OLMAMASI gerekirdi ama olmuştu işte.
Oysa ne kadar da hassas davranıyordu. Bir gergef gibi ilmek ilmek işliyordu. Sorulsa yaptığın nedir diye “Ben bir telkâri ustasıyım” diyebilirdi.
O kadar ince işliyor, tel tel örüyordu.
Kolay değildi. Maharet isterdi.
Ondaysa bu maharet fazlasıyla vardı.
Tellerde kırıklıklar oluşmaya başlamıştı. Bu daha önce başına gelmemişti.
Bilmiyordu kırılmayı.
Çünkü kendisi hiç kırmamıştı.
…
OLMAMASI gerekirdi ama olmuştu işte.
Rüyaları kırılmaya başlamıştı.
Tabirler yeterli gelmiyordu ne kadar yorumlamaya çalışsa da.
Önceleri tam yerine oturdu, işte budur dediği vakitler tellerde bir incelme meydana geliyor ve kulakların değil ancak kalbin işitebileceği bir ses duyuluyordu.
Duyulan rüyasının kırılma sesiydi.
…
OLMAMASI gerekirdi ama olmuştu işte.
Hayalleri kırılmaya başlamıştı. Uzamıyordu geleceğe doğru.
Yere düşüyordu sanki. Her düşüşte ise insanı daldığı düşünceden zıplatarak uzaklaştırıyordu.
“Demek bu da oldu” diyordu.
“Hayallerimin ince tellerine neler dizmiştim oysa. Dağıldı mı incilerim, mercanlarım” diye telaşlanıyor, yüreği ağzına geliyordu.
Nasıl toplayacaktı bunları, nasıl toparlayacaktı hayallerini bilmiyordu.
İşin kötü yanıysa işe yarayacak bir fikir de yürütemiyordu.
…
OLMAMASI gerekirdi ama olmuştu işte.
Sözlerinde kırıklıklar seziyordu.
Onarmıyordu. İnşa etmeden uzaklaşan kelimelerin cansız bir beraberliğinden ibaretti dizilişleri.
Hayatiyet sunmuyordu. Ölmüşlerdi sanki.
“Ne zaman can çekişti kelimelerim” diye üzerinde çokça düşündü ama belirleyemedi vaktini.
Bu biraz daha canını sıktı.
Sözün, sohbetin eriydi. Kelama malikti. Tesir ederdi ve saatlerce dinlenirdi.
Üstelik talipler hiçbir harfi yere düşürmez alıp kalplerinin üzerine koyarlardı.
Ve işte ne olmuşsa olmuş artık söz düzemez olmuştu.
Kurumuştu sözcükler.
İçlerinde kırılmanın tınısı duyuluyordu.
…
BUNLARLA sınırlı değildi olup biten.
Bakışında da kırılmalar sezmeye başladı örneğin.
Duyduklarında da aynı şekilde.
Eskiden doğru anladıklarını şimdi daha farklı anlıyordu.
Kulağına erişen, oradan kalbine inen seslenişlerin ayırdına varamıyordu eskisi kadar.
Yorumlamaya çalışıyor bir nevi tabirini bulmaya çabalıyordu ama olmuyordu.
Günler, geceler boyu düşündü.
Güneşle doğdu ve yine onunla battı. Geceye tutunmaya çalıştı, ay ile söyleşti.
Netice yine değişmiyordu.
Yorumlarına gözyaşı yetişti. Yudu, yıkadı onu. Ama yine aynıydı. Geçmiyordu kırıklıkları.
Aradığı cevabı bulamıyor, tatmin olacağı bir analize ulaşamıyor, tabirleri de çıkmıyordu.
Yorulmuştu. Bunalmıştı da iyiden iyiye.
Böyle durumlarda içindeki kendine sorardı.
Güzel cevaplar alırdı. Bununla amel eder hayırlı sonuçlara ulaşırdı.
Gülerdi yüzü, aydınlanırdı çehresi.
Aynısını tekrar etti. “Bir ben vardır bende benden içeru” dedi ve sordu sessizliğin çınlayan iniltisiyle.
Gelen cevap şuydu:
“Tabir değil, tamir etmelisin. Sözü çoğaltmayı bırak. Kesrete düşme. Kelimeler söylemez her zaman olması gerekeni.
Sen sözlerin içinde meydana getirdiği yankısına odaklan. Duyulmayanı duy.
Duy ki; tamir edesin. Sana lazım olan tabir değil, tamir.”
Evet, olmaması gereken olmuş hayalleri rüyaları gibi kırılmıştı.
Ve kalbine batıyordu.
Ya Selam!