“Kuran’ı Anlamak İstemeyenler” başlıklı bir evvelki yazımızda, yüce dinimize, mukaddesatımıza yönelik tahrif ve tahrip hareketlerinin daha ziyade dış kaynaklı olduğunu, birtakım kanallar vasıtasıyla Türkiye’ye sızdığını; batılı müsteşriklerin, siyasî ve askerî faaliyetlerle koordineli bir şekilde dinî ve kültürel işgal planları yürüttüklerini anlatmıştık.
'Kuran'ı Anlamak İstemeyenler' başlıklı bir evvelki yazımızda, yüce dinimize, mukaddesatımıza yönelik tahrif ve tahrip hareketlerinin daha ziyade dış kaynaklı olduğunu, birtakım kanallar vasıtasıyla Türkiye'ye sızdığını; batılı müsteşriklerin, siyasî ve askerî faaliyetlerle koordineli bir şekilde dinî ve kültürel işgal planları yürüttüklerini anlatmıştık.
Müsteşriklerin yürüttükleri bu dinî ve kültürel işgal faaliyetlerine iki de örnek vermiştik. Bunlardan biri İngilizler eliyle Hindistan'da Gulam Ahmed öncülüğünde başlayan, sünnet ve hadisler üzerinden Hz. Peygamberin (s.a.v.) dışlanması anlamına gelen, Hindistan'dan Mısır'a, Mısır'dan da 'Kuran bize yeter' sloganıyla Türkiye'ye sıçrayan Kurancılık ideolojisi idi.
Diğeri de benzer bir şekilde sünnet ve hadisler üzerinde şüphe ve şaibe oluşturmayı hedefleyen Macar Yahudilerinden Goldziher ve Alman Yahudilerinden Schacht'tın başını çektiği proje idi. Bu projelerin Türkiye'ye nasıl taşındığını anlatacağımızı vadetmiştik.
Bu yazımızda bu konuya giriş sadedinde genel bir çerçeve çizmeye, tabiri caizse bir yol haritası çıkarmaya çalışacağız. Müteakip yazılarımızda da inşallah çizdiğimiz bu çerçevenin içini müdellel bir şekilde dolduracağız.
Bu konuda teşhis ve tespitle iktifayı yeterli bulmuyoruz. Teşhis ve tespit, tahrifatçıların tanıtılması hususunda büyük bir hizmet olmakla birlikte, ilmî bir alt yapısı olmayan insanımızı menfi tesirlerden korumak adına, söz konusu tahrifatçıların nerede hangi yanlışı yaptıklarını kısa da olsa izah etmeyi de zaruri görüyoruz. Bu niyet ve gayretimiz, onlara daha geniş cevap vermek isteyenlere de bir saha açacaktır diye ümit ediyoruz.
Dikkat edilirse son zamanlarda yaşanan hadiselere bağlı olarak insanımızın zihninde ve dilinde şöyle bir soru ve endişe peyda olmuş durumdadır:
'Bu hocalara, ilahiyatçılara ne oluyor? Niçin bunlar 14 asırdır bilinen gerçekleri ters yüz etmeye çalışıyorlar? Neden her kafadan bir ses çıkıyor? Neden hemen her gün ot biter gibi sağdan soldan, doğudan batıdan çıkan birileri sürekli olarak dinî değerlerimize saldırıyor? Bu işin sonu nereye varacak?'
Evet, insanımız ciddi endişe içindedir.
Elbette ki istikameti düzgün, güzide ilim adamlarımızı, onların Allah için olan gayretlerini takdir ediyor ve kendilerini burada bahsettiğimiz türden ilahiyatçı – hoca takımından tenzih ediyoruz.
Tahrifatçıların Türkiye'ye sızma kanallarını müdellel bir şekilde anlattığımızda 'Bu hocalara (!) ne oluyor?' sorusu da cevabını bulmuş olacak; bunun kendiliğinden gelişen doğal bir süreç olmadığı anlaşılacaktır.
I- ÖNEMLİ İKİ HUSUS
Şu iki hususun altını önemle çizmek isteriz:
Bir: Bu sahadaki yazılarımız tamamen delile ve kaynaklara dayalı olacaktır. Bizim hiç kimseyle şahsî bir husumetimiz yahut alıp veremediğimiz yoktur. Endişemiz yüce dinimizin asliyet ve safiyetinin; tabiatıyla da ebedi hayatımızın korunmasıdır. Konular incelenirken, daima bahsi geçen şahısların sözleri, yazıları, kitapları ve faaliyetleri esas alınacaktır. Asla itham, iftira, karalama, yalan, saptırma ve haksızlığa başvurulmayacaktır. Meseleler ilmî ve fikrî çerçevede değerlendirilecektir.
