Dünya Ekonomik Forumu (WEF), 2030 ajandasını işaret ederken “Hiçbir şeye sahip olmayacaksınız ama mutlu olacaksınız” sözünü belirtmişti. Peki bu söz ne anlama geliyor? Bu söz; mülkiyetsiz, cinsiyetsiz, milliyetsiz, kimliksiz, nakitsiz, ulusal sınırlara tabii olmayan, GDO’lu ve botokslu bir toplumun habercisidir ve sentetik ve yapay bir kuşatmanın/dizaynın ise ayak izleri/ayak sesleridir!
İşte, “karbon ayak izi” kavramı böyle ortaya çıktı. Karbon ayak izi kavramını tüm tüketim sistemlerine entegre etmeyi amaçlayan İklim Kanunu eğer Meclis’ten geçerse, karbon takibi uygulamaları icra edilerek bireysel hak ve özgürlüklere pranga vurulacak/kısıtlama getirilecek. Tüm temel hak ve hürriyetleriniz küresel sistemin tahakkümü altına girecek. Türk halkı, suni gündemler üzerinden oyalanırken, sokaklarda Pikachu’lar dolaştırılırken ABD Başkanı Donald Trump’ın göreve gelir gelmez ilk ne yaptığını hatırlayın. Paris İklim Antlaşması’ndan çekildi…
Paris İklim Antlaşması’nın bireysel özgürlüklere müdahale ayağı olan İklim Kanunu, eğer Türkiye’de Meclis’ten geçerse her şey için artık çok geç olacak. Her şeyinizi kaybedeceksiniz ve o saatten sonra mutlu olabilmeniz/eski günlerinize dönebilmeniz de mümkün olmayacak.
Tehlike geliyor!
Yeşil Sahtekârlık, ‘sözde çevreci, hümanist’ söylemlerle süslenen bir dönüşüm. Küresel sistem neyi/hangi konuları finanse ediyorsa orada bir durup düşünmek lazımdır. ‘Dünyayı kurtarmak vaadiyle’ insanlığın, fıtratın, doğal olanın, canlıların hedef alındığı bir ‘kurtarıcılık görünümlü’ işgalle karşı karşıyayız. Nihai gaye, insanlığı kontrol altına alarak, hâlihazırda zaten ulus devlet sistemi ile birlikte bireylere tahsis edilmiş olan/zaten sizin olan hak ve hürriyetlerin kademeli olarak bireylerden tekrardan geriye alınması, ardından ödül-ceza puanlaması (vatandaşlık puanlaması) çerçevesinde bireylerin puanlanarak ödüllendirilmesi ya da cezalandırılması. Birey, bir QR koda dönüştürülmek isteniyor…
Çocuklarımıza/nesillerimize bırakacağımız geleceğe bir bakın: Mülkiyetin ortadan kaldırıldığı bir dünya… Her şeyin kiralandığı bir d/üzen! Nesillerin hiçbir şeye sahip olmadığı ama yine de mutlu olacağı yer ise gerçek/fiziksel bir dünya değil; sanal evren (Metaverse) dünyası! Dünyanın bile yapayı/sentetik hâli planlanmış/yapılıyor. Bireysel hakların ‘karbon ayak izi’ bahanesiyle puanlandığı bir gelecek, dijital bir tahakküm/dijital bir kuşatmadır.
Sosyal düzen yerle bir edilmek üzere
Tüketim toplumuna bir eleştiri bahanesiyle ‘çevreci/hümanist’ söylemler ile bireysel özgürlükler hedef alınıyor/bunu hedef alanlar ise ‘gelecek nesillerin daha sürdürülebilir bir dünyada yaşaması’ yalanının ardına sığınıyor. Bu sürdürülebilir gelecek nesillerinizi süründürecek bir gelecektir. Nakitsiz, mülkiyetsiz ve cinsiyetsiz bir geleceğin inşasında, birey değil, merkezî sistemler mutlak otorite/hâkim olmanın peşinde. Ne âlâ, ödül verirlerse hâlihazırda zaten şu anda sizin olan hak ve özgürlükler dijital kartınıza tanımlanacak/şu an olduğu gibi özgürce tüketim yapabileceksiniz. Ancak ceza verirlerse her anlamda/her alanda kısıtlanacaksınız.
İnsanlığın binlerce yılda kurduğu sosyal, kültürel ve ekonomik denge Paris İklim Antlaşması ile, karbon ayak izi tuzağı ile, İklim Kanunu ile yerle bir edilmek isteniyor. ‘Karbon ayak izi’ kavramı üzerinden geliştirilen puanlama sistemleriyle, bireysel davranışlar takip edilecek ve bu veriler aracılığıyla ödül-ceza mekânizmaları kurulacak. Isınmadan ulaşıma, tüketimden seyahate her alandaki davranışlarınız puanlanabilir hâle getirilecek. Sıradan bir vatandaşın tercihleri/tüketim özgürlüğü, tercihiyle değil küresel algoritmalarla şekillenecek. Yani özetle 100’de 100 kontrol edileceksiniz. Çünkü nakitsiz toplum projesi ile nakit ortadan kaldırıldığında QR kart ödemesi (temassız ödemeler) dışında hiçbir türlü ödeme yapamayacak ve sistem her davranışınızı/tüketiminizi bu yolla kontrol altında tutmuş olacak. Tehlike büyük!
