“İslam’ı İmha Yolunda Döşenen Taşlar” çerçevesinde en önemli olaylardan biri de, reformist maksatlarla Ankara İlahiyat’ın kurulmasıdır. Açılışının planlanması, müfredatı ve hedefleri hakkında birinci ağızlardan yapılan açıklamalar, onun daha önce yazdığımız dış kaynaklı plan ve projelerin gayesiyle paralel bir mahiyette kurulduğunu göstermektedir.
'İslam'ı İmha Yolunda Döşenen Taşlar' çerçevesinde en önemli olaylardan biri de, reformist maksatlarla Ankara İlahiyat'ın kurulmasıdır. Açılışının planlanması, müfredatı ve hedefleri hakkında birinci ağızlardan yapılan açıklamalar, onun daha önce yazdığımız dış kaynaklı plan ve projelerin gayesiyle paralel bir mahiyette kurulduğunu göstermektedir.
1930'lu yıllarda Zeytindağı'nda Misyonerler Kongresinde alınan kararı hatırlayalım: Bu toplantıda, vahiyle sabit, yegane hak din olan İslam'ın tartışma ve tenkitlere açık hale getirilmesi hedefleniyordu.
İşte bu hedef Türkiye'de kurumsal manada uygulama imkanını 1949'da açılan Ankara İlahiyat Fakültesinde bulmuş ve bu fakülte reformist, misyoner ve oryantalist odakların fikir ve görüşleri doğrultusunda bir faaliyet programı içine girmiştir. Dinde tenkitçiliğin temsilcisi olması hasebiyle görüşlerini yazılarımızda ele aldığımız M. Said Hatiboğlu da bu fakültenin önde gelen mensuplarından biridir.
I- ANKARA İLAHİYAT FAKÜLTESİ NE MAKSATLA KURULMUŞTUR?
1- Milli Şeften Hasan Ali Yücel'e Talimatlar
Bu fakülte dinî hizmet vermek maksadıyla açılmamıştır. Buradaki maksat siyasi ve ideolojiktir. Bunu fakültenin kuruluş hikayesinden anlamak mümkündür:
'Milli Şef İnönü Maarif Nazırı Hasan Ali Yücel'e İlahiyat Fakültesi kurulması için çalışmaları emrini verir.
İşte bundan sonrasını yıllar sonra Cumhuriyet'teki röportajında açıkladığı gibi Hasan Ali Yücel'den dinleyelim:
'Biz İlahiyat Fakültesi için Milli Eğitim'deki arkadaşlarla çalışmalar yapmış, kapsamlı bir din eğitimi vermek üzere programlar hazırlamıştık.
Bir gün otobüsle bir yere giderken İnönü benden İlahiyat Fakültesi çalışmalarının nasıl gittiği hakkında bilgi istedi. Ben de;
'Efendim, Bakanlık olarak bir çalışma yaptık; isterseniz size hemen takdim edeyim' diyerek çantamda olan program taslağını kendine uzattım.
Bir müddet taslağı inceleyen Milli Şef, sonra kağıtlardan başını kaldırıp kaşlarını çatarak,
'Olmamış efendim olmamış! Ne bu? Usul-i Tefsir, Usul-i Hadis, Kelam, Arapça Metin, Arapça Sarf, Nahiv, Osmanlıca… Olmaz böyle olmaz.!' dedi.
Sonra sertçe:
'Kaleminizi çıkarın, not alınız. İşlenecek dersler: Felsefe, Psikoloji, Tarih, Sosyoloji, İngilizce veya Fransızca.'
'Aman efendim! Adı üzerinde burası İlahiyat Fakültesi ve halkın din adamı beklentisi var. Felsefe, Mantık, Sosyoloji mi öğreteceğiz sadece?' diye atıldım der.
İnönü:
'Hayır, elbette sadece bu dersleri okutmayacağız. Bunların önüne birer din kelimesi koyun, bu dersleri öyle okutunuz. Din Felsefesi, Din Psikolojisi, Din Sosyolojisi, İslam Tarihi, İslam Hukuku Tarihi gibi…'
İşte 1949 yılında açılan Ankara İlahiyat Fakültesi böyle, bu derslerle açıldı.
Bu okulun birincil açılma nedeni; toplumda o dönem büyük ihtiyaç olan din adamı yetiştirmek gayesi değil, müsteşriklerin 150 yıldır yaptıkları çalışmalara uygun dilleri kullanan, ünvanlı din adamı yetiştirmekti.
Buranın kadrosu o dönem ceberut dinî baskı döneminin alt yapısını uyarlayan genelde hukukçu profesörlerdi.
Ve hemen hemen istisnasız büyük bir ekseriyeti masondu.
Müsteşrikler, Mısır ve Hindistan'da etkili olmuşlar ama Osmanlı padişahlarının tavizsiz tutumları nedeniyle Osmanlı hinterlandında çok etkili olamamışlardı.