İki: Bu konuları mütalaa ederken sık kullanacağımız bazı kavramları da kısaca tanımlamak isteriz:
Tahrif, bir metin üzerinde ise kalemle aslını değiştirme; anlatımda ise bilerek yanlış aktarma, değiştirme, bozma demektir. Bunu yapana tahrifatçı denir.
Tahrip kırıp dökmek, harap etmek, zarar vermek, yıkmak demektir.
Reform, ıslah etmek, bozulmuş bir şeyi düzelterek eski doğru haline getirmek demektir.
Dinde reform, dinde köklü bir değişikliğe gitmektir. İslam bozulmadığına, bozulmayacağına göre, (haşa) bozuk kabul edip ıslah etmeye çalışmanın onu bozmak ve yıkmak olacağı açıktır.
Oryantalist veya müsteşrik kitabî bir tanım olarak din, dil, bilim, düşünce, sanat, tarih gibi alanlarda Doğu dünyasını inceleyen; Doğu hakkında değer yargıları üreten Batılı ilim adamı demektir. Maksatları ilmî faaliyet kisvesi altında İslam ve Müslümanlarla mücadele etmektir.
II- DİN TAHRİPÇİLERİNİN TÜRKİYE'YE SIZDIĞI KANALLAR
Din tahripçilerinin Türkiye'ye sızdığı başlıca kanallar şunlardır:
1- Bir önceki yazıda anlatılan ve bu yazının başında özetlenen Hindistan – Mısır - Türkiye hattı
2- Avrupa - Türkiye hattı
Sünnet - hadis dışlayıcılığı yahut inkarcılığı ve tarihselcilik üzerinden faaliyet gösteren, başını Goldziher ve Schacht'tın çektiği bu hattan da aynı şekilde bahsetmiştik. Bu projenin ilk olarak Fazlurrahman tarafından sahiplenildiği ve daha sonra bazı ilahiyatçılar tarafından Türkiye'ye taşındığı bilinmektedir. Bunlar arasında en etkili olan da Mehmet Görmez ve yardımcısı M. Emin Özafşar'dır. Görmez'in kitap isimleri bile Fazlurrahman'ınkilere bire bir benzemektedir. Bu husus yeri gelince ortaya konacaktır. Mustafa Öztürk, Mustafa İslamoğlu, Mehmet Okuyan, Caner Taslaman, İsrafil Balcı burada isimleri sayılabilecek diğer bazı kişilerdendir. Bunlar ve sebep oldukları tahrifatlar da yeri geldiğinde gündem edilecektir.
Burada yeri gelmişken, bu hattan gelen bir saldırı olarak İtalyan müsteşrik Leone Caetani'nin 'İslam Tarihi' adıyla Türkçeye çevrilen bir kitabında İslam'a ve Hz. Peygambere (s.a.v.) pek çok iftira attığını, bu iftiralara Büyük İslam Tarihi yazarı merhum Asım Köksal Hocanın 'Caetani'ye Reddiye' adındaki eseriyle cevap verdiğini de eklemek isteriz.
3- İkinci Mısır - Türkiye hattı
Bu da yine geçen yazımızda bahsettiğimi masonluğu tescilli, 'Üç Sarıklı Şövalye' diye bilinen C. Afgani, M. Abduh ve R. Rıza'dan gelen hattır. Bunlardan C. Afgani'nin, Renan denen Fransız müsteşrikle beraber çalıştığı, mesela onunla birlikte bir dergi çıkardığı bilinmektedir.
'Üç Sarıklı Şövalye' diye bilinen tahrifatçıların görüşleri maalesef Türkiye'de taraftar bulup tefsirlere kadar girmiştir. Mesela komisyon başkanının Hayreddin Karaman olduğu Kuran Yolu Tefsiri ve yine Süleyman Ateş'in 'Kuran-ı Kerim Tefsiri' adlı tefsiri buna örnektir. Hatta Süleyman Ateş, Yahudi ve Hıristiyanların da cennete girebileceği fikrini gayet yüksek perdeden seslendirmiş; bunun için 'Cennet Kimsenin Tekelinde Değildir' diye makale bile yazmıştır. Ona cevap ise 'Cennet Müminlerin Tekelindedir' başlıklı makaleyle merhum Haydar Hatipoğlu'ndan gelmiştir.
