Edebiyatın ana malzemesi dildir. Yazar veya şairler kendi birikimlerini, duygu ve düşüncelerini dilin imkânlarını kullanarak ve yetenekleri ölçüsünde eserlerini vücuda getirirler. ‘Sinemanın hammaddesi nedir?’ diye soracak olursak alacağımız yanıt yine dil olmalıdır. Her filmin bir dili vardır ve sinema sanatı da bu dil üzerine icra edilir. Aralarındaki tek fark, sinemada kullanılan dilin görsel olmasıdır.

Roman yazarları veya şairler kelimelere hayat veren, kelimelerle görüntü yaratan kişilerdir. Senaryo metinlerinde ise senaristler görüntülerden kelimeler yaratırlar. Bu metni alan yönetmenler de kelimelerle ifade edilen dili, görsel biçimine kavuştururlar. Bu bakımdan edebi eserlerde yer alan metinleri incelerken ve birtakım anlamlar yüklerken kullandığımız metotlarla, sinema filmlerini de inceleyebilir, metin okumaları yapabiliriz.

Metin okumadan kastımız, yazarın veya yönetmenin bilerek veya farkında olmadan verdikleri gizli mesajları yakalamak, kelimelerin ve görüntülerin altında yatan gerçek anlamları ortaya çıkarmaya çalışmaktır. Buna ‘alt metin okuma’ diyoruz.

Şiir, roman ve sinema metinlerinde, eser sahiplerinin bize doğrudan söylemedikleri ve bizim anlamamızı istedikleri birçok mesaj bulunur. Hatta bu mesajlar çoğu kez sanatkârının bilinçaltından çıkar ve psikolojik bir gönderme yoluyla okuyucuya veya seyirciye ulaşır. Bu tip göndermeler farklı yöntemlerle de yapılabilir. Metafor, anafor, mecaz ve benzetmeler bu yollardan bir kaçıdır. Ancak bu kelimelerin hiçbiri alt metin kavramını açıklamaya yetmez. Alt metin daha çok objeler, semboller, psikolojik ve metaforik göndermeler yoluyla izleyici veya okuyucularla bilinçaltı bir tür bağ kurmak demektir.

Bir objeyi onunla doğrudan ilişkisi veya benzerliği olmayan başka bir objeye benzetmeye, karşılaştırmaya veya atfetmeye ‘metafor’ diyoruz. Dramatik anlamda metafor, mesaj eğiliminin edebi veya film diline dönüştürülmesidir. Bu mesajın okunması çoğu kere filmin, romanın ve şiirin üstü örtülü ana temasını, alt metnini bulup ortaya çıkarmaya yarar.

Kaynak (The Fountain) adlı filmde kahramanımız, öcünü almaya gitmeden önce bahçesindeki kayın ağacının dallarını budar. Bu dalları, evinde inşa ettiği saunada kullanır. Sonra da gider öcünü alır. Bu sahne yoluyla bize verilen mesaj, kahramanın temizlenme isteğidir.

Aynı şekilde okuduğum bir romanda idama mahkûm edilen bir katil, sehpaya çıkarılırken korkudan dizleri titremektedir. Cellat onun rahat yürüyebilmesi için kolunun altına girince katil: ‘İttirme geliyorum işte’ diye kızar. Yazar, katile başka bir diyalog yazmadığı gibi, ölüme giden katilin neden böyle bir söz söylediğini de açıklamadan bırakmıştı. Burada okuyucuya verilmek istenen mesaj, katilin birkaç saniye de olsa daha fazla yaşama isteğini belirtme ve hayatın ne kadar değerli olduğunu okuyucunun bilinçaltına kazıma isteğidir.

Bu tip mesajlar bazen film ve edebi metinlerin içine bilerek veya bilmeden yerleştirilen semboller yoluyla yapılır. Sembollerle verilen alt metinlere “yaratıcı dokunuş” adını veriyoruz. Seyirci veya okuyucu bu sembollerin içerdiği anlamları çoğu zaman fark etmez. Yine de eserin yaratıcısıyla izleyeni arasında bilinçaltı bir bağ kurulur.

Dikkatli gözler, eleştirmen ve metin okuması yapmayı bilenler objeler ve semboller yoluyla verilmek istenen mesajları ortaya çıkarabilirler. Sembol kullanımı yaratıcının birikimi veya karakteri ile doğrudan bağlantılı olduğundan daha fazla insiyaki olarak yapılır.

Her senarist, her yazar ve her yönetmen bir dünyadır. Bu dünyanın mutlaka bir dışavurumu vardır. Bu yüzden film ve romanlara şiir gibi bakmak gerekir. Şiirde en derin kavramlara nasıl içgüdüsel bir yöntemle ulaşılırsa, film ve romanlarda da sembollere tasarlanmış gibi değil, yaratıcısının içinden gelen sesler olarak bakılmalıdır. Ve bu sesler ancak izleyici ve okuyucular tarafından hemen anlaşılmadığı zamanlarda değerlidir.

Doğrudan bilinçaltına gönderilmişlerdir.  Anlamlandırmak için metin okuma ve tahlil yapmayı gerektirir. Semboller ve objeleri kontrol altına almak ve onlardan anlam çıkarmak için Freud ve Lakancı psikolojik tahliller yapmak zorunda bile kalabiliriz. Çünkü dünyayı yapılandırma aracımız dildir ve sanatkarların iç dünyalarını anlamaya çalışmak için bildiğimiz ve kullandığımız dil her zaman yeterli gelmeyebilir.

Metin okuma ve analiz etme gerektiği zaman eserlere bir bütün olarak bakılmalıdır. Her eser aynı zamanda yaratıcısının davranış tarzının bir tezahürüdür. Mehmet Kaplan, şair Ayhan Kırdar’ın şiirini tahlil ederken, ‘Kan sızıyordu tanrının iskeletinden’ mısrasına Freud tarzı psikanaliz yaparak, şairin cinsel sapık olduğu kanaatine varmıştır.

Aynı yöntemle İngmar Bergman’ın Skammen (Utanç) filminde karakterlerini suyun üzerinde yüzen birçok cesedin arasından geçen bir kayığa bindirdiği sahneyi yorumlayan eleştirmenler, onun sembolik olarak evrensel çatışma ve sorunlara duyarsız kalan insanları ve bir anlamda etik ölümü ifade ettiği sonucuna ulaşırlar. Yönetmen bu yolla seyirciyi duyarlı olmaya çağırmaktadır. Bunu lafla söylese hiçbir etkisi olmazdı.

Alt metin okumaya dair gördüğüm en çarpıcı örnek Slavoj Zizek’e ait. Titanik filminin sonunda izleyen hemen herkesin ağladığı kurtarma botunun üzerindeki kadının Leonardo De Caprio’nun elini bıraktığı sahne. Zizek burada kadın izleyicilerin bilinçaltına şöyle bir mesaj verildiğini düşünüyor:

Kendinizden alt sınıfta bir erkekle karşılaşırsanız, ondan elde etmek istediğinizi alın ve onu hemen bırakın. Sonrasında ait olduğunuz sınıf içerisinde yaşayın. Üstüne üstelik bir de hayatta anlatacağınız bir hikâyeye sahip olacaksınız.

Bu okumanın ne kadar doğru veya yanlış olduğunu okuyuculara bırakıyorum. Ama bir gerçek var ki o da metin okumanın gerçekten farklı bir göz, bilgi ve birikim sahibi olmayı gerektirdiğidir. Bu yüzden herkesin kolaylıkla anlayamayacağı mesaj ve psikolojik göndermelere alt metin diyoruz.