YAŞ farkımız vardı. Hem de epeyce.
Mühim olan bu değildi tabi zira çocukluğum dedemin yanında köy odamızda geçtiği için benim arkadaşlarım her daim benden büyük idiler.
Çocukluğumu onların arasında hizmet ederek ve muhabbetlerini dinleyerek geçirdim.
Bu sebeple dinlemeyi bilirim her ne kadar sabırsız olsam da.
Bu durum bana daha farklı bir özellik kazandırdı ki, devam ettirmek için ihtimam gösteririm. Bu ise farklı fikirleri aynı mekânda duymak ve değer vermektir.
Her renkten, her neşeden, her anlayıştan düşüncelerin harman olduğu yerden başka türlüsü zaten beklenmemeli.
Kritik nokta şu ki, bu görüşler müzakere edilir, görüş sahipleri bunu güçlü şekilde savunurlar hatta kimi vakit muhalif düşünceler ağırlık kazanır ve seslerin yükseldiği, heyecan dozunun limitleri zorladığı da olurdu.
Ne bahtiyarlıktı ki, tüm bunlar husumet sebebi olmazdı. Dargınlıklar görülmezdi.
İçten içe saklanıp çoğaltılan hırslara rastlanmazdı.
Muhabbetin denizine samimiyetle dalmanın öğreticiliği ve kazandırdığı müsamahası herkese iyi gelirdi. İşte bizde de durum tam böyleydi.
…
MUHALİF idik birbirimize ama düşman değildik.
Tersine sıkı dostluklar arasına girebilirdi aramızda olan yarışlara alınsa.
Muhalifliğin bizi beslediğini ve yankı odasından çıkardığını fark ettiğimizde arayı daha sıkı tuttuk.
Yazılı olarak bir yere imza atmamış olsak da aramızda sesiz bir mutabakat metni kendiliğinden oluştu ve mühürlendi ve gönlümüzün en güzel kasalarından birinde muhafaza edilmek üzere kaldırılmıştı.
Ve… Oradan için çıkarılmadı.
…
ZAMANLA daha da pekişen bu hemdem oluş nükte yapmaya, espriler üretmeye de vesile olmuştu.
“Seninkilerden biri dün gece şu televizyonda şöyle söyledi” denildiğinde buna ikimiz birden gülüp geçer olmuştuk.
Evet, muhafaza ettiklerimiz başkaydı belki ama muhafaza ediş tarzımız çok aynıydı.
Tembelliklerimiz çok benziyordu birbirine örneğin.
Konfora olan düşkünlüğümüz ve ne pahasına olursa olsun o alandan dışarıya çıkmamak için gösterdiğimiz direnç neredeyse birdi.
İlk vakitler ideal takılmalarımız, nutuk atış edalarımız, heyecanlarımız, kendimizi tek doğru başkalarını kesin yanlış görme tavrımız tıpatıp uygunluk arz ediyordu.
Sonrasında yine para, makam, mevki, şöhret, itibar gibi ayartıcıların bizi ipe dolaması da aynıydı.
Bizim ifratta olduğumuz yerde onlar tefritte, onların tefritte olduğu noktada bizler tefritteydik.
Her zaman uçlarda, her zaman radikal, her zaman propagandist, her zaman başkasını anlamak yerine dönüştürmek için dikte edici, her zaman bilmiş ve ukala idik.
Ve… Yine her zaman kendimizi haklı çıkarmak için kendimizce verilere sahiptik.
Bizler Kur’an-ı Kerim ve hadislerden onlarsa kendilerini adadıkları izm’lerin ideolaglarından pasajlar, cümleler buluyordu.
Anlamasak bile savunuyor ve saldırıyorduk.
Ama biz böyle olmadık, tanımaya ve anlamaya, saygı göstermeye ve mümkünse mümkün olduğu kadar da sevmeye başladık.
…
SON oturuşumuzda “İnsanları bu hâle getiren şey gri alanın katlidir” demişti. Yüzde yüz doğruydu.
Kesin yargılar, veriye yani akla, vicdana, marufa ve ilahi onaya dayanmayan ötekileştirici yaklaşımlarla muhataplarımızın yaşam alanlarını daralttıkça daralttık.
Onlarda bize aynı muameleyi reva gördü.
Hayatın doğal akışına uymayan “Ütopik dindarlıklar” uydurduk. Onlarda aynı şekilde kendi düşüncelerini yaşamdan kopartarak idealize etti.
Çocuk yetiştiren anne babalar, eğitimciler bu radikal ilkelliğin pençesine düşünce “Kesin yanlış” olarak gördüklerimizi bir yere, yine “Kesin doğru” olarak kabullendiklerimizi diğer bir yere sıkıştırarak gri alanları öldürdük, yok ettik.
Din anlatıcıları, siyasetin sözcüleri ve sporun yorumcuları bu taraflı ve yok edici dili tercih ettiler.
Soyut ve somut kavrayışını bilerek altüst ettiklerinden gölgeyi gerçek sanmamızı sağladılar.
İnsanlar ya öyle ya da böyle olmak zorunda kaldıklarını düşündüklerinden ne öyle ne de böyle oldular.
Oysa bir müsamaha, düşünme, anlama ve yavaş yavaş fiile getirme alanı bırakabilmiş olsaydık şimdi evlatlarımızla konuşabiliyor olacaktık. Bu fırsatı verseydik dostlarımıza yanıla yanıla doğruyu bulacaklardı ama biz ilk hatada onları din dışı olmakla itham etmiştik ki, bu hayatın tabii akışına tersti.
Vahyin geldiği zemini ve ortamı anlamamaktı.
Geri dönüş demek olan tövbe kavramını hiç kavrayamamaktı.
Demem o ki, sizinle farklı görüş taşıyan ama insanlığından emin olduğunuz sıkı dostlarınız olsun.
İnanın işe yarıyor.
Ya Selâm!