Mısırlı bu tahrifatçılardan gelen etkiye bir misal de Mustafa İslamoğlu'nun M. Abduh'un Menar Tefsirine olan hayranlığıdır. İslamoğlu bu sözde tefsiri muteber bir kaynak kabul edip göklere çıkarmaktadır. Yine o, İslam'a birçok noktada iftira atan, pek çok tahrifata imza atan İranlı Şii Ali Şeriati'yi de üstad kabul etmektedir.
Mısır'da masonluğu tescilli bu üç öncü tahrifatçıdan sonra, otuz kadar daha tahrifatçı zuhur etmiş, onlara da merhum Ahmed Davudoğlu 'Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri' adlı kitabıyla cevap vermiştir.
Bu Mısır - Türkiye hattında daha sonra ortaya çıkan bir tahrifatçı da Ebu Zeyd'dir. Kuran'ın Allah kelamı olduğu hususunu tartışmaya açan görüşleriyle bilinen bu zındık da ne yazık ki Türkiye'de birçok kişiye tesir etmiştir. Onun 'İlahi Hitabın Tabiatı' adlı kitabını Türkçeye tercüme eden, Eski İstanbul Müftüsü M. Emin Maşalı olmuştur.
Ebu Zeyd'in fikirleri, katıldığı çeşitli programlarda Eski Diyanet İşleri Başkanı ve halen KURAMER'in başındaki kişi olan Ali Bardakoğlu tarafından da desteklenmiştir. Keza Frankfurt İlahiyatın başına Ali Bardakoğlu ve yardımcısı Mehmet Görmez tarafından tayin edilen Ömer Özsoy'un da Ebu Zeyd'in görüşlerini desteklediği bilinmektedir. Bu hususlara ilerleyen yazılarımızda daha detaylı girilecektir.
4- Arabistan - Türkiye hattı
Osmanlının son döneminde Arabistan'da zuhur eden Vehhabilik cereyanının Ehl-i Sünnet itikadına ters düşen telakki ve görüşleri de maalesef Türkiye'deki tahrif ve tahribatın önemli kanallarından biridir.
Sonradan Müslüman olduğunu söyleyerek Muhammed Esed adını kullanmaya başlayan, Yahudi asıllı Leopold Weıss, 'Kuran Mesajı' adlı bir meal - tefsir yazarak çok sayıda ayet-i kerimeyi bağlamından çıkarmış ve kötü bir örnek teşkil etmiştir. Tefsir adı verilen bu yıkım projesinin detaylarını da daha sonra anlatacağız. Şimdilik şu kadarını belirtelim ki M. Esed'in Kuran Mesajı adlı bu tahrifat kumkuması, Türkiye'deki tahrifatçıların önde gelenlerinden Mustafa İslamoğlu'nun 'Hayat Kitabı Kur'an' adlı sözde tefsirine kaynak teşkil etmiştir. Keza İhsan Eliaçık'ın 'Yaşayan Kur'an' adlı meal tefsirinde de M. Esed'in etkisi hakimdir.
5- Avrupa – Vatikan - Türkiye hattı
Misyonerlik faaliyetlerine paralel olarak Vatikan'ın tezgahladığı, 1962 - 65 yılları arasında projelendirilen dinlerarası diyalog bu hatta gelişmiştir. Bu da Türkiye'de önemli bir tahrifat kanalıdır.
Melanetleri ve Türkiye'nin başına açtığı belalarla son dönemde milletçe mücadele ettiğimiz F. Gülen ve avanesi; bir dönem Diyanetten Sorumlu Devlet Bakanlığı yapan ve F. Gülen grubunun organize ettiği sayısız toplantıya katılan Mehmet Aydın; 'dinlerarası diyalog' yerine 'kainat kitabında diyalog' diyerek aynı minval üzere görüşler seslendiren Abdulaziz Bayındır burada isimleri sayılabilecek kişiler arasındadır.
Vatikan dinlerarası diyalog projesini Türkiye'ye büyük ölçüde Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi üzerinden servis etmiştir. Bu fakültedeki tahrifatçı yapılanma Ankara Okulu olarak ortaya çıkmıştır.
Açıkça İslam'da reform fikrini seslendiren Hüseyin Atay, Ankara Okulunun önde gelen isimlerindendir. 46 maddede İslam'da reform isteyen bir çalışması vardır; ileride açılacaktır.
