“İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayeti Kitap’ta açıklamamızdan sonra onları gizleyenler var ya, işte onlara hem Allah lânet eder, hem de bütün lânet etme konumunda olanlar lânet eder.” (Bakara: 159)

Kuran’daki “hak” kavramını çeşitli yönleriyle tahlil ettiğimiz serimizin bu yazısında, hakla bâtılı karıştırmanın ve bu meyanda ilmi gizlemenin vebali ve mesuliyeti üzerinde duracağız.

Hak asıldır, üstündür, yücedir. Hakkı ortaya koymak mükellefiyet; bundan sarfı nazar etmek de bir mâsiyettir.

Bu çerçevede ilmi gizlemek de bir suç sayılıp yasaklanmış, ind-i ilahide cezayı gerektirdiği haber verilmiştir.

Hakkı ortaya koymamak, bâtılın galebesi karşısında susmak da aynı çerçevede mesuliyeti muciptir. Zira hakkı söylememek, bu husustaki ilmi gizlemek, bâtılın öne çıkmasına yardımcı olmak manasına gelir.

Bu sebeple ehl-i ilim / ulema, bâtıl karşısında susmayı ve hakkı ortaya koymamayı “dini tahrifin bir çeşidi” saymıştır.

1- Hakla Bâtılı Karıştırmak ve İlmi Gizlemek Reddedilmiş, Suç Sayılmıştır

Evet, hakla bâtılı birbirine karıştırmak ve bu husustaki ilmi gizlemek reddedilmiş ve suç sayılmıştır.

Zira Kuran ayetleri hakkın bütün kâinatta hâkim olduğuna, dolayısıyla hak ve adaletin âlemdeki düzenin devam etmesindeki, insanlığın huzur bulmasındaki önemine işaret etmektedir. Bu yöndeki ayetlerden biri mealen şöyledir:

“O, gökleri ve yeri, hak ve hikmete uygun olarak yaratandır. Allah’ın ‘Ol!’ deyip de her şeyin oluvereceği günü hatırla. O’nun sözü gerçektir. Sûr’a üflendiği gün de mülk (hükümranlık) O’nundur. (O), gaybı da, görülen âlemi de bilendir. O, hüküm ve hikmet sahibidir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır.” (En’am: 73)

Kâinatta hâkim ve cari olan hak ve hakikati bâtılla karıştırmanın; hakkın itirafı demek olan ilmi gizlemenin reddedildiği ayetlerden biri de şöyledir:

“Hakkı bâtılla karıştırıp da bile bile hakkı gizlemeyin.” (Bakara: 42)

Bakara Suresi 159. Ayette ise hakla bâtılı karıştırıp ilmi gizlemenin tehlikesi, vebal ve mesuliyeti, hatta bunu yapanların lanete uğrayacağı haber verilir:

“İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayeti Kitap’ta açıklamamızdan sonra onları gizleyenler var ya, işte onlara hem Allah lânet eder, hem de bütün lânet etme konumunda olanlar lânet eder.” (Bakara: 159)

Şu hadis-i şerif ise bu ayet-i kerimeye müşahhas bir boyut kazandırmaktadır:

“Her kime öğrendiği dinî ilim sorulursa, o da çeşitli sebeplerle o bilgisini gizlerse, kıyamet günü o kimseye ateşten bir gem vurulacaktır.” [1]

Bu sebepledir ki, Hz. Ebu Hureyre (r.a.) “Kuran’da iki ayet olmasaydı, hiçbir hadis rivayet etmezdim!” [2] demiş ve az evvel mealini verdiğimiz Bakara: 159’u ve bir sonraki ayeti (160’ı) okumuştur.

Anlaşılacağı üzere Ebu Hureyre Efendimizi (r.a.) “en çok hadis rivayet eden sahabi” seviyesine yükselten sır, ilmi gizleyenlere yöneltilen lanet tehdididir.

Tam da burada oryantalistlerin ağzına bakarak, çok fazla hadis rivayet etti diye Hz. Ebu Hureyre Efendimize (r.a.) yüklenenlerin haksızlığını ve şeytanî tavırlarını anlayabiliyor muyuz?

