Ak Parti 2002 yılında iktidar oldu. İlk 8 yılı öyle sancılı değildi. Arap baharı 2010, Suriye’deki iç savaş 2011 yılında başladı. Türkiye’deki çözüm süreci 2015 Temmuz’unda bitti. 15 Temmuz darbe girişimi ise bir yıl sonra 2016 yılında yaşandı. Bu gelişmelerin Türkiye ekonomisine ve demokrasisine ağır yansımaları oldu...
Ak Parti 2002 yılında iktidar oldu. İlk 8 yılı öyle sancılı değildi. Arap baharı 2010, Suriye'deki iç savaş 2011 yılında başladı. Türkiye'deki çözüm süreci 2015 Temmuz'unda bitti. 15 Temmuz darbe girişimi ise bir yıl sonra 2016 yılında yaşandı. Bu gelişmelerin Türkiye ekonomisine ve demokrasisine ağır yansımaları oldu. 2020'de ortaya çıkan pandemi ise herkesin malumu. 2010'da başlayan bu problemler boyunca iktidarda kalmayı başaran Ak Parti bu süreçleri iyi yönetemediği düşünüldüğü için hemen her kesim tarafından en ağır şekilde eleştiriliyor.
Buna rağmen partinin 2023'teki oy oranının %30'ların altına düşmesi mümkün görünmüyor. İnsanlar Ak Parti'ye neden oy veriyor? Benzer bir soruyu Cumhuriyet Gazetesi'nden Orhan Bursalı da sordu. Bayramın ilk günü 'Temel soru: Yüzde 30-35'i AKP çevresinde tutan nedir?' başlıklı bir yazı yazdı. Bursalı, AK Parti'nin 'gidiciliğinin' kolay olmayacağını ve oy potansiyelinin küçümsenmemesi gerektiğini de vurguluyor.
Bursalı'ya göre Ak Parti'nin oy oranının yüksek oranlarda seyretmesi CHP ve diğer muhalefet partilerinin 'demokrasi konusunda' sokağa çıkmaması ve yeterince miting yapmaması değil. Bu 'komik' ve 'paradoks' bir gerekçe. Bana kalırsa 'komik ve paradoks' ifadeleri açıklanmaya muhtaç. Açıkçası bu ifadeyi 'Ak Parti seçmeninin demokrasi ve özgürlük talebi yok' veya 'Ak Parti hiçbir zaman böyle bir vaat ile seçim kazanmadı' şeklinde anlamak muhalefete seçim kaybettirir. Demokratik taleplere samimi bir şekilde sahip çıkmanın uzun vadede artı puan getirdiğini herkes bilir.
Bursalı'ya göre asıl mesele orta sınıf meselesidir. Bu orta sınıfın ne olduğunu tam olarak anlamıyoruz. Ama Ak Parti döneminde zenginleşen bir orta sınıftan bahsettiği açık. Bana sorarsanız bu kesim, Bursalı'ya göre Ak Parti'nin toplam seçmen oranı olan %30-35 seçmen içinde yüksek görünmüyor. Yani son 19 yılda bu ülkenin %30-35 kadar bir seçmeninin zenginleşmiş olması mümkün değil. %30-35'i Ak Parti çevresinde tutan şey zenginleşme olamaz. Bu sebeple olsa gerek Bursalı, bir de temeli yüzlerce yıllık düşüncelere dayanan, Ak Parti'nin siyasal ve ideolojik İslamcılıktan devraldığı ve ne olursa olsun Ak Parti'ye oy verecek bir %10'luk bir kesimden bahsediyor. Bana kalırsa bu %10 da durumu kurtarmıyor.
