Bir evvelki yazımızda Ehl-i Sünnet’in Kuran ve Sünnet yolu olduğunu, mezhep olmadığını anlatmış ve şöyle demiştik: Kendisi bir mezhep olmayan Ehl-i Sünnet, Kuran ve Sünnet’in çizdiği çerçevenin dışına çıkmayan itikadî ve amelî mezheplerin ve de tasavvufî meşreplerin bütünlüğüdür.
'…Halbuki onu(n hükmünü) Peygambere ve içlerinden yetki sahibi kimselere (ûlû'l-emre) götürselerdi, elbette onlardan istinbata kadir (o işin gerçek mahiyetini, dirayetleriyle ortaya çıkarabilecek) olanlar, onu anlayıp bilirlerdi…' (Nisa: 83.)
Bir evvelki yazımızda Ehl-i Sünnet'in Kuran ve Sünnet yolu olduğunu, mezhep olmadığını anlatmış ve şöyle demiştik:
Kendisi bir mezhep olmayan Ehl-i Sünnet, Kuran ve Sünnet'in çizdiği çerçevenin dışına çıkmayan itikadî ve amelî mezheplerin ve de tasavvufî meşreplerin bütünlüğüdür.
Bu yazımızda bu ifadeyi biraz daha açarak Ehl-i Sünnet'i teşkil eden mezhep ve meşreplerden bahsedeceğiz.
I- İSLAM'IN ANA KAYNAKLARI
Evveliyetle Kitap ve Sünnet ve onlardan kaynaklanan İcma ve Kıyas'tan müteşekkil edille-yi şeriyyenin önemine dikkat çekelim:
1- Kitap ve Sünnet / Hadisler
Yüce dinimiz İslam, vahiy kaynaklı olup, bozulmadan varlığını sürdüregelen tek hak dindir. Bu hak dinin ölçüleri, Kuran ve Sünnet'le kaimdir. Allah insanlar için bu dini seçmiş, bundan razı olmuş ve adını da İslam koymuştur. (Maide: 3.) Birçok ayette de İslam'ı 'sırat-ı müstakim' diye tanımlamıştır. (Fatiha: 6; Âl-i İmran: 51; Yasin: 4, 61; Zuhruf: 43, 61 vs.)
Kuran ve Sünnet yolunun müşahhas manadaki karşılığı Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat'tir ki bir önceki yazımızda bunu anlatmıştık.
2- Edille-yi Şeriyye
Kuran ve Sünnet'e 'İcma' ve 'Kıyas'ın da eklenmesiyle meydana gelen bu dört temel kaynağa 'edille-yi şeriyye' veya 'edille-yi erbaa' denir.
İcma ve Kıyas, Kitap ve Sünnet'ten kaynaklanır ve bu iki kaynağa bağlıdır. 'Kitap ve Sünnet varken İcma ve Kıyas'a ne gerek var?' diye düşünenler bilmelidirler ki, İcma ve Kıyas'la istikbale taşınan, aslında Kitap ve Sünnet'in muhtevasıdır.
Şayet İcma ve Kıyas, yani edille-yi şeriyyenin son iki delili olmasaydı, her müslüman Kitap ve Sünnet'ten kendi aklını kullanarak delil çıkarmaya kalkardı. Böylece birkaç ulemayı, müçtehidi ve mezhebi kabul etmeyenler sayısınca sahte müçtehid ve bozuk mezhep ortaya çıkardı. Bunun ise dinin saptırılması, yozlaştırılması, dinî meselelerin kargaşa ve karmaşaya sürüklenmesi demek olacağı açıktır.
Nitekim bugün zaman zaman tehlikesine parmak bastığımız reformistler, dinimizi ve biz müslümanları böyle bir felakete doğru sevk etmektedirler. Halbuki Kitap ve Sünnet'ten herkes delil çıkaramaz. Bu, ümmetin önde gelen büyüklerinin, ulemanın işidir.
