İnsanlık her konuda ihtilaf etmiştir ama bir konu vardır ki, onda tam bir ittifak vardır. Bu da, ölümdür. Beyaz, siyah, sarı renkliler… Yahudiler, Hristiyanlar, Müslümanlar… Âlimler, cahiller… Allah’a inananlar, inanmayanlar… Herkes ölümü kabul eder.

İslam dininin temel öğretilerinden biri ölümle varlığın sona ermeyeceği, insanın bu dünyadan başka bir âleme intikal edeceğidir.

Ellerine kütlelerin beyinlerini yıkayacak güçlü iletişim, propaganda, eğitim vasıtalarına geçiren ahireti inkâr edenler, Müslüman halkı ölüm sonrası konusunda gaflete düşürmek ve sapıtmak için cehennemi faaliyet gösteriyorlar.

İslam’da gaflet kavramı vardır. Çeşit çeşit gafletler bulunmaktadır. En büyük gaflet, Allah’ı unutmaktır. İnsan Allah’ı unutabilir ama Allah unutmaktan ve gafletten münezzeh olduğu için O onu unutmaz.

İkinci büyük gaflet, ahireti unutmaktır. Müslüman ama bir gün öleceğini, ahirete gideceğini hiç düşünmüyor. Korkunç bir gaflet!

Din âlimlerinin, fakihlerin, mürşidlerin, akıllı ve ziyalı Müslümanların temel vazifelerinden biri Müslüman halka ölümü ve ahireti hatırlatmaktır.

Resulullah Efendimiz (salat ve selam olsun ona) başlangıçta kabir ziyaretini yasaklamıştı. Sonra buna izin verdi çünkü kabir ziyareti insana ölümü ve ahireti hatırlatır, kendisini derleyip toparlamasına yardımcı olur.

Hazreti Ömer birini tutmuş, günde bir kere yanına geliyor, “Ey Ömer, öleceksin!..” diyormuş. Bir müddet sonra adamın işine son vermiş. “Niçin işime son verdin?” sorusuna, “Saçımda sakalımda aklar görünmeye başladı. Artık sana ihtiyacım kalmadı” demiş.

Saçına sakalına ak düşen, yüzünde kırışıklar görülen ferasetli Müslüman, ölümle başlayacak büyük bir yolculuğu düşünür, tedbir alır, azık toplar.

Çağımızın büyük şehirlerinde insanların düşünmeye bile vakti yoktur. Şu İstanbul’a bakınız. Bir koşuşturma, bir hengâme, bir patırtı gürültü ki sormayın. Evden işe bir buçuk saatte geliyor, akşamleyin eve gitmek için aynı zamanı harcıyor, günde üç saat eder. Trafiğin çilesi, stresi içinde zavallı insanın kendisine bakacak beş on dakikası bile yoktur. Gaflet, gaflet, gaflet…

Gazeteler, televizyonlar, hayat tarzı baştanbaşa gaflettir.

Gaflet karanlıkları ve sisleri ortalığı sarınca insan vazifelerini yapamıyor, namaz kılmıyor, oruç tutmuyor…

Halk zekât konusunda gaflet uykusundan uyandırılıyor mu?

Sözde dindar Müslüman anne baba öylesine bir gaflete düşmüşler ki, yavrularını iyi Müslüman olarak yetiştirmeyi düşünmüyorlar bile.

Gaflete yol açan en büyük bela ve musibet, dünya hırslarıdır. Bu hırsların en tehlikelisi, paradır. Para hırsına kapılan bir Müslüman ahireti unutur ve maalesef büyük belalara maruz kalır.

Resulullah Efendimiz (salat ve selam olsun ona): “Din nasihattir” demiş. Bu iki kelimelik cümleyi üç kere tekrar etmiştir.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın temel vazifelerinden biri halka, bilhassa gençliğe, etkili nasihat etmektir. Bu yapılıyor mu, yapılabiliyor mu?

Vaktiyle İstanbul’da Karabaş Veli Hazretleri isminde evliyaullah’tan bir zat varmış. Üsküdarda bir camide cuma günleri va’z u nasihat edermiş. Müslümanlar iki saat önceden camiyi doldururmuş. Zamanın padişahı IV. Mehmed Han Hazretleri de bazen gelirmiş. Efendi Hazretleri vaaz ederken camide hıçkırık sesleri duyulur, gözyaşları sel gibi akarmış. Hatta padişah, “Bu muhterem zatın vaazlarını dinledikçe, İbrahim bin Edhem Hazretleri gibi tacı tahtımı bırakıp sahralara gidesim geliyor” dermiş.

Kuru nasihatlerle, ruhsuz vaazlarla, yoğun gaflet karanlıklarını dağıtmak ne mümkün?

Karabaş Veli gibi kimseler olacak ki cemaat titresin, ağlasın, ah u zar eylesin.

