Dört bir yanımızı sarmış karanlık bir hisarın içinde mahsur kalmış gibiyiz. Bu muhasaranın kolları, Gazze’nin muhasarasından da vaktiyle Saraybosna’yı boğan ablukanın karanlığından da daha ağır, daha amansız. Zira bu muhasara, yalnızca bedenleri değil, zihinleri de tutsak eden bir esarettir. Muhasaralar çeşit çeşittir: Siyasi, iktisadi, askeri ve içtimai… Ancak bütün bu çemberleri yarıp geçmek mümkündür. Fakat biri vardır ki eğer onu aşamazsanız, diğer dört duvarın esaretinden asla kurtulamazsınız: Fikri muhasara…

Saraybosna, büyük bir direnişle siyasi, askeri ve iktisadi muhasarayı yarıp geçtiğinde, Aliya İzzetbegoviç asıl tehlikenin fikri muhasara olduğunu idrak etmiş olmalıydı ki, kitaplarında ümmetin evlatlarını bu görünmez zincire karşı yüksek sesle uyardı. Bugün, tam 18 yıldır insanlık tarihinin en büyük muhasaralarından birine direnen Gazze halkının yalnızlığı ve ümmetin sessizliği de bu fikri muhasaranın acı bir tezahürüdür.

Geçtiğimiz ay yayımlanan “Devlet Aklı, Kimin Aklı?” adlı kitabıyla yazar ve yönetmen Koray Demir, içinde bulunduğumuz bu fikri muhasaranın derinliğini gözler önüne seriyor. Onun satırları arasında gezindikçe, insan ister istemez hüzne kapılıyor. Masallarla avutulmuş bir toplumda, hakikati aramanın ne denli çetin olduğunu anlatıyor Demir. Acıların üstü örtülmüş, fedakârlıkları yok sayılmış, sesleri kısılmış ve tarih kitaplarından silinmiş vicdanlı insanların hikâyelerini önümüze sererek, son iki asrı yeniden düşünmemiz gerektiğini cesurca dile getiriyor.

Muhasara kelimesi, Arapça ḥaṣr kökünden gelir. ḥaṣr (حصر), “çit veya duvarla çevreleme, kuşatma” anlamını taşır. Aynı kökten türeyen ḥaṣara (حصر) ise “kuşatmak, abluka altına almak, sınırlamak” demektir. Hisar, inhisar, hasır, mahsur ve hasretmek gibi kelimeler de bu kökten filizlenmiştir. Koray Demir’in tarih penceresinden bakarak anlattığı fikri muhasaranın hayatımızın her alanına nasıl sızdığını, masalsı tarih anlatısının bizden neler çaldığını okudukça, masalsı dini söylemlerin bugün İslam dünyasının içinde bulunduğu durumla nasıl ilintili olduğunu fark edince, insanın yüreği titriyor.

Tarih kitaplarının, sultanların yahut hükümetlerin arzuları doğrultusunda şekillendirilmesi, hakikatin üzerini örten bir sis perdesi gibidir. Ne idrak edilecek bir tarih bırakır ne de anlaşılabilecek bir dünya… Bu sorunlu tarih anlayışı, hadiseleri bütünüyle kavramaktan bizi alıkoyarak, tarihten ders almayı imkânsız kılmış; bu yüzden, tekerrür eden bir devinim içinde sendeleyerek yaşamaya mahkûm olmuşuz. Batı’nın kendi Ortaçağ’ından uyanıp iki buçuk asırdır dünyayı yönetir hâle gelmesinin ardında, masalsı dünyadan uyanıp gerçekle yüzleşmesi yatmaktadır.

Üstat Cemil Meriç, 1983’te TRT’ye verdiği röportajda şöyle diyordu: “Edebiyatçının, fikir adamının herhangi bir kurulu düzenden, herhangi bir müesseseden, herhangi bir otoriteden isteyeceği tek şey vardır: Hürriyet içinde kendini ifade etmesine ses çıkarılmaması… Hakikatte mükâfat bir kanat değildir, fikir adamı için… bir zincirdir. Biz bu zincirden tamamen müstağniyiz.”

Bugün, sosyal medya çağında bilgiyle malumatın birbirine karıştığı bu hengâmede, muhasaramız daha da korkunç bir hâl almıştır. Koray Demir, kitabında Oruç Aruoba’nın şu sözünü alıntılar: “Kendi yolunu bulamayan, bütün yolları boşuna yürür.” Demir, insanlığın anlam arayışının onu bilinmeyen denizlerde yolculuğa çıkardığını, Kaf Dağı’nın ardına sürüklediğini, ejderhalarla savaştırdığını ve bir papirüs için servetler harcatacak kadar tutku dolu olduğunu hatırlatır. Bu metaforlar, aslında insanlık ailesinin mirasıdır. Anlatılan masalların içimize sinmeyen yanları, gördüğümüz şeylerin ardındaki sebepleri öğrenme arzusu ve hakikati bulmadan ruhumuzun huzura kavuşmayacağına dair inanç, bizi bu zorluklarla yüzleşmeye iter.

Gerçeği arama cesaretini, çağımızın en büyük erdemi olarak niteleyen Koray Demir, “Doğru Bilgiye Nasıl Ulaşılır?” sorusunu Slavoj Žižek’in şu sözleriyle cevaplıyor: “Bilgiye ulaşmanın bedeli, keyfin kaybedilmesiyle ödenir. Keyif, bütün o aptallığıyla, ancak belli bir bilgisizlik, cehalet temelinde mümkündür.” Demir, gerçeği arayış yolculuğunda karşılaşılan önyargılar, korkular ve endişelerin, dışarıdaki baskıdan daha kuvvetli olabileceğini belirtir ve “Bu yüzden, gerçeği ararken insanın kendi konumunu ve zihnini etkileyen tüm düşünce ve korkuları teşhis etmesi elzemdir” der.

Hasılıkelam, Koray Demir’in fikri muhasaramızı geri kalmışlığımız bağlamında yeni bir bakış açısıyla ele aldığı eseri, önümüzdeki günlerde derin tartışmalara kapı aralayacağa benziyor. “Doğru bilgiye ulaşmak ne kadar zorsa, o bilgiden anlam çıkarıp yeni fikirlerin mayası hâline getirmek de bir o kadar güçtür,” diyen Demir, bu noktada İbn-i Sina’nın şu hikmetli sözünü hatırlatıyor: “Allah’ın kendileri dışında kimseye hidayet etmediğini zanneden bir toplumla cezalandırıldık.”

Bu vesileyle, dizginlerini başkasına teslim eden ve görüşünü ön kabullerle perdeleyen herkese sesleniyoruz: Muhasara altındaki aklınızı özgür bırakın! Düşünün, çünkü tefekkürde ibadet vardır. Derinlemesine düşünün, çünkü tefekkür eden Rahman’ı tanır.

Son iki asrın tarihini geniş bir tecessüsle adım adım film şeridi gibi önümüze seren Koray Demir’e, ilk kitabı dolayısıyla başarılar diliyor, kaleminin daim olmasını temenni ediyorum. Bu kıymetli eserle ilgili eleştirilerimi ise bir sonraki yazıya bırakıyorum…