İcma, Hz. Peygamberden sonraki bir çağda bir meselenin şer'î hükmü üzerinde İslam müçtehitlerinin birleşmesi demektir; Kitap ve Sünnet'e bir ilave veya onlardan farklı yeni bir şey değildir. Tam tersi, İcma, Kitap ve Sünnet'ten kaynaklanır, delillerini yine onlardan alır.
Kıyas'a gelince:
Nass (Kitap ve Sünnet), kıyamete kadar yaşanacak olayların hepsine ana düstur olarak cevap vermekle beraber, zaman içinde çıkan yeni olayları çözüme kavuşturabilmek için -yine ölçü ve asıl kaynak nass olmak şartıyla- yeni meseleleri nassda hükmü bilinenlerle mukayese etmek zaruri olur.
İşte Kıyas, hakkında nass (ayet hadis) bulunan bir meselenin hükmünü, aralarındaki ortak illetten dolayı, hakkında nass bulunmayan meselenin hükmüne bağlamak demektir.
Eğer bir meselenin hükmü nassda, yani Kitap ve Sünnet'te varsa, orada Kıyas'a gerek yoktur, hüküm zaten bellidir.
Bu işe ehil olan alimler, asla Kuran ve Sünnet'e istinat etmeyen keyfî hükümler ortaya koymazlar. Çünkü onların akılları bazılarının zannettiği gibi felsefecilerin akılları gibi değildir. Onlar kalp ve akıllarını Allah'ın hükümlerine, Resulünün Sünnetine teslim etmiş, bu sebeple hak ve hakikatin tercümanlığını yapan, Allah'ın Kuran'da övdüğü ulema zümresidir. Ayette onlar hakkında 'ilimde ruhsat sahibi' ifadesi kullanılır. (Âl-i İmran: 7.)
'İmam', 'müçtehit', 'fakih' gibi adlarla anılan bu kişilerin nasıl yetişmeleri gerektiği ve taşımaları gereken vasıflar, ayrı bir yazı konusu olacak kadar geniş bir sahadır.
3- İslam'da Üç Ana Saha
Ehl-i Sünnet yolu hak mezhep ve meşreplerin çatısı mesabesindedir.
Kuran ve Sünnet tetkik edildiğinde, mezhep ve meşreplere işaret eden birçok delil olduğu görülür.
Bu konu müstakil araştırılırsa eser çapında gerçekler ortaya konabilir.
Mesela Nisa: 83. Ayeti mealen aktaralım:
'…Halbuki onu (n hükmünü) Peygambere ve içlerinden yetki sahibi kimselere (ûlû'l-emre) götürselerdi, elbette onlardan istinbata kadir (o işin gerçek mahiyetini, dirayetleriyle ortaya çıkarabilecek) olanlar, onu anlayıp bilirlerdi…'
Bu ayet-i kerime tam da mezhep imamlarının ve müçtehitlerin yaptığı istinbat, yani ayet ve hadislerden hüküm çıkarma işini anlatmaktadır.
Keza Nisa: 59'da itaat silsilesi sayılırken, Allah'a ve Resulüne itaatten sonra 've uli'l emri minkum / Sizden olan ulu'l emr' zikredilir.
Müfessirler buradaki ulu'l-emri 'adil idareci, ulema-yı amilîn, meşayih-i kamilîn' şeklinde tefsir etmişlerdir.
Mutlak müçtehitler, mezhepte müçtehitler ve onların yolunda giden diğer ehliyetli alimler ulema-yı amilîn cümlesindendir.
Meşayih-i kamilîni ise Asr-ı Saadet'te 'zahid' ve 'fakih' olarak adlandırılan, daha sonraları 'mutasavvıf' denen Allah dostları ve mürşid-i kamiller olarak anlamak mümkündür.
