Bismillahirrahmanirrahim.

Elhamdülillahi Rabbil Âlemin. Ve Sallallahu Veselleme Âlâ Seyyidina Muhammediv Ve Âlâ Âlihi ve Sahbihi Ecmaîn.

Değerli kardeşler, bir hastanede doktor bekleyen beş on hasta, hemşireye deseler ki doktor nerdedir? Bir saattir gelmedi. İşte; ameliyatta doktor, 2 saat geç gelecek. Cevabı üzerine hastalardan biri çıksa dese ki yav bu doktoru ne bekliyorsunuz ben size ilaç yazarım. Sana antibiyotik yazdım, sana ağrı kesici yazdım hadi geçmiş olsun güle güle dese. Böyle bir tedavi olur mu? Ordaki o hastalara sana şunu yazdım sana şunu yazdım diyen kendisi de hasta olan birisi. Ordan bir tımarhaneye deli mi ne kaldırılması gerekmez mi? Sen kendin hastasın bir defa sana ne başka hastalardan. Eline kalem alan reçete mi yazarmış diye tartışılır.

İnsanlar (bu örneği hafızamızda tutalım) insanlar, cennete girebilmek için, cehennemden kurtulmuş olmak için umutla son nefeslerini bekliyorlar. Herkes son nefeste ne yapacağını nasıl gideceğini heyecanla, korkuyla, endişeyle bekliyor. Allah’ın büyük kulları, salih insanlar, ömürlerini seccade üzerinde geçirmiş, cihad meydanlarında defalarca ölümle burun buruna gelmiş insanlar bir kere olsun o son an korkusundan emin olamadılar. Ya son anda bir yanlış iş yaparsam diye ödleri patladı. Korkularından (amellerinin, sevaplarının, namazlarının yok sayılacağı korkusundan) geceleri huzursuz geçirdiler.

Hastanede doktor ameliyatta imiş o gelinceye kadar sıra beklemeyin burda yazdım sana bir antibiyotik sana git diyemiyorsa, cennet Allah’ın, cehennem Allah’ın, kendisine iman edilen Allah, imanı kabul eden veya etmeyen Allah, kullardan biri çıkıp tamam tamam ben sana kâfirlik reçetesi yazdım, sen kâfirsin diyebilir mi? Kim kime kâfir diyecek. Kim kime mümin diyebilir? Sen de herke de iman etmekle mükellefsin. Ve iman kilogramla tartılıp metreyle ölçülebilen veya bir sayaçtan geçirilip doğalgaz gibi kaç litre olduğu ölçülebilen bir şey değil ki. İman müminin yani iman eden insanın Allah ile kurduğu bir bağdır. Bu bağ herhangi bir saatten, sayaçtan geçmiyor ki. Direk Allah’a bağ kurulduğu zaman zaten ona iman deniyor. Araya papazları sokup, papaz onaylı, haham onaylı iman ettiğin zaman bizim dinimiz ona iman demiyor ki.

Kardeşler, insanların ya da müminlerin birbirlerine imanları ile ilgili karar açıklamaları çılgınlıktır. Bu hastanede sıra bekleyen hastaların birbirlerine reçete yazmalarına benziyor.

Komiklik bu. Hastaları topluca, reçete yazanı da, kendisine reçete yazılmasını, sıradaki hastalardan birinin reçete yazmasını kabul eden de, hepsinin psikiyatriye taşınması lazım. Başka bir şey bulamadınız mı? Bu tiyatro. Şimdi her birimiz, her bir mümin nasıl bu âlemi bitireceğini rabbinin huzuruna mümin olarak gidip gidemeyeceğini asla garantili bilmiyor. Asla bilmiyor. Ebubekir gibi bir insan, Ömer gibi bir insan (Radiyallahu ânhum cemiân) O büyük adamlar bile son nefeslerinde ki dünya hayatında büyük müjdelere peygamber garantili (as) teminatlara muhatap oldukları halde son nefeslerinde ne gözyaşları döktüler. Ne mutlu sana yahu Resulullah (asv) senden memnundu, ümmetin yüzünü güldürdün. Ne mutlu, ne güzel gidiştir diye O’nu teselli etmeye çalıştıklarında Ebubekir (ra) ne dedi kardeşler: “Hiçbir şey istemezdim şöyle şöyle denk olsam yeter” demiş. Yani sevap da istemiyor. Günah da istemiyor. Şöyle bir sıfır gidebilsem… Yani bir imanı var, başka bir şeyi yok. Razıyım sevap filan istemiyorum diyor. Bu, mağarada Resulullah (sav) ile beraber iki kişinin ikincisi olarak kalan insan bu! 23 yıl Resulullah (sav)’in etrafında O’nun (sav) bir terliği gibi, ayakkabısı gibi dolaşmış insan bu. “Ebubekir’imi bana bırakın. Onunla tartışmayın” diye arkasına peygamber (as)’in savunmak için geçtiği bir insan bu. Bir kişi bin kişi değil, iman etmiş on binlerce ve sahabi olmuş insan bir tanesin sen Ebubekir dedikleri övgülere layık olmuş bir insan ama ölüm nefesleri karşısına çıktığında son saniyeleri olduğunu anlayınca en büyük korkusu başını sarmış, şöyle şöyle gitsem yeter şöyle gitsem yeter diyor. Yani yok, Ebubekir’in (ra) sevabı yok, günahı yok bir Müslüman işte! Bu kadar gitsem yeter diyor.

