kalmamak önemliydi.

Vaktinde yapılamayan veya yetiştirilemeyen işler her zaman başa bela olma potansiyeli taşır.

Herkes sapını harmana çekip döven dönmeye başlamışken sen hala tarlada tırpan sallıyorsan bu sıkıntılı bir durumdur.

Hem ürün açısından bu böyledir hem de ele güne karşı.

Bu sebeple disiplinli bir çalışma şarttır.

Demem o ki, söylediği bu sözler çalışma zamanının sözleri değildir.

Muhtemelen bunlar tüm iş güç tamamlandıktan sonra karakışın gelmesiyle köy odasında başlayan muhabbetlerin çıktısıdır.

KAFKAS kültüründe ‘Thamate’ denilen “Aksaçlı’ların başta olmak üzere yetişkinlerin yer aldığı eğitim köy odalarında kış aylarında gerçekleşirdi.

Hazreti Ali Efendimizin cenkleri okunurdu.

Yine kültürümüzde kabul gören “Ahmediye” ve “Muhammediye” kitapları köyün imamı veya Osmanlıca metinden anlayanlar tarafından yüksek sesle okunurdu.

Müthiş bir heyecan dalgası olurdu.

Yazılı kuralı olmamasına rağmen yine sistemli bir disiplin işlerdi.

Kitap okuma ve dinleme faslı sona erdikten sonra demi yüksek muhabbetler başlardı.

Bilinen örgün eğitimin dışında olmalarına rağmen şimdi bile erişilmesi güç bir kültür düzeyi söz konusuydu.

Hikayeleri vardı.

Meselleri mevcuttu.

Ezberden okunan şiirler, gazeller, ağıtlar harman olurdu.

Karacaoğlan misafir olurdu manen bu sohbetlere. Köroğlu sökün edip gelirdi. Nesimi, Pir Sultan, Yunus Emre, Emrah gibi nice âşıklar bu muhabbetlerde anılırdı nefesleriyle.

Sonradan anladığım şu ki, babamın cümleleri bunların bize aktarılan tatlı yemişleriydi.

“FELEĞİN sillesi tebdil şaşırtır” cümlesi bunlardandı.

Hayatın zorluklarını, zahmetlerini, çilelerini ifade ederdi.

Sıkıştığı, bunaldığı, işlerin karman çorman olduğu vakitlerde insan sabrının sonuna gelip taşını çatlatmak üzereyken hatıra gelen bu cümle insana derin bir nefes aldırır ve kişiyi içinde bulunduğu duygu durumdan çıkabilmesi için bir fırsat sunardı.

“Tebdilim şaştı” cümlesi yine insanın içine düştüğü şaşkınlığı, kapıldığı telaşeyi, ne yapacağını bilememe halini anlatan harika başka bir cümleydi.

Bu duruma düşen, başına ailevi bir sıkıntı gelen kişilere “Eşinden m'ayrıldın yolun mu şaştın” denilirdi.

BABAMIN sıkça kullandığı bir başka cümle yine yaşanan zorlukları ifade sadedinde feleğe bir sitem şeklindeydi. Bozkırın ağaç bulunmayan Ağustos sıcağında tarlada bunaldığında “Bizar oldum siteminden nazından” efkarı duyulurdu.

Muhtemelen bu söylemin sınırları bunlardan ibaret değildi.

İçinde dinmeyen hangi fırtınalar diline bu sitemkâr cümleyi düşürürdü bilinmez.

YUSUF Hayaloğlu’nun severek okuduğumuz türküsünden gönüllerimize gelip konan şu dizeleri hatırlamanın tam vaktidir.

“Şu yangında har olsaydım...

Ağlayıp bizar olsaydım...

Belki yaslanırdın bana,

Mahpusta duvar olsaydım...”

BİZAR Farsça kökenli bir kelime.

Tedirginliği anlatır. Bezmiş olmayı dile getirir. Usanmışlığı en iyi ifade eden kelimelerdendir.

Hangimiz zaman zaman zorlu yaşam olaylarından dolayı bezginlik getirmeyiz ki.

Öyle anlar gelir ki, insan kendinden bizar olur. Kendisi kendisine ağır gelir. Yükünü çekemez.

Kimi vakit çerçeve genişler, inşalardan, dünyadan, olaylardan bizar olur.

Ayrı düşmüş olmayı, uzak kalmışlığı, yoksunluk içinde kıvranmayı, aşkın ateşinde yanmayı, firkatin kavurucu hâlini, tebdilin şaşmasını bu kelimeden daha iyi anlatmak mümkün mü?

Olsa olsa babamdan miras kalan şu cümleyi üstüne koyabilirim:

“Bizar oldum siteminden, nazından.”

İyi ki, böyle kelimelerimiz, cümlelerimiz var. Yoksa nasıl tutunurduk hayata!

Ya Selâm.