Ama Mısır'da herkesin malumu olduğu gibi C. Efgani ve M. Abduh, Hindistan tarafında ise Seyyit Ahmed Han ve Fazlurrahman, modernist /reformist akımın öncüsü olmuşlardı.
Yeni Türkiye'yi kuran kadro önce dini toplum hayatından çok, pozitivist bir yaklaşımla yok etmek için çalışmış, ama insan fıtratının buna izin vermediği tezinin tarihi gerçekliği bu coğrafyada da vaki olmuş ve yok edilememiştir.
Yok edemiyorsan, tahrif edersin…
… Kendilerinden öncekilerden zerre kadar farkı olmayan Bayar'ın da aynı şekilde bu okulları devam ettirmesi sonucu, Türkiye İslami ilim çevrelerinde 'Ankara Ekolu / Okulu' denilen modernist / reformist bir akım ortaya çıktı.
Bunlar dinî menşeli ilk Profesörleri yetiştiren okul olduğu için, İslam Enstitülerinin ve sonrası açılan İlahiyat Fakültelerinin en doğal yöneticileri oldu.
Tabi, Diyanet İşleri Başkanlıkları da işte bu okullardan mezun olan Prof. titrli insanlara tevdi edildi.
Prof. Süleyman Ateş sonrası gelen DİB başkanlarından ikisi hariç hepsi bu okuldan mezundur.
Bu okulun yıllık ders programını herkes internetten inceleyebilir.
Temel İslami bilimlerin kaç saat öğretildiğini, toplam kaç saat Kuran, Arapça, Fıkıh, Hadis, Kelam, Siyer gibi dersleri aldıklarını rahatlıkla inceleyebilirler.
Yüksek İslam Enstitüleri İmam-Hatip Lisesi mezunlarını aldığı halde, Ankara İlahiyat 80'li, yıllara kadar sadece lise mezunu almıştır.
Hayatında hiç Kuran ve Arapça dersi almamış birinin 4 yıllık eğitimde bu derslerden biri için aldığı toplam saat 112 saat.
%30 devamsızlık hakkını kullandığını da varsayarsak, 80 saat Kuran dersiyle Vaiz / Vaize, Müftü, Kuran öğreticisi olarak tayin edildiler bunlar.
Bunların 4 yılda gördüğü toplam İslami İlimleri; Doğu'daki Hızan, Tillo, Harran'da mele yetiştiren medreseler, burun kıvırdıkları İsmailağa ve Süleymancı Kuran Kurslarının daha yeni başlayan talebeleri 6 ayda alıyor.
Tekamüllerini geçtim.
Bazı istisnaları olmak kaydıyla; Ankara İlahiyat bu ülkenin dinî hayatını ifsat etmek amacıyla açılmış fakültedir ve bunda maalesef başarılı da olmuştur.
Ankara İlahiyat üzerine bir çalışma yapmış olan bir akademisyenin sözleriyle bitirmek istiyorum:
'Batı'da teoloji okulları bütün dinleri iyi bilen, ama aynı zamanda iyi birer hıristiyan yetiştirmek üzere kurulmuştur. Ankara İlahiyat, İslam din adamı yetiştirmek üzere değil, seküler İslam alimi yetiştirmek üzere kurulmuş gibidir.' [1]
2- CHP'li Banguoğlu'nun İtirafı
Burada tam da yeri geldiği için, 'Din Tahripçilerinin Türkiye'ye Sızdığı Kanallar' başlıklı yazımızda çok kıymetli Ramazan Ayvallı Hocamızdan aktardığımız şu bilgiyi bir kere daha hatırlatmak isteriz:
Hocamızın birinci şahıs olarak bizzat şahit olduğu bilgiye göre, Eski Milli Eğitim Bakanlarından Hasan Tahsin Banguoğlu, 1 Mayıs 1968'de Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinin Konferans Salonunda fakülte öğrencilerine bir konferans vermiş ve aynen şunları söylemiş:
'Biz 1949'da bu fakülteyi İslamiyet'i mihraptan vurmak için açmıştık. Fakat ben tevbe ettim. Büyük bir memnuniyetle görüyorum ki sizin gibi çarktan kurtulan gençler de yetişmiş...'
Ramazan Hoca, konuşmasının devamında buradaki hocaların namaz kılmadıklarını, oruç tutmadıklarını anlatıyor. Hatta merhum Esad Coşan Hocaefendi, aynı fakültede, hocaların içki içmediği için kendisiyle alay ettiklerini ve 'Paran yoksa biz ısmarlayalım!' dediklerini Ramazan Hocaya bizzat kendisi anlatmış.