İnsan, üstelikte tercümesinden iki ayet meali okuyarak kendisini arşı aladan gelmiş özel sekreter, yetkilendirilmiş özel savcı, işte kim mümin kim değil, özel, özel yetkili mahkemeler, özel yetkili savcılar var ya beyefendi levhi mahfuzdan onaylı (!) sertifikası var. Alnına bakarak tanıyor (!) üstelik ha kimin mümin olup olmadığını! Bu gülünecek, gülünecek derecede ağlamaklık bir iş. Kendin daha hastanede sıra bekliyorsun kardeşim. Sen daha doktorun muayenesine muhtaçsın. Belki kansersin. Belki de solunum bitmiş solunum için yeterli ciğeri olmayan bir hastasın sen. Herkes kendi derdine… Otur doktoru beklesene sen. Sana ne insanların hastalığından. Ne biliyon sen antibiyotik ne demek! Sen kendi ağrını ketsin mi de milletin ağrısını kesiyorsun.

Kardeşler hoca olmak, hatta âlim olmak, müçtehit olmak hiçbir insana, kalplere hükmetme hakkı ve yetkisi vermez. Kalpler Allah’ın elindedir. Kimin kalbine imanın yerleştiğini kiminkine de yerleşmediğini sadece Allah tayin edebilir. Bu hakkı kimseye vermedi ki Allah’u Teâlâ. Bu hakkın kimseye verilmediğini belgeleyen en büyük belgelerden birisi nedir biliyor musunuz? Resulullah (sav) efendimiz miraca çıkıp, cehennemde yanan kâfirleri, yanar vaziyette o âlemde gördüğü halde, münafıkların listesi onaylı bir şekilde önüne konduğu halde ashabına şu adam münafıktır buna dikkat edin demedi hiçbir zaman. Kimseyi deşifre etmedi. Bildiği halde ve bilgisi de öyle bir antibiyotik ilacı yazayım sana der gibi bilgi değil. Son bilgiyi biliyordu. Son kararı biliyordu. Buna rağmen bu olayı kimseye deşifre etmedi. Kimsenin kalp durumunu açtırmadı. Çünkü böyle bir şey yapsaydı O (sav), alimallah sarığı saran, kafasına bir sarık saran, hafifte sakalını uzatan milletin kalp cerrahı olurdu. Böyle bir şey yok ortada.

Hatta münafıkların başı olan Abdullah Ubeyy İbni Selûl, melûn, münafık olduğuna dair yüzlerce belge bulunduğu halde, cehennemi boylayıp rabbinin huzuruna bir münafık olarak gideceği zaman yine münafıkça bir politika izledi. İşi gücü Resulullah (sav)’e tuzak kurmak olduğu halde Uhud meydanında yav bu Muhammed (sav) bizi tuzağa düşürdü deyip, 300 kişiyi alıp geri çekilip ordaki perişanlığa sebep olan birisi olduğu halde Medine’ye dönünce şu düşük adamları (efendimizi (sav) kastederek ashabı kastederek) şu düşük adamları Medine’den atacağım, kim güçlü kim güçsüz görülecek diyen münafık birisi olduğu halde son nefesinde pabucun pahalı olduğunu anlayınca çocuklarını gönderdi Muhammed (sav) cübbesini bana versin kefen yapayım onu dedi. İman yok, kalp boş elbiseye güveniyor. Peygamberin (sav) elbisesiyle kefen yapacak, meleklerde ondan çekinip (!) azab etmeyecekler ona. Efendimiz (as) cübbesini ona göndermeye meyledince ashabı itiraz etmişler. Ne yapıyorsun ya Resulullah (sav) bunun yaptığı hakaretler, bu yeter ya, ufak bir hakaret mi yaptı bize bu, Uhud’da perişan etti bizi. Kur’an ayet indirdi: “Le yuhricennel âazzû minhel ezel” (Münafikûn, 8) (kuvvet ve şerefi çok olan (bizler), zayıf ve düşük olanı (müminler topluluğunu) oradan (Medine’den) çıkaracaktır.) Yolculuktan dönüyorlar, Medine’ye gidince gösterecem size diyor. Siz Medine’ye dışarıdan gelmiş çapulcular atacağım sizi Medine’den diyor. Bunu peygamberin yanında söyleyen bir adam pabucun pahalı olduğunu anlayınca cübbeye sarıldı hemen. Peygamberin cübbesini getirin bana onu kefen yapın dedi çocuklarına Efendimiz (as) verecek gibi olunca Ashab olmaz ya Resulallah bu kadar da olmaz deyince buyurdu ki: “Benim cübbem ona fayda etmez mezarda ama bu ilişki sayesinde onun ailesini satın alırız (kazanırız)” dedi. Öyle oldu nitekim. O cehennemi boylayınca geride kalan nesli iman ettiler. Sosyal ilişki bunun özeti. Ama her halükarda efendimiz (as) ayağa kalkıp zındık, münafık Azrail’i (as) görünce mi aklına geldi benim cübbem demedi. Usul bu değil dinde. Usul bu değil. Devam edecek inşallah…