Tarih körlüğünün ve basiret bağlanmasının en acı örneğini bu millet, 9 Mayıs 2009’da Türkiye Cumhuriyeti 11.Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün: "Kürt sorunu Türkiye'nin birinci sorunudur ve mutlaka halledilmelidir" açıklaması ile başlayan ve 22 Temmuz 2015 kadar devam ettirilen sürçte yaşadı.
Koca altı yıl… Önce zılgıt eşliğinde açılım diye bir türkü tutturdu tarih körleri. Eli kanlı, ruhsuz; insan ve insanlık düşmanı; kalbi imansız, anlı secde görmemiş teröristlerle pazarlıklar yapıldı… Sınırda kurulan seyyar mahkemeler… Ardı arkası kesilmeyen İmralı/Kandil seferleri… Oslo’da, Dolmabahçe’de terör odaklarının isteklerini vermek için milletten gizlenen/ gizlenemeyen planlar/ pazarlıklar… 23 Mart 2013’deki Nevruz bayramında Diyarbakır’da Türkiye Cumhuriyetini temsil eden yetkililerin Mesut Barzanili, Şivan Perverli zılgıt eşliğinde açılım şovları… Halkı ikna için “akil adam” görevlendirmeler...
Bu altı yılın kronolojisini çıkarsam sayfalar alır. Tarih 31 Mayıs 2009 PKK tek taraflı ateşkesi uzattığını söylüyor. Ardından o zamanın İç İşleri Bakanı Beşir Atalay bir basın açıklaması yapıyor: “ Bir aylık süre zarfında yaptığım görüşme ve toplantılar süreç açısından son derece olumlu olmuştur”, diyor ve pazarlıklar devam ediyor. Peki, neyin pazarlığı yapılıyor ya da neyi pazarlıyorlar?
5 Ağustos 2009, 60. Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Kürt açılımı ile ilgili DTP lideri Ahmet Türk'le bir araya geliyor. 11 Ağustos 2009, Abdullah Gül Bitlis ziyareti sırasında Güroymak için, “Norşin” ifadesini kullanıyor. (Norşin, Ermenice’de Yeniköy anlamında kullanılan bir kelime) 19 Ekim 2009, Abdullah Öcalan'ın çağrısıyla 34 PKK üyesi Habur Sınır Kapısı'ndan girip sanal mahkemelere teslim oluyor. Gelenleri karşılamak üzere Şırnak'ın Silopi İlçesi'nde yaklaşık 50 bin kişi toplanıyor… 15 Kasım 2009 Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "Milli birlik ve kardeşlik projemiz bir hedeftir. Demokratik açılım süreciyle bu hedefe ulaşacağız." , diyor ve açılım sürecini resmen başlatıyor. Kiminle ve niçin yapılıyor bütün bunlar? Kiminle mi? PKK ile… Askerimize kurşun sıkan binlerce Mehmet’imin kanına giren, köy yakan, iş makinelerini tahrip eden, yol kesen, okullara baskın düzenleyen, öğretmenleri katleden; doktor, mühendis gibi yöreye hizmet götürenleri kurşuna dizen… Doğu ve Güneydoğu’yu yoksul bırakan özellikle ve öncelikle Kürt kökenli vatandaşlarımızın kabullenmekte zorlandıkları en büyük düşmanları; çoluk çocuk, asker sivil 40 bin vatandaşımızın kanına gire terör örgütü PKK…
Neyin pazarlığı yapılıyor? İsterseniz onu da Koma Civaken Kürdistan (KCK) Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’dan dinleyelim: “Yakından izlemekte olduğunuz gibi, Türk devleti ile Kürt Halk Önderi Başkan APO arasında bir süredir devam etmekte olan görüşmeler ve müzakereler önemli bir düzeye ulaşmış bulunmaktadır. Önümüzdeki süreçte Kuzey Kürdistan’da( Kuzey Kürdistan dediği Türkiye) Avrupa’da ve Hewler’de dört farklı konferansı yapılacak. Bugün halkımız, Rojava Kürdistan’da fiili olarak özgürlüğüne kavuştuğu bir devrimin ve Güney Kürdistan’da federal bir statünün sahibidir. Silahların yerine demokratik siyaset zamanına geçişin kapısını aralayan bu yeni sürecin hiç kuşkusuz Önderliğimizin İmralı esaret koşullarındaki eşsiz çabası ve halkımızın büyük bir fedakârlıkla yürüterek uğruna büyük bedeller ödediği kırk yıllık mücadelemizin ortaya çıkardığı muazzam sonuçlar üzerinden geliştiği bir gerçektir.” Amaç, açık değil mi? Bugün ABD’nin İsrail’in müşterekliğinde Kuzey Suriye’de kurmak istediği “PKK/PYD Terör Devletinin” Türkiye topraklarında kurulmasını sağlamak. Türkiye’nin bir bölümünde göbekten Amerika’ya ve İsrail’e bağlı yeni bir terör devleti kurmak… Bunun taşeronluğuna soyunan kim? İşte tarih körlüğü… İşte basiret bağlanması…
Osmanlının yıkılışını hazırlayan şartları bilmemek… Sevr ile ne yapılmak istendiğini kavrayamamak… 18 Ocak 1918’de başlayan ve tam 8 Ay süren Paris Konferansında yapılan pazarlıkların özüne inememek… Winson Prensipleri olarak tarihe geçen ve daha sonra BM’lerin oluşumunu sağlayan maddelerden (özellikle 12. Madde) Osmanlıya biçtiği kefeni görememek… Sivas kongresinde ABD’nin Manda yönetimi dayatmalarına karşı dik durmanın savaşını veren Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ve Hoca Raif Efendi’yi yeterince tanıyamamak… Sahi kim bu Hoca Raif Efendi? Türkiye’de üniversite mezunu kaç kişi tanır Hoca Raif Efendi’yi? Ya Tıbbiyeli Hikmet’i?
Acaba Zaman gazetesinde “Vatan Mefhumu” adlı başyazısında Yahya Kemal’e: “Bu şehre girmek için Fatih’in her topuna doksan manda koşmuştuk. Şimdi koca saltanatı bir mandaya değişeceğiz…” sözünün özünü…
Devam edecek…