II- ANKARA İLAHİYATIN VATİKAN'LA VE KİLİSE PAPAZLARIYLA MÜNASEBETLERİ
Ankara İlahiyat Fakültesi yukarıda ortaya konan kuruluş maksadı doğrultusunda Vatikan'la ve kilise mensuplarıyla yoğun fikrî ve kültürel temaslarda da bulunmuştur. Bazı örnekler aktaralım:
1- Ankara İlahiyatta Ders Veren Vatikan ve Kilise Mensupları
Hasan Erden'in 'Papazlar İslam İlahiyatçılarına Neler Yaptırıyorlar?' adlı yazısından okuyoruz:[2]
Son yıllarda papazların İlahiyat Fakültelerinde verdikleri derslerin ve bazı ilahiyatçılarımızla olan ilişkilerinin, reformist düşüncelerin belirmesinde büyük etkilerinin olabileceğini dikkatlerden uzak tutmamak gerekir. Hangi papazlar dersler vermiş, birkaç örnek sayıverelim: 1986-87 döneminde Ankara İlahiyat Fakültesi ile Vatikan Papalık Grogoriana Üniversitesi arasında ilahiyat alanında işbirliği anlaşması imzalanmış.[3] Bu anlaşmanın imzalanmasından sonra Ankara İlahiyat Fakültesinde ve sonra diğer İlahiyat Fakültelerinde papaz öğretim üyeleri ders verir olmuş. Mesela Papalıkta görevli olan Cizvit Papaz Prof. Dr. Thomas Michel, 1987-1989 yıllarında Ankara, İzmir ve Konya İlahiyat Fakültelerinde, Dinler Tarihi dersinin programı çerçevesinde 'Hıristiyan Teolojisi ve Dinine Giriş' konusunda dersler vermiş.[4] Gregoriana Üniversitesi öğretim üyesi Papaz Prof. Dr. Daniel Madigan, 22 Mart-5 Nisan 2007 tarihleri arasında Ankara İlahiyat Fakültesi'nde öğretim üyeleriyle, birlikte ders ve etütlerde bulunmuşlar.[5] Cizvit Rahip Prof. Dr. Felix Körner Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde 'Yeni Hermeneutik Kuramlar' konusunda çalışmalar yapmış, dersler vermiş.[6]
Bu satırlarda en çok dikkat çeken husus, Ankara İlahiyat Fakültesi ile Vatikan Papalık Grogoriana Üniversitesi arasında imzalanan işbirliği anlaşmasıdır.
Soruyoruz:
Acaba Vatikan'dan gelen papazlar Ankara İlahiyatta gerçek İslam'ı mı öğretecek yoksa batının oryantalist reformist din anlayışını mı empoze edecektir?
Okuyucularımızın bu soru üzerinde ibretle düşünmesini tavsiye ediyorum.
2- Kilise Görevlilerinin Ankara İlahiyatta Konferans Vermeleri
Kilise görevlileri Ankara İlahiyatta konferanslar da vermişlerdir:
'2009'un Mart ayı ortalarında Türkiye'ye gelen Almanya Protestan Kilisesi Konsey Başkanı piskopos Wolfgang Huber, Ankara İlahiyat Fakültesinde verdiği konferansta, Türkiye'de Kur'an-ı Kerim'in zamana göre yorumlanması çabalarını övmüş ve bu konuda 'Ankara Ekolü' diye tanımladığı bir İlahiyatçı çalışma grubundan söz etmiştir. Bu ekolden Ankara İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Ömer Özsoy ile Mehmet Paçacı'yı, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Burhanettin Tatar'ı ve Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk'ü zikretmiştir.' [7]
Bu satırlara göre 'Ankara Ekolü' tanımlaması da bir piskoposa aittir. Bu piskopos, konferansında bu ismi verdiği ekol mensuplarını, bizim tarihselcilik diye bildiğimiz Kuran-ı Kerim'in zamana göre yorumlanması gayretlerinden ötürü methetmiştir. Halbuki Kuran'ın tarihselci bir bakış açısıyla yorumlanması, onun -İslam'ın- kökünden dinamitlenmesi demektir. Bu tahrip ve tahrifatın merkez üssü bu ülkede maalesef Ankara İlahiyat Fakültesi olmuştur. Bu fakültenin faaliyetlerini 'İslam'ı İmha Yolunda Döşenen Taşlar' silsilesi içinde zikretmemizin sebebi budur.
3- Kilise Teşkilatlarının İslam'da Reform Gayretleri
Kilise teşkilatlarının İslam'a dair faaliyetleri içinde reform gayretleri de yer almaktadır. Şu satırlar durumun vahametini olanca açıklığıyla ortaya koyuyor:
'Papazların, rahiplerin ve misyoner kilise teşkilatlarının İlahiyat Fakültelerinde, İlahiyatçı akademisyenlerimiz üzerinde meydana getirdikleri etkiler ve zihinsel değişimler kısa zamanda kendini gösterdi.