Bursalı, mevcut durumu açıkladıktan sonra Ak Parti'nin mevcut durumla yetinmeyeceği tespitini de yapıyor. Ak Parti'nin mevcut potansiyelini arttırmak için Kürt seçmen ve Saadet'ten de destek alarak oylarını arttırabileceğini söylüyor. Ona göre HDP içinde Erdoğan'ın başkanlığını kabul etmeye hazır bir grup var. Çünkü HDP Kürt sorunu odaklı bir parti. Bu tespit önemli çünkü HDP Kürt sorunu odaklı ise aslında ekonomi odaklı değildir. Bu da Ak Parti'nin ekonomi kötü bile olsa HDP ile rahatça çalışabileceğini gösteriyor.
Bana kalırsa ekonomik ve demokratik sorunları birbirinden ayırmadan ilerleyemeyiz. Türkiye'nin büyük bir çoğunluğunu oluşturan Muhafazakar seçmen ve Kürt seçmen ekonomik sorunlar ne kadar ayyuka çıkmış olursa olsun merkezde sürekli ve şiddetli bir biçimde demokratik taleplerini tutuyor. Varlık iddiası daha önemli çünkü. Ana muhalefet ise başörtüsü ve katsayı haksızlığının muhafazakar kesimde ne kadar derin yaralar açtığını hala göremiyor. Bu durum Kürt seçmeninin basit taleplerini anlamasını da zorlaştırıyor. Erdoğan ve Ak Parti'nin avantajı ise Kürtlerin taleplerini gündeme hızlıca taşıyabilmesidir. Bursalı'nın dediği gibi HDP'nin içinde Erdoğan'ı yeniden başkan olarak görmeye hazır olanlar gerçekten varsa bunun nedeni HDP'nin sadece Kürt sorununu odak noktası yapması yoktur. Bunun nedeni HDP'nin Kürt sorununu demokratik bir temelde sadece Erdoğan ile tartışabileceğini düşünmesindendir. Ak Parti çevresindeki %30-35 zenginleştiği için değil, daha çok, haklı demokratik talepleri yerine getirildiği için oradan ayrılmıyor.
Erdoğan, son 20 yılda Muhafazakar kesimin sorunlarını devletin temellerini çok da sarsmadan çözmeyi başardı. Asıl mesele; yine aynı şekilde yani devletin üniter yapısını bozmadan Kürt meselesini de çözmekte. Bu, Erdoğan'a bir %20'lik kesim daha kazandırır. Ak Parti HDP ile iş birliği yapabilir. Çözüm sürecinin bitirilmesi herkes için 'kaybet-kaybet' durumu yarattı. Kazan-kazan formülü için fırsatlar tükenmiş değil. Türkiye'de kalıcı olmak isteyen, Muhafazakarların ve Kürtlerin sorunlarına kalıcı çözüm bulmak zorundadır. Erdoğan da kalıcı olmak istiyor. Diyarbakır'a gitme nedeni de bir başlangıç yapmak olabilir.
Kürt sorunu temel bir sorun. Silahlı bir örgüt olarak PKK hala ortada duruyor. Silah bırakması kısa vadede çok zor. Ana dilde eğitim talebi gibi somut beklentiler var. Bu da kısa vadede verilecek bir hak değil. Eğitim sisteminde değişiklikler gerektirebilir. İşin iki de kolay yönü var: Birincisi; Kürtleri temsil eden her kesim Erdoğan ile masaya oturmakta ve sorunu çözmekte istekli. Fırsatı kaçırmak istemiyorlar. İkincisi; nasıl ki zamanında muhafazakarların önceliği ekonomi değildi şimdi Kürtlerin öncelikleri ekonomi değil. Kürt sorununun çözümünün uzun vadede ekonomiyi de oldukça pozitif etkileyeceğini unutmamak gerekiyor. Ama Ak Parti geldiğimiz noktada demokratik sorunları çözmeden ekonomik sorunları çözmenin boşa kürek çekmek anlamına geldiğini anlayacak tecrübeye sahip. Dolayısıyla Erdoğan'ın Kürt sorununu çözmek ve Türkiye'yi bir 20 yıl daha yönetmek için paraya ihtiyacı yok. Masaya oturması yeterli. Bu oturuş Bursalı'nın iddia ettiği gibi bir 'aldatmaca' olmak zorunda da değildir.