Kuran'dan verdiğimiz bu iki delilin (Nisa: 83 ve 59.) yanı sıra, mezhep ve meşreplere Sünnet'ten de bir delil zikredelim ki o da 'Cibril Hadisi' diye bilinen hadistir.
Hz. Ömer'in (r.a.) rivayet ettiği hadis şöyledir:
'Bir gün Resûlüllah'ın huzurunda bulunduğumuz sırada, elbisesi beyaz mı beyaz, saçları siyah mı siyah, üzerinde yolculuk eseri bulunmayan ve hiçbirimizin tanımadığı bir adam çıkageldi. Peygamberin yanına sokuldu, önüne oturdu, dizlerini Peygamberin dizlerine dayadı, ellerini (kendi) dizlerinin üstüne koydu ve
-Ey Muhammed! Bana İslam'ı anlat, dedi.
Resûlüllah,
- İslam Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resûlü olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekatı (tastamam) vermen, Ramazan orucunu (eksiksiz) tutman, yoluna güç yetirebilirsen Kabe'yi ziyaret (hac) etmendir, buyurdu. Adam,
- Doğru söyledin, dedi. Onun hem sorup hem de tasdik etmesi tuhafımıza gitti. Adam,
- Şimdi de imanı anlat, dedi. Resûlüllah (s.a.v.),
- Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine iman etmendir, buyurdu.
Adam tekrar,
- Doğru söyledin, diye tasdik etti ve
- Peki ihsan nedir, onu da anlat, dedi.
Resûlüllah (s.a.v.),
-İhsan, Allah'a onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da o seni mutlaka görüyor, buyurdu.
Adam yine 'Doğru söyledin' dedi.
(Kıyametle ilgili bir soru daha sorup cevabını aldıktan sonra)
Adam (sessizce) çekip gitti. Ben de bir süre öylece kalakaldım. Daha sonra Peygamber (s.a.v.),
- Ey Ömer! Soru soran kişi kimdi biliyor musun? buyurdu. Ben 'Allah ve Resûlü bilir' dedim.
Resûlüllah,
- O Cebrail'di, size dininizi öğretmeye geldi, buyurdu.' [1]
Bu hadis-i şerif mütevatir olup [2], bilindiği gibi mütevatir hadislerin inkarı küfürdür.
Resûlüllah'ın (s.a.v.), bu hadisteki 'O Cebrail'di, size dininizi öğretmeye geldi' ifadesi çok önemlidir.
Acaba birkaç soru ve bunlara verilen bu kadar kısa cevaplarla din nasıl öğretilebilir?
Bu durum hadisin mana ve ehemmiyetini daha da artırmaktadır.
Özetle ifade edersek:
-'İslam nedir?' suali ve verilen cevap, İslam'ın ibadet ve muamelat, yani amelî yönünü, yani fıkhın sahasını ve fıkıh ilmini anlatır.
-'İman nedir?' suali ve verilen cevap, İslam'ın iman yani akaid sahasını ve bu ilmi ifade eder.
-'İhsan nedir?' sualine verilen cevap ise İslam'ın takva, zühd, ihlas ve yakîn cihetini anlatır. Bu sahanın da tasavvuf sahası olduğu malumdur.
İşte Cibril Hadisinden hareketle ortaya çıkan bu üç temel saha İslam'ın bütününü anlatmaktadır. Bu da daha evvelce de ifade ettiğimiz gibi, bütün mezhep ve meşreplerin çatısı mesabesindeki Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat yoluyla temsil olunur.
II- EHL-İ SÜNNET'İ OLUŞTURAN MEZHEP VE MEŞREPLER
1- Ehl-i Sünnet İçindeki Mezhepler
Ehl-i Sünnet bünyesinde edille-yi şeriyye kaynaklı olarak zuhur eden mezhepler kendi arasında ikiye ayrılır:
'İtikadî mezhepler' ve 'Amelî mezhepler.'
