SANATSAL GÖSTERİ

Dünyanın hiçbir yerinde bizde ki kadar dejenere edildiğine, anlam ve içinin boşaltıldığına inanmadığım bir kavram ve eylemdir sanat.

Bu sebepledir ki, bir ömürdür soytarılıklarını izlediğimiz kişilerin, sanatsal gösteri sunacaklarına inanmak, akılla izahı pek mümkün değil.

Bu soytarı güruhun bitmez tükenmez şaklabanlıkları, arşa varan cehaletleri, üç kelimeye dahi renk ve ahenk vermekten uzak oluşları, kovayı bile taşırmadı bu ülkede.

Şarkı söylemenin adına sanat denildi, türkü söylemek sanat. İhtiras sahibi muhteriste bu payeden payını aldı.

Oysa şarkı söyleyen şarkıcı ve türkü söyleyen türkücü idi. Meydanı boş bulan bu çapsız kütle bütün meydanı işgal etti. Tekelleştiler adeta. Körler sağırlar birbirini ağırlar cinsinden, bir araya gelerek birbirlerini alkışlayıp birbirlerine methiyeler dizip bir de hediye ve ödüller takdim ettiler birbirlerine.

Gerçek sanatçı ve sanattan mahrum olan bu ülke, bu mide bulandırıcı ucuz gösteriyi de, canlı yayınlarda ağzı açık açık izleyedurdu.

Birde saltanat kurdular, babadan oğula geçen sanat saltanat.

Oysa sanat bir zekâ, eğitim ve yetenek işi idi. Her sanatçı (!) babanın oğlu, mutlaka sanatçı olamaz ve babada var olan yetenek (!) oğula gensel geçiş yapamazdı. Bunu dahi sormadık ve sorgulamadık. Sanatı elleri ve avuçları arasına almış ve tekelleşmiş olan bu zümre, sanat nedir ve sanatçı kimdir tanımlamasını bile kendi uhdesi altına almıştı

Oyunu kurmuşlardı ve oyuna dâhil olacaklar da, bu imtiyaz sahibi kitlenin kutsaması dâhilinde sanat camiası içerisine girebilir ve sanatçı payesinden nasibine düşeni alabilirdi.

Saz onlarda söz onlarda, etki onlarda yetki onlarda idi. Ağız birliği halinde aynı kokuşmuş cümleleri sanatsal söylem ve eylem diye takdim ederken, uyuşturucu etkisinde olan beyinleri, telaffuz ettikleri cümlenin anlamından bağımsız kılıyordu kendilerini.

Gündüz, Sanatsal faaliyetleri (!)sonrası, gecelerin karanlığında sakladıkları binbir türlü hayâsızlık bu sanatsal gösterinin bir ayini niteliği taşıyordu. Zira oyunu kuranlar bunu da oyunun kuralları arasına dâhil etmişlerdi.

Sanatçı özgür ruhlu idi ve kendisini kurallar ile sınırlandırmaz bir kişi idi…!

Kurallar, onun üretmesi için büyük bir engel idi. Ruhuna gem vurulamaz, dizginlenemez ve herhangi bir sınır ile onun önüne set konulamazdı. Bu cümle bir yerde ve bir yere kadar anlaşılıp absorbe edilebilirdi de, gel gör ki bizim mahallenin çapsız kütlesi, üretim ne demek tanımından bile habersiz idi.

Soytarının sanatsal faaliyetleri televizyondan televizyona arzı endam ederken, soransız ve sorgusuzluğun verdiği patavatsızlık ile daha bir üstümüze üstümüze gelmeye başladılar. Dedik ya uyuşmuş ve uyuşturulmuş ahmak zümre, sanat ve sanatçının olmayışı sebebi ile kendisinde gerçekten bir marifet var zehabına kapılmıştır.

Pişkin pişkin, utanmazca soytarılık yaparlarken, akşamdan kalma iğreti halleri de sırım sırım sırıtmakta idi. Şık bir takım elbise ve tabi üzerine aydınlığın simgesi bir de kravat, alevli ve ateşli bir tuvalet, bütün dökülen taraflarını gizleyeceği sanrısı ile daha bir edepsiz kesilmişlerdi.

Bu çapsız, eğitimsiz, kültür yoksunu sarhoş zümre, tüm etki ve yetkiyi kendi elleri arasına almışken, sahadan da sıfırların kifayetsiz kaldığı parsayı da toplamaktan geri kalmamışlardı.

Bütün bunları yazan ben, bir diğer taraftan kendime şu soruyu soruyorum.

Bu yetersiz zümre, bu uyuşuk zümre, bu sarhoş zümre hala piyasada iken ve hala izini belli etmemiş ise, bu durum ‘’ sanat ‘’ ın kendisi değil midir…!