Şehrin en büyük camii… İkindi ezanı okunmuş… On binlerce halk kimi yayan, kimi otomobilli oraya seğirtmişler. Namazdan sonra kürsüye zamanın Karabaş-ı Velî’si çıkıyor ve konuşmaya başlıyor. Cami ve etrafında otuz bin kişi var… Milyonlarca vatandaş televizyonlardan seyrediyor. Zamanın velisi konuşuyor, cemaat heyecanla dinliyor… Bir müddet sonra gözyaşı damlaları yerlere akıyor. Cemaat içinde birkaç kişi baygınlık geçiriyor… Efendi Hazretleri, vaazın sonuna doğru cemaate tövbe ettiriyor.

Televizyonlardan seyreden nice halk namaza başlıyor.

İçki içenler şişeleri taşa vuruyor.

Bazıları haram servetlerini hak sahiplerine, fukaraya dağıtıyor.

Efendi Hazretlerinin vaazları gaflet karanlıklarını şimşekler gibi deliyor.

Nasihat ve vaaz böyle olmalı.

(İkinci Yazı)

Müslüman Böcek ve Mikrofon Koymaz Tecessüs Etmez

İSLAM tecessüsü haram kılmıştır. Kişilerin özel hayatları, gizli kusur günah ve ayıpları, özel muhabereleri, mektupları, telefon konuşmaları, internetteki faaliyetleri araştırılamaz.

Bunların, adalet ve memleket güvenliği için araştırılması gerekiyorsa ahlaka ve âdil hukuka riayet eden hakimlerin kararı gerekir.

İslam dini açıkta açıkça küstahça meydan okurcasına işlenen günahlara karşı, dinin nehy-i münker kurallarına göre tedbir alınmasına, onların önlenmesine izin vermiştir. Bunu da herkes kendi kafasına göre yapamaz, sorumlu, salahiyetli ve vazifeli kimseler yapar.

Biri gizlice bir günah işlemiş, bunu araştırıp açığa çıkartmak ve o kimseyi rezil etmek, onun işlediği günahtan büyük bir ayıptır.

Bazı Müslümanların ve islamî cemaatlerin, insanların gizli günahlarını ve hallerini araştırdıklarını biliyoruz.

Yatak odalarına kameralar koymuşlardır.

Devlet büyüklerinin ofislerine, saraylarına böcekler yerleştirmişlerdir.

Bunlar yetmiyormuş gibi laboratuvarlar kurarak sahte belgeler üretmişler, tahrifat yapmışlardır.

Sınav sorularını çalmışlardır.

Tutuklatmak istedikleri kimselerin evlerinin içine, yakınına patlayıcı maddeler ve silahlar gömmüşlerdir.

Nice masum suçsuz insanın tutuklanmasına, zindanlarda yatmasına yol açmışlardır.

Bu yaptıkları yüzünden tokatlar yemişler, yine de akıllanmamışlardır.

İslam ahlak, fazilet, hikmet dinidir, böyle faziletsizlikleri ve ahlaksızlıkları kabul etmez.

İslamda, amaca ulaşmak için gayr-i meşru vasıtalara ve yollara başvurmak yoktur.

İslam, makyavelist ahlakı ve metodu kabul etmez.

Faziletli, ahlaklı, vicdanlı, iffetli bir Müslüman yatak odalarına kamera ve mikrofon koyamaz.

Devlet büyüklerinin ofislerine ve saraylarına böcek yerleştiremez.

Yalan söyleyemez… İftira edemez… Yalan şahitlik yapamaz…

Sınav sorularını çalıp bizden olan ehliyetsizlere vermek hırsızlık ve ahlaksızlıktır. Kul hakkı yemektir.

Müslümanlar elbette kadrolaşmalıdır ama şeytanî metotlarla değil.

Peygamber Efendimiz (Salat ve selam olsun sona) için düşmanları bile emîn=güvenilir kimse sıfatını kullanıyordu. Biz Ümmeti de öyle olmalıyız.

Müslüman âdil ve insaflı olmalıdır.

İnsanların yatak odalarına kamera koymak iffetsizliktir.

Açıkça işlenen günahlara aldırmayıp, onları protesto edip engellemeye çalışmayıp, gizli günahları araştırmak dengesizliktir.

İslama, papaların en ahlaksızı olan 6’ncı Aleksandr Borjiya metotlarıyla hizmet edilemez.

İman, Kur’an, İslam hizmetkarları mürüvvetli olmakla mükelleftir=yükümlüdür.

Faziletli Müslüman, kendi hatâ günah cürüm ve ayıplarına bakıp onlar için üzülmekten dolayı başkalarınınkilerini göremeyen kimsedir.

Kameracılara, böcekçilere, tecessüs edenlere, özel hayatları araştıranlara, sınav sorularını çalanlara, devlet büyüklerinin ofislerine mikrofon koyanlara yazıklar olsun! Onlar sille üzerine sille, tokat üzerine tokat yiyeceklerdir.