Bu nasipsiz güruh, kendileri İslam’ı tahrif etmeyi, hakkı bâtılla karıştırmayı, dolayısıyla ilmi gizlenmeyi meslek ve misyon edindikleri için, bunun karşısında görev icra eden Ebu Hureyre’yi (r.a.) itibarsızlaştırmaya çalışmaktadır.

Ben Müslümanım diyen herkes, ilmî seviyesi ne olursa olsun, İslam’a yöneltilen saldırıların vehametini anlamalı, bu cereyan karşısında dimdik durmalı, davasına sarılmalı ve inancını müdafaa etmelidir.

Şu ayet-i kerime de bâtıla sapmanın, hakkı gizlemenin ve gerçek ilmi ortaya koymamanın bozgunculuk ve tahrifatçılık olduğu hususunda bizi uyarmaktadır:

“… Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşabih ayetlerin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, ‘Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır!’ derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.” (Âl-i İmran: 7)

Ayet-i kerimede tehlikelerine dikkat çekilen “kalplerinde maraz olanlar” günümüzde kendilerine Kurancı denen cenahta bir hayli yekûn teşkil etmektedir.

Bu büyük fitne karşısında samimi müminler çok ayık olmalı ve mutlaka onlara karşı ayetin devamında anlatılan “ilimde ruhsat sahibi âlimlerle” bütünleşmelidir.

2- Hak ve Bâtılı Karıştıran, Hakikatleri Gizleyen Ehl-i Kitabın Durumu

Hakla bâtılı karıştırmak ve gerçekleri ifade eden ilmi gizlemekte en mahir olup (!) en önde yer alanlar, Ehl-i Kitap denen Yahudi ve Hıristiyanlardır. Bu hususta Kuran’da birçok ayet-i kerime vardır. Bazılarını mealen aktaralım:

“Ey Kitap Ehli! Niçin hakkı bâtılla karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz?” (Âl-i İmran: 71.)

Ehl-i Kitabın bunu, yani hakkı gizleme işini menfaat devşirmek için yaptığını, ama bunun bedelini çok ağır ödeyeceklerini haber veren şu ayet-i kerime, ibret almak isteyenler için son derece ürkütücüdür:

“Allah’ın indirdiği Kitap’tan bir kısmını gizleyip onu az bir bedel ile değişenler (var ya); işte onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmuyorlar. Kıyamet günü Allah, onlarla ne konuşacak, ne de onları arıtacaktır. Onlar için elem dolu bir azap vardır.” (Âl-i İmran: 174.)

Nisa: 46’da ise Yahudilerin kelime ve kavramları değiştirmek suretiyle Allah’ın Kelamını ve o Kelamın ihtiva ettiği hükümleri saptırdıkları haber verilmektedir:

“Yahudilerden öyleleri var ki, (kelimeleri yerlerinden kaydırıp) tahrif ederek onları anlamlarından uzaklaştırırlar…”

Tam da bu noktada, basiret ve feraset sahibi kardeşlerimize, günümüzdeki tahrifatçıların, sünnet ve hadisleri yok sayarak ayetlerin manalarını nasıl saptırdıklarını hatırlatmak isteriz. Bu tahrifatçılar seleflerine ne kadar da benziyorlar…

Ehl-i Kitap Allah’ın Kitabını tahrif ederek, Allah’a oğul isnat ederek, şirk ve küfür uçurumuna yuvarlanmıştır. Bu sebeple Kuran-ı Kerim onları gerçek anlamda İslam’a ve tevhide çağırmaktadır. Şu ayet-i kerime bunun delilidir:

“De ki: ‘Ey Kitap Ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin: Yalnız Allah’a ibadet edelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâh edinmesin.’ Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, deyin ki: ‘Şahit olun, biz Müslümanlarız!’ ” (Âl-i İmran: 64)

Ayet-i kerimenin tefsirini merak eden kardeşlerimiz, “ayetin ayeti açıklaması” sadedinde Tevbe: 30, 31, 32. Ayetlere bakabilirler.

Bu ayet-i kerime, şirkten uzak ve tevhidi esas alan gerçek imanın, ancak İslam’la mümkün olduğuna en güçlü delillerden biridir.

