“Onu tezyin etti” Hucurât Suresi 49/7 Ayette
Allah iman sevgisini müminlere verip, kalplerine telkin ettiğinde insanoğlunun maddi ve manevi ruhlarını ve dahi bedenlerini tezyin etmiştir. Şüphesiz ki Allah, hakkıyla noksansız, kusursuz tezyin etmektedir. Zira azametli bir resim, malik olanın hakikati ile mevcut bulmaktadır.
Kusursuzca var edenin, yeryüzündeki temsilcileridir behçet sahibi usta nakkaşlar. Nakış, ilahi mananın bedenlerde bıraktığı cemalin izlerini hak âşıklarına göstermek, hakikat damlalarından yağan bereket yağmurlarına bakmaktır ve ıtır ıtır kokan ilahi vahdetin manevi yansımaya yoluysa; o nakışı, hakka malik olarak resmedendir nakkaş. Bu, asırlar boyunca da böyleydi. Ziynetlere bürünen insanoğlu, bu kimlikle yaşamına hüküm verdi; zira varlığını manevi varlığa açmanın ve Allah’ın hazinelerinin en zarif yoludur bu nakış yolu. İnsanı ehli kemale erdirir, derviş yapar, arif eder, hiç olmazsa âşık eder, o da olmazsa maarif ve muarrif kılar. Bahşedilen bu cemalde nakış, insanın hayatında ehlileşmek şümulünden azamete halk olmuş malike muhtaçtır. Fırçayı tutan el, kâğıdı ve boyayı gören göz olmasa, akıl neye hâkim olur ki! Lâkin, gönül bakar, kalp şükür ile çizerse, hakikat güneşi parıldar; böylelikle vahdet sahibi olan Malik’in hazineleri daha da çoğalır. Sen o çoğalan hazinede yalnızca bir incisin; aşikâr kılınan O hazine ki bir umman ucu ve bucağı olmayan! Ona şükürle bakmak gerek; zira veren Hak, alan yine Hak bu ehli yetenek nimetini.
Ne kemal sahibi ulu insanlar vardır, bu çağda dahi adlarını yâd etmekten, azametli ruhlarına dualar etmekten geri kalmadığımız. İlahi hazinelerde eşsiz birer zerre olan bu arifler, hakikat güneşinin izdüşümlerini kendi çağlarından bizlere bırakmışlardır. Öyle bir mirastır ki bu, hamisi, banisi, himaye edeni, bahşedeni, iki cihanda da ehli saadettendir inşallah! Ruhlarımızın temaşa ettiği bu nakış ziynetleri, yine hakikat vahdetinde yekpare ve yalnızca insanoğluna sunulmuş birer parıltıdır. Ruhları ve bedenleri besleyen bu yetenek nakışı, yaratılmış tüm cismaniyetin de tezahürü olmuştur. Bir şükür sebebi olan bu hâl, insanda boyutlar arası yolculuğa, akıl ve becerinin ustaca sergilendiği tasarıma dönüşmektedir. Zaman zaman hayretlerimizi cezbeden bu hâl, baktıkça derunumuzda idraklarımızı şaşkınlıkla telkin eder. Bunca beceri ve yeteneğe sahip seçilmiş ruhların varlığı, elbette ki şükür sebebi ile muştulanmalıdır. Çağımızın en büyük sorunsalı, sanata kimselerin artık bu gözle bakmaması bir yana, onun yalnızca stresten uzaklaşma yahut boş vakti değerlendirme olarak betimlenmesidir. Bertaraf edilen toplumdaki sanat algısı ne hazindir ki böyledir. Meskur olunan aslında aşikâr olunanla vücut bulmuştur. Teşekkürü ödenmiş bir sanatın toplumdaki değeri, dehaca unsurları ile ayan beyan ortaya saçılıp takdire şayan olur, hayretleri üzerinde bulundurur, ziyadesi ile nasipleri çoğalır rızıklananı çok olur.
Yeteneği aşikâr olup da onu örten, örseleyen ise, hakikat nakşını inkâra meyleder. O eşsiz hazineden mahrum bırakılırsa o beden zinhar ziyana düşer. Vah ki o hâllere bürünene! Nakşı azametli olan Malik, ruha verir de azabını, hayreti şaşar ve çerağ eder dururda ruh. Bilmekse şayet bedeni, ruh ille de ister inceliği ve zarafeti vesselam.