İftar sofrasını israf sofrasına çevirmek
Tasavvuf yolunun büyükleri günde bir defa yemek yerlermiş. Üç öğün yemek yemeyi israf olarak görmüşler. İnsanın günlük ihtiyacından fazla yemesini “ha yemişler ha çöpe atmışlar” diye tarif etmişler.
İnsanın manevi cihetini, sağlık ve sıhhatini; az yemeye, az konuşma, ve az uyumaya bağlamışlar. Buna da riyazet demişler.
“Nehir kenarında bile abdest alıyor olsanız, suyu israf etmeyiniz” diye buyuran bir Peygamberin ümmeti olarak;
Bugün, iktisat ve tutumluluk şuurumuz bozuldu.
Midemize üç dört vardiya çalışan bir atölye mumalesi yapıyoruz
Dokuz on çeşit yiyeceğin olduğu sofralardan masalardan, karnımızı yay gibi germeden kalkmıyoruz.
Canın boğazdan geldiğini biliyoruz ama yine boğazdan çıktığını bilmiyoruz.
Sol elle yemek yemenin haram olduğunu biliyoruz ama aşırı yemek yemenin israf ve haram olduğunu bilmiyoruz.
Tokluktan ölenlerin sayısının, açlıktan ölenlerin sayısından fazla olduğunu bilmiyoruz.
Ha babam ye! De babam ye!
“Geçen gün bir Çağ Kebabı yemişim yok böyle bir şey!”
“Filan yerde bir Adana Kebabı yapıyorlar parmaklarını yersin.”
“Falan yerde bir Karışık Izgara yapıyorlar; Taa! Şavşat’tan gelen müşteriler var.”
“Kuzu şiş, Mantarlı Kebap, Urfa Kebap, Kuzu Kelle, Fırında Gergedan kebabı(!)”
Koyun ile keçi konuşabilselerdi muhabbetleri muhtemelen ot ve yem üzerine olurdu. Boğazına düşkün, mideleri için, yemek için yaşayan insanlarında onlardan farkı yok.
Manevi büyüklerimiz, Hak yolunda yürümenin şartını; Az yemek, az uyumak ve az konuşmak” olarak belirlemişler. Doyduktan sonra yemeyi hatta doyuncaya kadar yemeyi israf saymışlar.
Müslümana yakışan tasadduk ve infak etmektir. İsraf ve istif değildir.
Ecdadımız bir dıkım ekmeği israf etmemiş. Yerken dökülen kırıntıları bile parmağını ıslatarak toparlamış.
Ya bugün?
Ekmek çıtır çıtır değilse burun kıvırıyoruz. Kuru ekmekleri çorbaya doğramanın modası geçti. Sütlaçta üç pirinç birbirine yapışmışsa çöp niyetine ayırıyoruz. Nohut ve Kuru Fasulyenin faydasını unuttuk. Etler löp löp olmalı. Dirgeni ekin sapına sapladığın gibi Patoza atmalı…
Her neyse!
Yapılan araştırmalarda Dünyada her yıl üretilen gıdanın üçte biri çöpe gidiyor.
İsraf, ürettiğinden çok tüketmenin, gereğinden fazla harcamanın, yemenin, içmenin ve zayi etmenin adıdır.
İnsanlık, kapitalizmin israf çarkına kapılmış, daha çok üretmek için, daha çok tüketmemizi isteyen, sürekli yeni ihtiyaçlar icat eden israf sisteminin dişlisi gibi hareket ediyor. İnsanlar ihtiyaçtan ziyade moda, marka, model takipçisi olmuş.
Ev, araba, ev eşyası, elbise, ayakkabı, telefon değiştirmek alışkanlık haline geldi.
Tükettikçe tükeniyoruz.
Maalesef, gösterişten, şatafattan, israftan dinde dindarda nasibini aldı.
Yaşamak için yiyen bir Peygamberin, yemek için yaşayan, iftarda tıka basa yiyen ve teravih namazı boyunca geğiren ümmeti olduk.
Karnı tok, sırtı pek, kalbi aç, maneviyat mahrumu “fast food” bir nesil yetişiyor.
Ekonomiyi “Sınırsız ihtiyaçların sınırlı kaynaklardan temini” olarak tarif eden çok güçlü ülkeler bile; israftan kaçınıp tasarruf ederken, İslam ülkeleri, biz Müslümanlar israfın daniskasını yapıyoruz.
Müslümanlarda giderek artan bu müsriflik, iftar sofralarının israfla bağını sorgulayan insan sayısının artmasına sebep oluyor.
Yine her neyse!
Manevi âlemin müdavimlerinden biri “Az yersen akıllı uyanık bir kişi olursun. Çok yersen aptallaşır hantallaşır işten güçten olursun. Midenize düşkünlüğünüz oburluğunuzdandır” diye, az yemenin önemine, çok yemek yemenin tehlikesine dikkat çekiyor.
Bu vesile ile önümüzdeki günlerde müşerref olacağımız Ramazan-ı Şerif ayının milletimize, memleketimize ve tüm İslam ve İnsanlık âlemine birlik, beraberlik ve ahenk getirmesi temennisi ile…
Kalın Sağlıcakla…