Şu ayet-i kerime de Ehl-i Kitabın Allah’a ve Rasulü’ne itaat etmediğini, Allah’a ve Rasulü’ne çağrıldıklarında yüz çevirdiklerini, bu sebeple de kâfirlerden olduklarını göstermektedir:

“De ki: ‘Allah’a ve Peygamber’e itaat edin.’ Eğer yüz çevirirlerse şüphe yok ki Allah kâfirleri sevmez.” (Âl-i İmran: 32.)

Ehl-i Kitap denen Yahudi ve Hıristiyanların, hakkın karşısına dikilmeleri, bâtılı temsil etmeleri ve küfre sürüklenmelerinin tabii bir sonucu olarak, gerçek müminlere / Müslümanlara nasıl düşman oldukları ve onları da küfre düşürmek istedikleri şu ayetlerde anlatılmaktadır:

“De ki: Ey Kitap Ehli! (Gerçeği) görüp bildiğiniz hâlde, niçin Allah’ın yolunu eğri ve çelişkili göstermeğe yeltenerek inananları Allah’ın yolundan çevirmeye kalkışıyorsunuz? Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.” (Âl-i İmran: 99)

“Ey iman edenler! Kendilerine Kitap verilenlerden herhangi bir gruba uyarsanız, imanınızdan sonra sizi döndürüp kâfir yaparlar.” (Âl-i İmran: 100)

Bu ayetlerin öne çıkardığı hakikatlerden biri, Ehl-i Kitabın bile bile küfrü irtikâp edip bâtıl safına yer almasıdır. Buna göre kim ki gerçeği bildiği halde hakkı örtbas edip bâtılı desteklerse, azıp sapan bu iki kavmin yoluna girmiş olur. Bu husus gerçek müminlerce ibretle tefekkür edilmelidir.

Ehl-i Kitabın gerçekleri bildikleri halde, ihtiras ve aşırılıkları sebebiyle ihtilafa / ayrılığa düştükleri de Âl-i İmran: 19’dan anlaşılmaktadır:

“Şüphesiz Allah katında din İslâm’dır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra, sırf aralarındaki ihtiras ve aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah’ın ayetlerini inkâr ederse, bilsin ki Allah hesabı çok çabuk görendir.” (Âl-i İmran: 19.)

Bu ayet-i kerimeyi teyit eder mahiyette, Âl-i İmran: 85’de de, Allah indinde İslam’dan başka geçerli bir din olmayacağı ve böyle bir arayış içine girenlerin ahirette hüsrana uğrayacakları anlatılmaktadır:

“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.”

Bütün bu ayetlerin ışığında, kim bâtılı öne çıkarır da hakkın itirafı demek olan ilmi gizlerse, bilsin ki iman dairesinin dışına çıkmak ve ebedî felakete doğru yuvarlanmak yolunda hızla ilerlemektedir. O bakımdan hiçbir samimi mümin, böyle tehlikeli bir yola girmemelidir.

Yapılması gereken, hakkı söylemek, gerçeği gizlememektir. Hakkın ezildiği, bâtılın bayraklaştırıldığı yerde suskun kalmamaktır. Bu, bir Müslümanın asla terk etmemesi gereken bir şiar olmalıdır.

Bu cümleden olarak dinlerarası diyalog ve ılımlı İslam gibi Ehl-i Kitap imali menfur projeler ve bunların toplumumuzda alenen savunulması, hatta mescitlerimize şirk unsuru olarak girmesi karşısında da gerçeği haykırmak ve susmamak gerekir.

Yazımızı ilki Kuran’da bir ayet olan şu iki dua ile bitirelim:

“Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize katından bir rahmet bahşet. Şüphesiz sen çok bahşedensin.” (Âl-i İmran: 8)

“Allah'ım! Bize hakkı hak olarak bilip ona ittiba etmeyi, bâtılı bâtıl olarak bilip ondan içtinap etmeyi nasip eyle!”


[1] İbn Mace, Mukaddime 24; Ebû Davûd, İlim, 17; Tirmizi, İlim 3.

[2] Buhârî, Hars 21; Müslim, Fedâilü's-sahabe 159