İtikadî Mezhepler:
İtikadda üç mezhep vardır:
Hasan el-Eş'arî'nin imamlığındaki 'Eş'arîlik',
Muhammed Maturûdî'nin imamlığındaki 'Maturûdîlik.'
Ve İslam'ın ilk dönemlerinde yaşayan selef-i salihînin, yani Sahabe, Tabiîn ve Tebeitabiîn neslinin ve bunlara uyanların itikadî konularda her türlü yorum ve tevile kapalı olan yolu; Ahmed b. Hanbel'in temsil ettiği 'Selefîlik'
Ancak bugün Selefîliğin mensupları azdan da azdır. Ve yine günümüzde adına 'Yeni Selefîlik' denen akım, İslam'ın ilk dönemlerindeki Selefiye itikadıyla aynı şey değildir. Bu yeni akım, bidat görüşlerden olan Vehhabiliğin bir versiyonu mahiyetindedir. Mensupları da mezhepsizliği yol edinerek, ayetleri akıllarıyla (kendi reyleriyle) yorumlayıp İslam'ı teröre bulaştırmışlardır. Biz Selefiliği Ehl-i Sünnet içinde gösterirken, teslimiyet ifade eden, her türlü yoruma kapalı, selef-i salihînin pak ve temiz itikadını kast ediyoruz.
Amelî Mezhepler:
Ehl-i Sünnet çatısı altındaki amelî mezhepler dörttür:
- İmam Azam Ebu Hanife'nin imamlığındaki 'Hanefîlik',
- İmam Şafî'nin imamlığındaki 'Şafîlik',
- İmam Malik'in imamlığındaki 'Malikîlik',
- İmam Ahmed b. Hanbel'in imamlığındaki 'Hanbelîlik'
Ehl-i Sünnet mensupları daha ziyade bu dört mezhep etrafında toplanmışlardır.
Süfyan-ı Sevrî, Evzaî, Davud ez- Zahirî gibi müçtehit ve fakihlerin yolları da haktır. Bugün bilinen ve tatbik edilen dört hak mezhep olması, bu müçtehitlerin yollarının hak olmasına engel değildir. Ancak bunların yolları geniş kitlelerden taraftar bularak yaşatılmadığı için, günümüzde bir mezhep olarak anılmamaktadır.
Şunu da belirtelim:
Hiçbir mezhep imamı 'Ben bir mezhep kuruyorum, gelin siz de bu mezhebe katılın' diyerek harekete geçmemiştir. Onlar Kitap ve Sünnet ekseninde içtihatta bulunup kendilerine müracaat eden Müslümanların meselelerine çözümler getirdikçe, o Müslümanlar da onların etrafında kümelenmiş ve böylece zaman içerisinde kendiliğinden gelişen bir süreç olarak, bu imamlara nispet edilen mezhepler teşekkül etmiştir. Yani mezhepler, İslam fıkhının açılımı ve detaylandırılmasından meydana gelen İslamî hukuk mektepleridir; dolayısıyla İslam'da bir bölünme parçalanma değil, bilakis zenginlik ve rahmet sebebidir.
2- Meşrepler (Tasavvufi Mektepler, Terbiye Okulları)
Asr-ı Saadet'te ve onu müteakiben Sahabe ve Tabiîn dönemlerinde 'zühd ve takva hayatı' denen İslam'ın azimet yolunu benimseyenler, daha sonraları sufiler veya ehl-i tasavvuf diye anılır olmuşlardır. Meşreplerden kastımız, önce ferdî olarak başlayan, sonra mezheplerde olduğu gibi yine süreç içerisinde sistemleşip kurumsallaşan ve 'tarikat-ı aliyye' diye de adlandırılan bu nefsi terbiye yollarıdır.
Bunlar pek çoktur. Sistemleşme sürecinde bir kısmı Hz. Ebubekir'in hafi zikrini, bir kısmı da Hz. Ali'nin cehri zikrini esas almıştır. Ki onlar da nefsi terbiye metodu olan bu zikir çeşitlerini Allah Resulünden (s.a.v.) öğrenmişlerdir.