Onun tesiriyle yetişen Yaşar Nuri Öztürk, belli bir dönem, dinlerarası diyalogu servis eden bir kuruluş olan Moon Tarikatının Türkiye temsilcisi olduğunu bizzat kendisi ifade etmiştir. Keza kendi reyine göre 22 ciltlik tefsir yazan Bayraktar Bayraklı da Ankara Okulundan Hüseyin Atay vasıtasıyla yetişenler arasındadır.
Ankara Okulunun önde gelen bir başka mensubu da bazı ayet ve surelerin Kuran'dan çıkarılmasını isteyen İlhami Güler'dir.
Görüşleri Diyanet'e hakim olan daha birçok şahsın bu ekolden olduğu bilinmektedir; bunları da ilerleyen haftalarda açacağız.
Burada bu Ankara İlahiyatın hangi sebeple kurulduğunu birinci ağızdan anlatan çok ibretlik bir anekdota yer vermek isterim.
Pek kıymetli hocamız ve dostumuz Prof. Ramazan Ayvallı'nın, geçtiğimiz günlerde misafirimiz olarak katıldığı bir toplantıda[1] verdiği ve birinci şahıs olarak bizzat şahit olduğu bilgiye göre, Eski Milli Eğitim Bakanlarından Hasan Tahsin Banguoğlu, 1 Mayıs 1968'de Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinin Konferans Salonunda fakülte öğrencilerine bir konferans vermiş. Ve aynen şunları söylemiş:
'Biz 1949'da bu fakülteyi İslamiyet'i mihraptan vurmak için açmıştık. Fakat ben tevbe ettim. Büyük bir memnuniyetle görüyorum ki sizin gibi çarktan kurtulan gençler de yetişmiş...'
Ramazan Hoca, konuşmasının devamında buradaki hocaların namaz kılmadıklarını, oruç tutmadıklarını, dahası İslamiyet'e sövdüklerini anlatıyor. Hatta merhum Esad Coşan Hocaefendi, aynı fakültede, hocaların içki içmediği için kendisiyle alay ettiklerini ve 'Paran yoksa biz ısmarlayalım!' dediklerini Ramazan Hocaya bizzat kendisi anlatmış. Muhterem okuyucularımıza içinden küçük bir kesit verdiğimiz Ramazan Hocamızın bu sohbetini yazının altındaki linkten dinlemelerini tavsiye ederiz.
Ankara İlahiyata 1958'de öğrenci olarak giren ve o günden bu güne atmış küsur yıldır orada faaliyet gösteren, Mehmet Görmez'in de tez hocası olan M. Said Hatipoğlu da ilerleyen yazılarımızda kendisinden bahsedeceğimiz isimlerden biri olacaktır. Ki bu şahıs, birçok oryantalistin, özellikle de Goldziher'in tesiri altında kalmış, dine tenkit gözüyle bakmayı bir metod olarak benimsemiş, zamanın kabul ve şartlarına göre yeni bir din anlayışı ortaya koymak gerektiğini savunan bir kişidir.
6- ABD - Türkiye hattı
ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesinin dinî ve kültürel ayağı olan Ilımlı İslam projesi de Türkiye'ye taşınan tahrif hareketlerinden biridir. Birçok ilahiyatçı bu projenin etkisinde kalmış, bilerek veya bilmeyerek buna hizmet etmiş ve etmektedir. İnşallah bunu da açacağız.
7- Özellikle sünnet ve hadislerin devre dışı bırakılmasında etkin bir rol oynayan Rusya kökenli Musa Carullah da Türkiye'ye taşınan tahrif hareketlerinde başlı başına bir hat sayılabilir. Carullah'ın özellikle M. Görmez üzerinde etkili olduğu bilinmektedir.
SONUÇ
Ana hatlarıyla çizmeye çalıştığımız bu çerçeve içinde bütün mukaddesatımız bir tahrif ve tahrip bombardımanına maruz kalmış durumdadır.
Çizdiğimiz bu çerçeve, önceki satırlarda da ifade ettiğimiz gibi aynı zamanda bundan sonraki yazılarımızın yol haritası olacaktır.
Maksadımız, ortaya koyduğumuz prensiplere sadık kalarak bu çerçeveyi doldurmak, yüce dinimize ve necip milletimize yönelen bu tehlikenin ortadan kalkmasına hizmet etmektir. Duamız ve temennimiz, felaket halini alan bu yanlışlara şu veya bu şekilde bulaşanların bundan vazgeçmeleri, telafi yolları aramaları, Allah'a tevbe edip milletten de özür dilemeleridir.
[1] https://youtu.be/PjfRfP3KO_8