Paris İklim Antlaşması’ndan çekilmeliyiz!
Bu sistemin mihenk taşı Paris İklim Antlaşması’dır. Paris İklim Antlaşması yalnızca karbon ayak izi uygulamalarıyla bireysel sınırlamalar getirmeyecek. Gelişmekte olan ülkelere vurduğu pranga ile hedef ülkenin sanayisinin çöküşüne de neden olabilecek tehlikede dayatmalar içermektedir. Emisyonu düşürme hedefi bahanesiyle, gelişmekte olan ülkelerin üretim gücünü kırarken; gelişmiş ülkelerin mevcut gücünü koruma politikasına hizmet ediyor. Trump yönetiminin göreve gelir gelmez bu fonları kesmesi, bu planın sinsi siyasi arka planına dair önemli bir ipucuydu. Ne kadar okuyabildik?
Yeni nesil gıda mühendisliğinde mönüde ne var?
“İnsan ne yerse odur.” Ludwig Feuerbach’ın bu sözü, bugün karşımıza çıkan yeni nesil gıda politikaları karşısında daha da anlam kazanıyor. Gündemin arka planında sessiz ama derin bir tehdit yükseliyor: yeni nesil gıda mühendisliği…
3D yazıcılarla üretilen hücre bazlı etler, sentetik proteinler, GDO’lu sebzeler ve böcek bazlı yapay protein kaynakları hızla teşvik edilirken, Ata tohumları ve geleneksel tarım ve hayvancılık uygulamaları ise sistematik şekilde itibarsızlaştırılıyor/karalanıyor/suçlu ilan ediliyor.
Oysa Kur’an-ı Kerim’de açıkça buyrulmaktadır: “Bir kısmına binesiniz, bir kısmının da etinden yiyesiniz diye hayvanları sizin için var eden Allah’tır.” (Mü’min Suresi, 79). Bu ilahi dengeyi/düzeni/nizamı bozmak isteyen sen/tetikçi akıl, yalnızca tabiatı değil, insanın ve tüm canlıların fıtratını da hedef almaktadır!
“Karbon suçlusu” ilan edilen tarım ve hayvancılık, iklim bahanesiyle baskı altına alınırken, gıda zincirinin dijitalleşmesi; tıpkı finansal sistemlerde olduğu gibi, kontrolün merkezi güçlere devrini sağlıyor. Küresel tarım kartelleri ve yapay et lobisi, geleceğin mönüsünü sen/tetik laboratuvarlarda yazarken, halkın doğal gıdaya erişim hakkı ise bilinçli biçimde daraltılıyor/engelleniyor/kısıtlanıyor.
Sonuç Yerine
Bugün planlanan şey sözde bir kriz adı altında, sözde iklim krizi adı altında gelmektedir. Sadece bireysel davranışların kısıtlanması söz konusu değil; kültürü, kimliği, hafızayı, gelenek ve görenekleri ve özgürlüğü de dönüştürmektir. Mülkiyetsiz, cinsiyetsiz, milliyetsiz, kimliksiz, nakitsiz, ulusal sınırlara tabii olmayan, GDO’lu ve botokslu bir toplum dizayn ediliyor, yapay bir gelecek tasarlanıyor. Ulus devletlerin bireylere sunduğu temel haklar, küresel yapılarca ‘yeniden tanımlanmak’ adı altında geri alınmak isteniyor. Haklar artık doğuştan gelen değil, davranışa bağlı olarak dağıtılan birer ayrıcalığa dönüştürülmek isteniyor.
Suni gündemlerle oyalanan kamuoyu ise bu derin dönüşümün farkında değil. Oysa dijital bir otoritenin gölgesi çoktan üzerimize düştü. Çevreci, hümanist söylemlerle, dünyayı kurtarma vaadiyle masumlaştırılan bu projeler, aslında dijital kontrol düzeninin taktığı bir maskedir. Bu maskenin düşürülmesi için toplumsal bir uyanış ve silkeleniş şarttır.
Bu yüzden ‘Yeşil Sahtekârlık’ ifadesi toplumsal bir uyarıdır. Gündem çevre değil, gündem iklim değil, gündem doğa değil, gündem gelecek nesillerin özgürlüğüdür! Dünyayı/doğayı koruma bahanesiyle insanın doğasına müdahale edilmek istenmekte, fıtrat hedef alınmaktadır. Sorulması gereken soru artık şudur: Sözde yeşil bir gelecek mi, yoksa yeşil renge boyanmış bir sahtekârlık/dijital bir distopya mı istenmektedir?