İmam Rabbaninin 534. Mektubunda belirttiği gibi, Hz. Ebubekir Sıddık Efendimiz 'kurb-ı nübüvvet' yolundan, Hz. Ali Efendimiz de 'kurb-ı velayet' yolundan Allah'a kurbiyet kesbetmişlerdir.
Netice itibariyle Hz. Ebubekir Sıddık (r.a.) yolundan hafi / sessiz zikri esas alan dört ana yol, Hz. Ali (r.a.) yolundan da cehrî / sesli zikri esas alan sekiz ana yol olmak üzere on iki tasavvufî meşrep zuhur etmiştir. Kollarıyla beraber bu meşrepler otuza yakındır ki biz bunları ilk olarak 1985'de yayınlanan 'Oluş Sırrı ve Hakka Yolculuk' adlı eserimizde anlatmış bulunuyoruz.
Teberrüken birkaçının adını zikretmekle iktifa edelim:
Abdülkadir Geylanî önderliğindeki Kadiriyye, Ahmed er- Rufaî önderliğindeki Rufaiyye, Ahmed el- Bedevî önderliğindeki Bedeviyye, İbrahim ed- Düsûkî önderliğindeki Düsûkiye, Hoca Necmüddin-i Kübra önderliğindeki Kübreviyye, Ahmed Yesevî önderliğindeki Yeseviyye, Muhammed Bahaeddin Nakşibendî önderliğindeki Nakşibendiyye, Mevlana Celaleddin Rumî önderliğindeki Mevleviyye, Hacı Bayram Veli önderliğindeki Bayramiyye, Hacı Bektaşi Veli önderliğindeki Bektaşiyye (yolunun sonradan ifsat edilmiş olması bu büyük velinin hak olan meşrebine halel getirmez) Ebu'l Hasan Ali eş-Şazelî önderliğindeki Şazeliyye, Şaban-ı Veli önderliğindeki Şabaniyye Aziz Mahmud Hüdayî önderliğindeki Celvetiyye, İmam Rabbanî Ahmed el-Farukî önderliğindeki Nakşibendiliğin bir şubesi konumunda olan Müceddidiyye… Allah hepsinden razı olsun. Bu ve adını sayamadığımız diğer yolların günümüzdeki hakiki temsilcileri istikamet üzeredirler; hizmetleri takdire şayandır. Yanlış uygulamalarla bu yollara ters düşenler ise konumuz dışındadır. Onların yanlışları bu mübarek zatları ve yollarını bağlamaz, lekeleyemez. Çünkü batıl, yanlış ölçü alınamaz.
Buraya kadar saydığımız bütün mezhep ve meşrepler Ehl-i Sünnet'i oluşturur. Hepsi de birlik beraberlik içinde, tevhid akaidi çerçevesinde hizmet etmişlerdir. Hiçbirinin edille-yi şeriyye ölçülerinden kıl payı kadar da olsa şaştığı söylenemez.
Gelecek yazımızda inşallah mezhebin zaruretini, mezheple fırkanın farkını, İslam büyüklerinin mezhep ve meşrep ehli olmaya verdikleri önemi ve bir mezhebi olmayanların neden batıla sürükleneceğini anlatmaya çalışacağız.
Allah bizleri rahmet ve hidayet yolu olan Ehl-i Sünnet'ten ayırmasın.
[1]Müslim, İman 1, 5. Ayrıca Bak: Buharî, İman 37; Tirmizî, İman 4; Ebu Davud, Sünnet 16; Neseî, Mevakıt 6.
[2] Kettanî, Nazmü'l-Mütenasır mine'l-Hadîsi'l-Mütevatir, s. 30. Bkz. Suyûtî, el-Ezharu'l-Mütenasira fî Ahbari'l-Mütevatira, s. 8.