Bitmeyen Sorun: Kıbrıs
1571’de Lala Mustafa Paşa’nın fethi ile Osmanlı hâkimiyeti altına giren Kıbrıs, Osmanlı’nın çekilmesinden sonra hemen her platform da sonuna getirilen “sorun” kelimesiyle birlikte anılır durumda. Tarihsel süreç içerisinde yaşanan birçok olay meseleyi daha da içinden çıkılmaz bir duruma getirdi. Ve yaklaşık 60 yıldır devam eden BM merkezli çözüm çabaları hiçbir nitelikli bir sonuca ulaşılamadı.
Çok yıldan beri ilgimi çeken bir konudur Kıbrıs. Binlerce yıllık devlet geleneği içerisinde yeni bir cüz olan Cumhuriyet döneminde ki en büyük meydan okumalardan biri olarak görmüşümdür Kıbrıs Barış Harekâtını, her ne kadar altını doldurma noktasında çok başarılı olamasak da. O tarihlerde bugüne nazaran daha zayıf diyebileceğimiz bir konumda olan ülkemiz, birçok dünya gücünü karşısına almak suretiyle harekâtı düzenlemiş ve sonrasında bağımsızlık ilanını ortaya koymuştur. Ayrıca Kıbrıs’ta atılan adımlar beklide Karlofça Antlaşmasında bu güne kadar gelen kaybedilen toprakları geri alma siyaseti içerisinde Kurtuluş Savaşı dönemini dışında ki ender adımlardan biridir. Yine Misak-ı Millî’de yer alıp dışarıda kalan topraklardan Hatay dışındaki tek kazanımdır Kıbrıs. İşte bu ve benzeri düşünceler bu mevzunun önemi noktasında dikkatleri celp etmelidir. Zira devletler sözü yerde kalmadığı müddetçe güçlü olurlar. Şurası bir gerçek ki bu büyük meydan okuma aradan geçen on yıllar boyunca ne yazık ki iyi idare edilememiştir.
Tarihsel süreç içerisinde yeniden ele alınabilecek ya da eleştirilebilecek çok husus bulunmaktadır. Mesela KKTC’nin bağımsızlık ilanı bu noktada değerlendirmeye açık bir durum konumunda. 1983’den bugüne Türkiye dışında hiçbir ülke KKTC’yi resmen tanımadı. Ayrıca ne KKTC’nin tanınmaya çalışmak ne de Türkiye’nin KKTC’nin tanıtılması noktasında, bağımsızlık ilanının hemen akabinde devrin Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in bazı Müslüman ülkelere gönderdiği mektupları dışında, çok fazla bir gayreti olmadı. Elbette ki bu süreçte birçok kazanım elde edildi fakat bugünden baktığımızda belki de federe devlet olarak devam edilseydi ticaret, ulaşım, spor, kültür gibi birçok ambargo altında yaşayan Kıbrıslı Türkler en azından bu engelleri yaşamayabilirdi. Ya da diğer ihtimal bağımsızlık tanıtılmaya çalışılsaydı, belki de bugün KKTC uluslar arası sistemde daha fazla yer alan bir konumda olabilirdi.
BM merkezli devam eden müzakere süreci Kıbrıs’ın her daim ilk gündemi olagelmiştir. Defalarca kez oturulan masadan müspet olarak sürecin nihayetlenmesiyle ilgili hemen hiçbir sonuç alınamıyor. En çok çözüme yaklaşılan Annan Planında olanlar da halen hafızalarımızda yer almakta. Rumların, dünyadan güçlü bir baskı görmedikçe ya da Türkiye’nin dünya devletleri muvazenesinde her manada daha da güçlenerek bu süreci ele alması durumu oluşmadıkça bizim isteklerimizi de içeren bir çözüme evet demeyecekleri ortada. Çözümsüzlüğün çözüm olduğu mevcut statüko muhtemelen uzun bir süre daha devam edecek.
Bu noktada akıllara gelen ilk konu KKTC çatısı altında ekonomik gelişmelere hız vererek Kıbrıslı Türklerin refah seviyelerini yükseltmeye gayret göstermek olmalı kanaatindeyim. Zira kısa vadede BM’nin ortaya koyduğu parametreler içerisinde çözüm imkânsız görünüyor. Bir B planı olarak değerlendirebileceğimiz ihtimaller olan KKTC’nin tanıtılmaya çalışılması, hukuki seviyesinin yükseltilmeye gayret gösterilmesi ise masaya gelemiyor. Bu noktada gelecek süreç nasıl olursa olsun, önemli olan KKTC ve içerisinde yaşayan insanların ekonomik durumlarını ve refah seviyelerini yükseltmek olacaktır.
Belki başka bir yazıda yeniden ele alacağımız KKTC’nin bugünkü durumu maalesef çok parlak değil. Neredeyse tamamen kamu merkezli olarak tesis edilen ekonomik yapılanma içerisinde KKTC sürekli sıkıntılı dönemler geçiriyor. Kıbrıs ile alakalı olarak kısa vadede en kolay yapılacak ve sonuç alınabilecek tek konu mevcut ekonomik ve kamusal yapının yeniden değerlendirilmesi olacaktır.