İslam anlayışının değiştirilmesinin ve din reformunun gerçekleştirilmesinin gerektiği konuşulan, tartışılan ve yazılan bir süreç başlatıldı. Bu süreçte en çok dikkat çeken, İslam'ın tek haklı din olmadığı, Hıristiyanlığın ve Yahudiliğin de haklı dinler oldukları anlayışının ön plana çıkarılmağa çalışılmasıydı. İslam, Müslüman kitlelerin zihinlerinde Hıristiyanlığın ve Yahudiliğin konumuna indirgenmek, bu dinler de İslam'ın konumuna yükseltilmek isteniyordu.
Nitekim yukarıda sözünü ettiğimiz, Almanya Protestan Kilisesi Başkanı Piskopos Dr. Wolfgang Huber, Ankara İlahiyat Fakültesinde yaptığı konuşmada, İslam'ı kastederek 'Bundan sonra hiçbir din kendisinin tek doğru olduğunu iddia edemeyecek' demesi [8] şaşkınlıkla karşılandı. Ama asıl şaşkınlık verici olan, Konferansı dinleyen İslam İlahiyatçısı akademisyenlerin ve öğrencilerin bu konuşmaya karşı ciddi bir tepki göstermemesiydi. Aynı şekilde, Diyanet İşleri Başkanının da Papaz Huber'le görüşmesi sırasında, onun bu konuşmasına cevap vermemesiydi.
Daha önce de böyle bir olay olmuştu. 2000 yılında Türkiye Diyanet İşleri Teşkilatının ev sahipliğinde yapılan uluslararası Dinlerarası Diyalog toplantısı sonunda alınan kararlarda 'Dinlerarası diyalog'dan beklenen, karşı tarafa İslam'ın daha iyi ve güzel olduğunu anlatmak olmamalıdır! İslam'ın evrensel din olma iddiasından geri durulmalıdır!' [9] denmiş, o zamanın Diyanet İşleri sorumluları buna herhangi bir itirazda bulunmamışlardı.
İslam'ın tek haklı din olmadığı, Hıristiyanlığın ve Yahudiliğin de haklı dinler olduğu anlayışı, Moon Tarikatı toplantılarının ve Dinlerarası Diyalog programlarının etkisi altında kalan ilahiyatçılarımız tarafından tefsirlere bile yazılmıştır. Nitekim Diyanet'in hazırlattığı 'Kur'an Yolu' Tefsiri bunlardan birisidir.
Kilisenin ve papazların yakın ilişkide bulunduğu İlahiyatçıların İslam reformu çalışmalarında, bir diğer temel hareket noktası da, 'Kur'an'dan başka kaynak yoktur' anlayışı olmuştur. Bu anlayışa göre, Kur'an'ın dışındaki kaynaklara, özellikle Peygamberimizin sünnetine ve ashabın öğrettiklerine dayanan, İslam'ın nasıl yaşanacağını gösteren dinî esaslar ve hükümler Kur'an-ı Kerim'de yok diye geçersiz sayılmıştır.' [10]
Bütün bu delil ve izahlar, 'İslam'ı İmha Yolunda Döşenen Taşlar'dan biri olarak Ankara İlahiyatın da zikredilmesini zaruri kılıyor.
Akıl alır gibi değil! Müslüman Türk milleti nasıl olur da vahiy kaynaklı tek hak dinini tahrif ve tahribe uğratsınlar diye batılı misyoner ve oryantalist odakların iştihasına sunmak üzere bir fakülte açar?
Bu, üzerinde çok düşünülmesi gereken hayati bir sorudur. Ama biz şunu biliyoruz ki, bu necip milletin ilahiyat çatısı altında yapılan bu tahrif ve tahribatlardan haberi yoktur. Burada sorumluluk, devrin siyasi iradesi başta olmak üzere, işin içinde yer alan şahıslardadır.
[1] http://m.medyamit.com/yazarlar/orhan-baylan/ankara-ilahiyat-niye-acildi/233
[2] https://www.gunisigigazetesi.net/papazlar-islam-ilahiyatcilarina-neler-makale,2121.html
[3] Yeni Şafak, 26.02. 2004, http://arsiv.ankara.edu.tr/yazicidostu.php?yad=6039
[4] Aksiyon, 18.12.2006
[5] Ankara Üniversitesi > Ünihaber > 2007 > Sayı 85 (15 - 30 Nisan), http://arsiv.ankara.edu.tr/yazicidostu.php?yad=6039
[6] http://www.ucansupurge.org?option=com_content&task=view&id=3267&Itemid=76
[7] http://haber.gazetevatan.com, 16.03.2009; Hasan Erden, aynı yazı.
[8] http://haber.gazetevatan.com, 16.03.2009
[9] Hürriyet, 06.05.2000
[10] Hasan Erden, aynı yazı.