Her sabah ekmek almak için fırına gidiyorum. Her sabah aynı manzara; küçücük çocuklar çantaları sırtında, okul üniformalarıyla sıradalar.
Her sabah ekmek almak için fırına gidiyorum. Her sabah aynı manzara; küçücük çocuklar çantaları sırtında, okul üniformalarıyla sıradalar. Kimi simit alıyor kimi börek ya da poğaça. İçmek için de hazır meyve suyu. Bu manzara beni düşündürüyor. Şimdiki anne ve babaların daha fazla imkânları var ama çocuklarının karnını doyuramıyorlar. Evinde peyniri, zeytini, yumurtası olmayan aile yok. Ama çocuklarımız günün en önemli öğünü olan kahvaltıyı tek çeşit hamurlu gıda ile savuşturmak zorundalar. Varlık içinde yokluk çekiyoruz.
Ne oldu bize? Çocuklarımıza niçin kahvaltı hazırlamıyoruz? Niçin bu erinme? En önemlisi de okulda veya iş yerinde simit ya da poğaça ile geçiştirdiğimiz bu tek çeşitli kahvaltıların bize nasıl döneceğini biliyor muyuz? Sağlığımızı nasıl etkilediğini gözlemliyor muyuz? Düzenimizi nasıl yıktığını görüyor muyuz? Obezite ve yetersiz beslenmenin kardeşliğini fark ediyor muyuz? Kahvaltıyı geçiştirip akşam yemeğinde tıka basa yiyoruz. Akşam yemeğinden sonra hareket edecek halimiz kalmıyor. Bu durum da obeziteye davetiye çıkarıyor. Maalesef kendimize iyi bakmıyoruz. Beslenme adabını çocuklarımıza da öğretemiyoruz. İşin ruhundan oldukça uzaktalar.
Çocuklarımızda gıda bilinci yok. Gıdalara meraklı değiller. Mesela sebze ve meyvelerin faydaları ve nasıl tüketilmesi ile ilgili konulara hiç dikkat etmiyorlar. Pazarda hangi mevsimde hangi sebze ve meyvelerin satıldığını sorsanız bilmezler. Kış meyvesini yaz meyvesinden ayıramazlar. Cipslerin, kızartmaların, gazlı içeceklerin kurbanı olmuş durumdalar. Öyle ya cipsin ve gazlı içeceğin mevsimi yok… Aileden aldıkları yaşam şekli bu… Çocuklara bu bilinçsizlik biz büyüklerden yansıyor. Hangi meyve yazın yenir hangisi kışın yenir buna öncelikle biz dikkat etmiyoruz. Kışın yaz meyve ve sebzesi satın alıp “tadı tuzu yok, fiyatı da cep yakıyor” diyenimiz bile var.
Bu işte bir terslik yok mu? Çocuklarımızın en çok sevdikleri gıdalar nedense sağlığa zarar verme ihtimali en yüksek olan gıdalar. İnanmazsanız deneyin. Okul kantinine gazlı içecekleri ve sütü yan yana koyun. Bir günde kaç şişe süt kaç şişe gazlı içecek satılacak görün. Şimdi özellikle okul kantinleri ile ilgili sıkı denetimler var. Okullarda gazlı içecekler satılamıyor. Eskiden durum biraz daha farklı idi. Denetimler daha azdı ve nelerin satılıp nelerin satılamayacağı ile ilgili net kurallar yoktu. Tanıdığım bir okul kantincisi sağlıklı ürünler satma kararı almıştı. Kantine meyve ve süt koydu. Aradan çok uzun süre geçmesine rağmen hiçbir öğrenci o ürünleri satın almadı. Sonra bu ürünleri raflardan kaldırmak zorunda kalmıştı.
“Zengin mutfak” sloganımız sözde kalmış durumda. Mutfağımızın zenginliklerinden yararlanamıyoruz. Mutfak artık evin özel bir köşesi değil. Mutfak bir okul değil. Eski nesil yenilere özenli yemekler yapmayı öğretmiyor. Mutfağımızı yeni nesle aktaramıyoruz. Geleneksel yemekler giderek daha az pişiriliyor. Televizyon beslenme alışkanlığımızı kontrol ediyor. Çocuklarımız bizimle sofraya oturmak istemiyor. Hepimiz filmlerde gördüğümüz tek çeşit hamurlu bir yemeği veya tek çeşit sebzeyi derin bir kaba doldurup televizyon karşısında tüketen kişilere benzeyeceğiz.
Geleneksel yeme alışkanlıklarımız bozuldu. Geleneksel içeceklerimiz de kalmadı. Çocuklarımız 5000 yıldır içtiğimiz kefiri, 700 yıldır içtiğimiz bozayı bilmiyor. Şalgamı içmiyor. “Milli içeceğimiz ayran” ı seven çocukların sayısı bile az. Süt ise okullarda dağıtılmasa içen olmayacak. Su içmeyi bile unutuyoruz.
Yemek felsefemiz “sofra görünce yanaş” şeklinde. Ne zaman yemek bulursak o zaman yiyoruz. Ne bulursak onu yiyoruz. Seçici değiliz. Yemeğe özen göstermiyoruz. Son tüketim tarihi geçmiş gıdaları bile atmıyoruz. Bir yanda sebze meyvelere savaş açmış bir grubumuz varken bir yanda da vejeteryan ve veganlığı benimseyenler hızla artıyor. Yemek felsefemiz çelişkilerle dolu. Hayvancılık yaygın ama süt içmiyoruz. Üç tarafımız denizle çevrili ama balıkla aramız iyi değil. Ekmeği çok seven toplumuz ama ekmeğimiz çeşit sayısı, lezzet oranı ve sağlık seviyesi olarak standartların gerisinde. Ekmekle ilgili hiçbir uygulamamız dünyada benimsenmiyor.
En çok üzülmemiz gereken durum da şu ki; yemeği üreten değil satın alan bir toplum haline dönüşüyoruz. Restoranları mutfaklardan daha ilginç buluyoruz. Hazırcıyız. Ayrıca hazırı satın alırken bile yeterince bilinçli değiliz. Satın aldığımız gıda maddelerinin içerisinde neler var okumuyoruz. Helal sertifikası, TSE ve diğer kuruluşlar tarafından verilen sertifikalar... Beslenme konusunda “Allah’a emanet” bir anlayış içindeyiz. Böyle giderse ağzımızın tadı fena bozulacak.